21 Şubat 2014 Cuma

YAHUDİ DEVLETİ IV


Bu serinin dördüncü yazısını okuyan, ilk üç yazıda da bizimle olan, ve her okuduğu yazıda sayfaya yeni arkadaşlarını davet ederek, dövüş kulübümüze yeni üyeler kazandıran arkadaşlara ve tabiki de tüm okuyucu kardeşlere selamın aleyküm. Uzun bir süre uzak kaldık biliyorum, fakat kafam çok dolu olduğundan vakit bulamadım bir türlü...


Yahudi Devleti demiştik yine.
Fakat konu sadece Kudüs'te bir Yahudi Devleti kurulması değil hacı, önce bunu anlamak lazım. Yoksa olayı sadece buna indirgersin ve ''ya bu ekonomi ne zaman düzelecek, bu savaşlar ne zaman bitecek, kan ne zaman duracak, bu ekmek niye bu kadar pahalı...?'' gibi sorular sormaya devam edersin kendi kendine. Bu da seni bir kısır döngüye sokar. Yok efendim kapitalizm öle de, emperyalizm böyle de falan filan diye kendini sahte şeylerle oyalar durursun. Ha, ''ben elma şekerinden yapılmış dünyamda, yalanlarla ve sahte hazlarla dolu bi hayatta yaşamaktan mutluyum, hatta yakında beynimi de aldırmayı düşünüyorum çünkü gereksiz ağırlık yapıyo'' diyorsan, o başka hacı. Biz de çocukken, hayat ve insanlar hakkında hiçbir şey bilmiyorken mutluyduk..


Hayatın neden anormal derecede anormal olduğunu öğrenmek için önce öğrenmeyi istemek, sonra araştırmak, sonra yorumlamak, sonra da artık bu şeyler hakkında hem fikir hem de ilim sahibi olman gerekiyor. Memur maaşlarının neden bu seviyede olduğunu veya neden yıllarca okuyup, mürekkep yalayıp yutmuş öğretmenlerin evlerinde atanmayı beklediklerini anlamak istiyorsan, eline pankart alıp ''kahrolsun kapitalizm, faşizm!!! '' diye bağırmayı bırakıp, akıllıca bir şeyler yapman gerekiyor. Kapitalizm denilen şey, insanların ellerine aldıkları pankartlardan korkacak olsaydı, tarih sahnesinde milyonlarla komünist ortaya çıkarmazdı ve Karl Marx denilen adam hayatını kedi kesip kanını içmekle ve yırtık ceketine yama yapmakla tamamlardı...


Bu yüzden inancın veya görüşün ne olursa olsun, sisteme karşı gerçekten bir şeyler yapmak istiyorsan önce taktığın at gözlüklerinden kurtulman ve seni uyuşturan ''çağdaşlık ve topluma uyum'' uyuşturucusunu beynine encekte etmeyi bırakman lazım.


Biz de aciz ve naçiz elimizden geldiği kadar, bu yolda bir şeyler anlatmaya; bir şeylere teşvik etmeye çalışıyoruz işte. Bu sebepledir ki Yahudi Devleti ideali nedir bilmemiz gerekiyor. Hemen aşağımızda, etrafı tamamen Müslümanlarla kaplı olan ama buna rağmen atmış yıldır tüm dünyanın gözünün içine bakıp, sırıta sırıta Kudüs'e yerleşen, her geçen gün daha da küstahlaşan ve kendilerine taş ve sopayla karşılık veren insanlara füzeyle, misket bombasıyla karşılık verip; ''biz kendimizi koruyoruz'' diyebilecek kadar dünyayla alay edebilen bir devlet var. Ve bu devlet, dünyanın tüm para yollarına sahip.


Siz bugün aldığınız ekmekle bile İsrail'i finanse ediyorsunuz, fakat hayal gücünüz o kadar geniş ki ne yazık ki artık gerçeklerden koptunuz. Odanızın köşesinde duran aptal kutusu sizi kendisine o kadar inandırdı ki, gerçek hayatta duyduğunuza ve gördüğünüze değil; televizyonda görüp duyduğunuza inanmaya başladınız. Onların kanallarını izliyor, onların gazetelerini okuyor, onların çektikleri filmlere gidiyor ve onların sizin için hazırladıkları ve muhtemelen de içine sizi yavaş yavaş kendi köleleri haline getiren maddeler koydukları şeyleri yiyor ve içiyorsunuz. Ama konuşmaya gelince her biriniz kapitalizme, siyonizme, emperyalizme, faşizme karşısınız. Ya kendinizi çok iyi kandırıyorsunuz; ya da kendinizi kandıra kandıra artık bunun gerçek olduğuna inandınız. Ne yazık ki bunun ortası yok.


Ateistleri de zaten burada kaybediyoruz. Kendileri inanmadıkları için, on bin dolarlık takım elbise giyen adamların da bu tür şeylere inanmadıklarını zannediyorlar. Halbuki kendilerinin maymun olduklarına inanmaları, kamera önünde demokrasi ve insan haklarından bahseden; kamera arkasında ise keçi kesip kanını içen adamların da aynı inanca sahip oldukları anlamına gelmiyor. Bu da onları, oyunda figüran olan; fakat içinde figüran oldukları oyunun bile var olmadığını sanan, kullanılması kolay aptallara çeviriyor.


Konuya devam edecek olursak...
Yahudi Devleti nasıl kuruldu defalarca bahsettim zaten daha önce. İngiltere'nin ellerinde doğdular, Amerika'nın elinde büyüdüler ve şimdilerde yetişkin olmak üzereler. Her an, ''ben 18 yaşımdayım, artık bana karışamazsınız'' diyen yeni yetişkinler gibi kendi özgürlüklerini ve liderliklerini ilan edebilirler. Artık onu doğuran İngiltere ve büyüten Amerika'ya ihtiyaçları kalmadı.


Onları buraya getiren şey ise inançları...
Ve Büyük Hazine filminin deyimiyle; ''hayallerin ötesinde bir hazine''ye sahip olmaları..


Daha önce de bahsettiğim gibi, internetteki bilgi çöplüğü ve embesil ergenlerin oraya buraya yazdıkları yazılar ve yükledikleri videolar nedeniyle, her konuda olduğu gibi bu konuda da yanlış veya eksik bilgiler söz konusu. Yine benim de daha önce bahsettiğim, ama derinden derine düşünmediğim ve araştırmadığım için tam olarak nasıl olduğunu bilmediğim ama bildiğimi sandığım bir şey var; Hayallerin ötesindeki bu hazine neydi?


Süleyman Mabedi'ni ve içinde bulunan hazineyi biliyoruz.
Fakat hepsi bu mu, o hazine oraya nasıl geldi, yalnızca hazine yeterli oldu mu diye kendi kendime sormaya başladığımda, aslında birçoğumuzun bildiği fakat hiç dikkatli bakmadığımız ve cevabı orada aramadığımız için bulamadığımız şeyi fark ettim.


Yahudi Devleti'ni anlamak istiyorsak, parayı olduğu kadar inançlarını ve inançlarının kaynaklarını da bilmemiz gerekiyor. İkisinden birini atlamak, bizi olduğumuz yerde daireler çizmekten ileri götürmez. Ve ben yalnızca ''bu bilgileri öğrendik, yalnızca öğrenmiş olmamız yeterli'' mantığında olmadım. Allah izin verirse burada öğrendiğimiz şeyleri nerede ve nasıl kullanmamız gerektiğini, hayatımızda ve tarihimizde bize neler yapıldığını ve yapılmak istendiğini ilerideki yazılarda anlatmaya çalışacam. Muvaffak olabilir ve size bir bakış açısı veya bir fikir verebilirsem, ne mutlu bana; çünkü benim için maksat hasıl olmuştur.

Here we go.
Hepimizin duyduğu ve kısmen bildiği ''Kabala'' hakkında konuşmakla başlamak istiyorum.
Biliyoruz ki, bu bir büyü kitabı.
Fakat hep merak etmişimdir, bu büyüyü kimler nasıl yazdı, nereden öğrendi diye. Dediğim gibi, cevap hep bizimleymiş meğer..


Büyü ilmi yeryüzüne ilk defa ''Harut ve Marut'' adlı iki melek zamanında inmiştir.
Kur'an'da Bakara Suresi, 102. ayette bu konu uzunca zikredilir. Ve bu ayet o kadar derin bir ayettir ki, hakkında belki yüzlerce tefsir vardır. Her kelime, her cümle daha önce baktığınız ama fark etmediğiniz şeyler barındırır bu ayette.

Ayet şöyle;

''Tuttular Süleyman'ın mülküne dair şeytanların uydurup izledikleri şeylerin ardına düştüler. Halbuki Süleyman asla küfretmedi (kafir olmadı). Ama o şeytanlar kafirlik ettiler. İnsanlara sihri ve Babil'de Harut ve Marut adındaki iki meleğe indirileni öğretiyorlardı. Halbuki o ikisi; ''Biz ancak imtihan için gönderildik. Sakın sihir yapıp da kafir olmayın!'' demedikçe kimseye bir şey öğretmezlerdi. İşte bunlardan karı ile koca arasını açan şeyleri öğreniyorlardı. Fakat Allah'ın izni olmadıkça onunla kimseye zarar verecek değillerdi. Kendilerine zarar verecek ve bir fayda sağlamayacak şeyi öğreniyorlardı. Yemin olsun ki, onu her kim satın alırsa, onu alanın ahirette bir nasibi olmayacağını da çok iyi biliyorlardı. Hakkıyla bilselerdi, uğruna canlarını sattıkları şey ne çirkin bir şeydi.''


Çok uzun ve uzun olduğundan çok daha derin bir ayet bu.
Öncelikle ayetin en başındaki kısımda ''Süleyman'ın mülküne'' diye başlamasını yorumlayalım beraber.
Zira Hz. Süleyman'ın bir kral olduğunu ve çok büyük bir mülke sahip olduğunu biliyoruz daha önceden. Bu ayette de Hz. Süleyman as 'ın gerçekten de büyük bir mülke sahip olduğunu tekrar anlamış olduk. Devamı da çok ilginç ; ''mülke dair şeytanların uydurdukları şeylerin ardına düştüler.'' Yani bu mülke dair şeytanların uydurdukları bir şeyler var..


Ayetin devamında hemen şu ifade var; ''Halbuki Süleyman asla küfretmedi, kafir olmadı.''
Bu da bize, şeytanların uydurduğu şeylerin Hz. Süleyman'a atfen bir küfür olduğunu gösteriyor.

Ardından da şöyle diyor; ''İnsanlara sihri ve Babil'de Harut ve Marut adlı iki meleğe indirileni öğretiyorlardı.''
Bu kısımdan da, büyü ve sihrin ilk olarak Babil'de, Harut ve Marut isimli iki meleğin inişiyle ortaya çıktığını anlıyoruz.


Aslında Harut ve Marut'un kim veya ne olduklarına dair çeşitli görüşler var. Onlardan bahsedilirken; ''melekeyn'' kelimesi mi kullanılmış, yoksa ''melikeyn'' mi, burada bir ihtilaf söz konusu. Zira melekeyn iki melek demek iken; melikeyn iki hükümdar demektir. Ama alimlerin ekserisi bunun melekeyn yani iki melek olduğu görüşündedirler ki, ben de bu alimlerden yanayım.
Tabi en doğrusunu Allah celle celalühü bilir.


Buraya kadar anladıklarımızdan biri de şu; büyü ilmi ilk defa Eski Mısır'da değil; Babil'de ortaya çıkmıştır.
Bu ilmin de Yahudiler ile birlikte bölgeden bölgeye değiştiğini anlamak çok da zor değil. Zira Hz. Nuh, Hz. İbrahim ve Hz. Yakub aleyhisselam ve oğullarının yaşadıkları yer hep bu bölgeler idi. Hz. Yusuf as.'ın İsrailoğullarının ataları olan ağabeylerini Mısır'a getirmeleri de, bu ilmin Mısır'a gelmesine neden oldu.


Mısır'da ise öyle gelişti ki, altın çağını yaşadı diyebiliriz.
Hatta sağlamasını yine Kur'an'dan yapalım;
Kur'an'da Hz. Musa aleyhisselam kıssası anlatılırken, Firavun'un Hz. Musa'ya karşı ''tüm büyücüleri topladığı'' söylenir. Hatta büyücülerin Hz. Musa karşısında yaptıkları sihre Allah Kur'an'da, ''gerçekten de büyük bir sihir gösterdiler.'' diyerek bize anlatmıştır. Kur'an'daki her bir cümle hakkında bir kitap bile yazılır, bakın bugün bahsettiğimiz bu sihrin temelinde olan şeylerin ne kadar büyük olduğu konusunda Allah bizimle konuşuyor ve ''gerçekten büyük bir sihir gösterdiler'' diyor.


Firavun'un topladığı büyücüler, ellerindeki kitaplarla çok büyük bir sihir gösterdikten sonra Hz. Musa'nın mucizelerinin büyüklüğü karşısında iman ettiler ve Firavun da onları öldürdüler. Fakat kitapları hala İsrailoğullarının elinde olduğundan, Hz. Musa ile birlikte onlar da Kızıldeniz'den geçtiler. Hatta Hz. Musa 10 Emir'i almak üzere Tur Dağı'na çıktığında, ellerindeki o kitapla kendilerine altından bir inek yaptılar ve ona taptılar. O kitap, o ilim; o günden bugüne kullanılmakta...

Devam edelim.
Önce şurayı yorumlamak istiyorum ben;
''Harut ve Marut iki melek ise, insanlara neden büyü öğretiyorlardı?''


Ayetin devamında; ''Fakat onlar ''biz yalnızca imtihan vesilesiyiz, sakın sihir yapıp kafir olmayın'' demedikçe kimseye bir şey öğretmiyorlardı.'' diyor.

Keza ayetin biraz daha öncesine bakarsak; ''Onlara sihir ve Harut ve Marut adlı iki meleğe indirileni..'' der Kur'an. Burada büyü ve Harut ve Marut'a indirilen şey diye ayrıldığına göre, demek ki Harut ve Marut'a indirilen şey büyü değildi. Fakat; büyüye dönüştürebilecek bir ilimdi. Zira burası tam da benim düşündüğüm gibi..


Harut ve Marut insanlara bir ilim öğretmek için gönderilmişti. Ve bu ilim büyüye dönüştürebilir bir ilimse eğer, Harut ve Marut, bunun aksini yani büyüyü bozan bir ilmi onlara öğretmek için gönderildi. Çünkü büyüyü bozmak için gerekli olan ilim üzerinde biraz değişiklik yaparsan, rahatlıkla büyünün nasıl yapıldığını da bulabilirsin. Harut ve Marut'un bu ilmi insanlara öğretmelerinin sebebi de, henüz boyutlar arası iletişim yasak olmadığı ve cinlerin insanlara çok fazla zarar verebildikleri dönemde, insanlara karşı bir takım insanüstü şeyleri kullanarak zarar vermeleri olabilir. Bu iş doğaüstü olduğu için de çözülebilmesinin tek yolu, büyüyü bozabilecek bir ilimin olmasıdır. Harut ve Marut da insanlara, kendilerini bu olağanüstü şeylerden nasıl koruyacaklarını gösteren bir ilim öğrettiler. Ve bunu yaparken de, bu ilmin suistimale çok açık olduğunu defalarca hatırlattılar. Ama insanoğlu kendisini kurtarmakla yetinmedi; bu ilmi kullanarak yapabileceklerini düşündü ve daha fazlasını istedi...


Dediğim gibi, Kur'an'ı bir kitabı okur gibi değil; Allah'ın bize ne anlatmak istediğini anlamak için okursanız, her zaman anladığınız şeylerden çok daha fazlasını anlayacaksınız. Unutmayın; Allah hiçbir ayeti boşuna indirmedi.


Tekrar Hz. Süleyman'ın mülkü kısmına geri dönelim.
Bildiğiniz ve geçen yazıda da konuştuğumuz gibi Hz. Süleyman, emrinde cinlerin kötü olanlarını yani şeytanları çalıştırıyordu. İnsanlar ise ilk zamanlardan bu yana sürekli cinlere yani şeytanlara taptıkları için, onların geleceği bildiklerine inanıyorlardı. Bunun sebeplerinin başında da cinlerin, melekler vahiy alırken meleklerin katına yaklaşıp vahyi dinlemeleriydi. Duyduklarını insanlara anlatıyorlardı ve insanlar da onların gaybı (yazılırken gaibi diye yazılıyo hacı, benim elim ve dilim alıştığından habire gaybı yazıyom) bildiklerine inanıyorlardı. Allah da, insanlara cinlerin gaybı bilmediklerini göstermek ve onları kafirlikleri yüzünden aşağılamak için şöyle bir şey yaptı;

Hz. Süleyman tahtı üzerinde sopasına dayanarak vefat etti. Şeytanlar ise O'nun hala yaşadığını zannederek aylarca çalışmaya devam ettiler. Ta ki bir kurt, Hz. Süleyman'ın dayandığı sopayı yiyene ve Hz. Süleyman devrilene kadar..


Fakat asıl olay Hz. Süleyman'ın vefatından sonra başlar.
Hz. Süleyman, insanların hala ta Harut ve Marut zamanından kalma büyülerle uğraştıklarını gördüğünde, ellerindeki tüm büyü ve ilim kitaplarını alır ve tahtının altına saklar. Tahtta bir de kendisine özel verilen bazı dualar ve İsmi Azam'ın yazılı olduğu kitaplar mevcuttur.


Hz. Süleyman'ın vefatından sonra özgür kalan cinler tahtı açıp, insanlara; ''bakın Süleyman hepimizi kandırdı, o her ne yapıyorduysa hepsini büyüyle yapıyordu, işte bunlar da Süleyman'ın büyü kitapları'' dediler.


Peki o kitaba veya kitaplara ne oldu?
Hahamların bu kitaplardaki bilgileri çaldıklarını biliyoruz. Fakat kısa süre sonra Nebukadnezar, Yahudi Devleti'ni yıktı ve Süleyman Mabedi'ni yerle bir etti. Kitap orada mı kaldı? Yoksa hahamlar hepsini almış mıydı? Ayrıntıları ne yazık ki bilemiyoruz. Fakat kesin olarak bildiğimiz bir şey var; o kitap hala insanların elinde...

Zira birinci Haçlı Seferinde, tapınakçılar hazineyle birlikte o kitabı da bulmuş olabilirler. Çünkü zaten bu haçlı seferinin asıl amacı Süleyman Mabedi'ni bulmaktı. Öyle veya böyle, ister hahamlarla olsun ister tapınak şövalyeleriyle; o kitaba sahipler.


Tam bu noktada Bakara Suresi'ne dönelim;
''Onunla karıyla kocasının arasını açan şeyi öğreniyorlardı.''

Bu ilimle evli kadınları ayartıp, kendilerine aşık ediyor ve onları kocalarından bu şekilde ayırıyorlardı. Tabi burada dikkat çekmemiz gereken bir şey daha var; Eğer evli kadınları kendilerine aşık edebiliyorlarsa, bu, insanları etkileyebilme, zihinlerine girebilme, onlara istediklerini yaptırabilme ilmine sahip olduklarını gösterir. Ki buna sahip olmak yeterlidir. Bu ilim yanlış ellere geçtiğinde, dünyadaki herkesi nasıl istedikleri gibi kullanabildiklerini düşünün. Hatta ve hatta belki de her gün başından saatlerce ayrılmadığımız televizyonda, bu ilmin kullanılıp kullanılamayacağını düşünün. Belki de tüm dünya bu yüzden yeme içmeden çok televizyona önem veriyordur. Kim bilir...


İşte biz bugün bu kitaba Kabala diyoruz.
Ve Kabala'da yazanlar sadece ''keçi kes, kanını iç'' gibi şeyler değil canlar, önce şunu bi anlamamız lazım. Uzunca üstünde durduğum sembolizm konusu var ya hani, işte bu da Kabala'nın içinde yer alan ilimlerdendir. Eğer dünyaya yeterince sembolünü bırakırsan, bir güç; bir enerji çıkışı sağlarsın. Tıpkı her yerde bir telefon baz istasyonunun olması gibi. Ne kadar baz istasyonu; o kadar sinyal..


Ve siz hiçbir şey bilmeden tarih okursanız, hiçbir şey bilmeden tarih okumuş olursunuz. Hiçbir şey bilmeden okuduğunuz tarih, sizi ya yanlış yere götürür; ya da hiçbir yere götürmez. Örneğin bu bahsettiğimiz kitap yani Kabala'nın ve tüm bu ilimlerin Osmanlı'nın yıkılış zamanında da kullanıldığını kaçınız biliyor?

Osmanlı'ya yapılan büyülerden bir tanesi
Sen hala; ''Ya bu Osmanlı çok yobazdı ondan yıkıldı, matbaa iki yüz sonra geldi, çok geri kalmışlardı hiyüğee :))''  diye kendi kendi avut. Kendi kibrini, kendi egonu, kendi beyinsizliğini avut dur. Ben yalnızca kendi acizane bildiğim kadarıyla ne olaylar döndüğünü biraz anlatsam, bu kadar gerçeği ne beynin, ne de kalbin kaldırır. Ama yine de her birini konuşmaya çalışacaz Allah'ın izni ve sizlerin desteğiyle.


Seni materyal bir dünyaya inandırmış ve hayal gücünü bile buna göre sınırlandırmış insanların aptal öğretilerine itibar etmeye devam edersen, bir aptal olarak yaşar ve bir aptal olarak ölürsün.

Kurulan bir Yahudi Devleti olunca, elbette ki onların en büyük hastalıkları olan büyü ve ibadet olarak gördükleri ''Yahudi olmayanları öldürmek'' bu devletin her bir kademesinde, her bir amelinde olacaktır. Aksine inanmak sizi hayal dünyasında yaşayan ve her şeyin tos pembe olduğuna inanan ''mutlu şirin'' olmaktan ileri götürmez.


Evet ciğersizler, Yahudi Devleti serisinin dördüncü bölümünde, bize ayrılan sürenin sonuna geldik.
Serinin son bölümünde tekrar birlikte olmak dileğiyle...
Bu arada kitabı soran arkadaşlar için;
Kitabın sonuna geldim, çok kısa bi süre içinde Allah'ın izniyle bitiricem ve sizlere haber vericem.
Selam ve saygı ile...