29 Aralık 2015 Salı

KUL HAKKI KİMİN HAKKI


Selamun aleyküm.

Kul hakkı Matrix gibidir arkadaşlar. Her yerdedir. Etrafınıza baktığınızda onu duyabilir, şu anda içinde bulunduğunuz odanın içinde onu hissedebilirsiniz. Pencereden dışarı baktığınızda, ya da televizyonunuzu açtığınızda onu görebilirsiniz. İşe giderken, yolda yürürken, vergilerinizi öderken onu hissedebilir, varlığını görebilirsiniz. Gerçekleri görmek için gözlerinizin önüne çekilmiş bir perdedir o...


Hak ile, hukuk ile alakası olmayanlar şöyle bir kenara dursun; en Müslümanı bile ''Kul Hakkı'' denilen bu zehirden payını alır her gün. Sorsan çok Müslümandır, twitter'ında Kur'an'dan ayetler paylaşır, ''İşte Kur'an'daki din bu'' diye orada burada sözler yazar, namaz kılar, oruç tutar...

Fakat kul hakkı denilen şeyden öyle bir bihaberdir ki, twitter'ında, feysinde ayet paylaşırken bile kul hakkına girer, kul hakkı yer. Hak gasp eder.

Sen bir kölesin Neo
Çünkü içinde bulunduğumuz modern dünya ve modern uğraşlar, modern hayat tarzı, insanları ince düşünmekten yoksun bırakır. Halbuki Müslüman her daim, her an ince düşünen insandır. Her şeyi hesaplayan, sebeplerini ve sonuçlarını tartan ve yaptığı her şeyi ona göre yapan kişidir.

Lakin bu tanım, günümüzde değişmiştir. Mümin kişi, gayrimüslim kişiye benzemiştir. Benzemeyi de bizzat kendisi istemiş, kendisi seçmiştir. Çünkü içinde bulunduğu zaman diliminde dışlanan topluluk arasında yer alma korkusu ağır basmıştır. Sosyal psikoloji denilen şey, ne yazık ki sürü psikolojisine dönüşmüştür.

Bu psikolojinin sonucu Şekil A'daki gibidir...
Gerçekten de etrafıma bakıyorum, artık herkes alim, herkes evliya... Eline klavyesini alan ve Hz. Google'da birkaç şey izleyip, birkaç şey okuyan herkes artık kendi içtihatını oluşturacak ve 1400 yıllık dinin en ince detaylarını bile anlayacak, hatta bu konuda ahkam kesecek kadar ilim sahibi günümüzde.

Ama icraata bakıyorsun, Başakşehir tribünleri gibi, bomboş...


Bu konular arasında en önemlilerden biri olan kul hakkı benim çok kafama takılır mesela. Müslüman veya gayrimüslim, her birimiz kul hakkı denen şeye öyle bir batmışız ki, bazen Kur'an'da bahsi geçen o iğrenç şeyler yapan ve helak olan, sonra gelenlere ibret olsun diye kıssaları ve hikayeleri anlatılan toplumlar gibi olduğumuza inanıyorum.


Eğer bizden sonra bir ümmet daha gelseydi, bir peygamber ve bir kitap daha gelseydi, içinde bizim bugün yaşadığımız hayatlarımız ve yaptıklarımız olurdu. Ama bu din beni öyle etkiliyor ki, Son Peygamber ve Son Kitap'tan sonra başkası gelmeyeceği için, bugün tüm yaşadıklarımız bu yüzden önceden anlatılmış. Yani ''geçmişteki şu insanlar şöyle yapacaklar, şöyle olacaklar'' yerine, ''gelecekteki insanlar şöyle yapacaklar, şöyle olacaklar'' diyen ve her bir kelimesinde %100 haklı çıkan bir dine mensubuz biz.


İçinde bulunduğumuz ahir zamanla ilgili birçok şey konuşulur, fakat ben bu yazıda Kul Hakkını konuşmak istiyorum, baktığım her yerde gördüğüm için...


Mesela günümüzün belki de yiyecekten, içecekten daha fazla tüketilen bir C vitamini kaynağından bahsederek başlayalım. Kendisi başta C olmak üzere, A,B,D,E,F,G,Ğ,H,I,İ,O,Ö,P,R,S.... vitaminlerini içinde bulunduran, insan vücudunun her türlü organına iyi gelen ve her türlü hastalıktan koruyan, bağ ağrısına, kalp ağrısına, damar tıkanıklıklarına, el ayak mantarına, kızamığa ve suçiçeğine iyi gelen bir besin kaynağıdır. İsmi; Sigara...

Sağlık Bakanlığı onaylı vitamin, protein ve demir kaynağı
Bu meret o kadar sağlıklıdır ki, artık 5 yaşındaki çocuğun elinde dahi görebilirsiniz. Kızı, erkeği, yaşlısı, genci, salağı, akıllısı, embesili, moronu, süper zekası, otistiği dahil olmak üzere her kesim tarafından tüketilir.

Neyse.
Sigara bu kadar çok kullanılan bir şey olduğu için, kul hakkını en çok içinde barındıran şeylerden birisi. Mesela yolda yürürken, önünüzdeki kadın veya adam sigara içer ve dumanı olduğu gibi size gelir, yol boyunca o sigarayı birlikte içersiniz.


İşte burada ince düşünmek lazımdır.
Zira üflediğiniz o zehirli duman sağınızdaki, solunuzdaki veya arkanızdaki insanın ciğerlerine girer ve o kişiyi pasif içici durumuna getirir. Sizin üflediğiniz zehir, başka insanların ciğerlerindedir artık ve bu, o kişiye zarar vermektir. Hele ki sigara içmeyen insanların sigara dumanından dahi nasıl etkilendiklerini bilirsiniz.

Kendi sağlığınızı düşünmüyor olabilirsiniz, açıkçası pek de umurumda değil sizin ne düşünüp düşünmediğiniz, fakat şunu bilin ki, üflediğiniz sigaranın zehirli dumanı, başka insanların ciğerine gidiyorsa, o kişinin çok büyük bir hakkını (sağlık) gasp ediyorsunuz demektir. Dumanınızın ulaştığı herkesin hakkına girdiniz bugüne kadar ve eminim ki girmeye de devam edeceksiniz.


Hakkına girdiğiniz kişilerden helallik istemeye kalksanız, o kişileri bulma şansınız ve ihtimaliniz de yok ne yazık ki. Çünkü siz yolda yürürken orgazm ola ola içtiğiniz o sigaranın dumanı, bugüne kadar etrafınızdaki binlerce kişiye ulaştı. Bu durumda da binlerce kişinin hakkı ellerinizdedir.


Fakat bu sigara olayı yalnızca yolda yürürken veya bir kafede otururken insanların hakkına girmenizi sağlamaz, dahası vardır. Mesela otobüs, minibüs, metrobüs, metro gibi toplu taşıma araçlarına binmeden önce, izmaritlerini yakana kadar sigara içen güruh, insanların arasına girdiklerinde resmen leş gibi sigara kokarlar. Yanlarında içmeseler dahi, üzerilerine sinen ve ağızlarından her nefes alıp verişlerinde çıkan o koku; dibinizde duran insanın midesinin bulanmasına, üzerilerine o kokunun sinmesine ve yine o kokudan rahatsız olmalarına neden olur. İşte bu da, aynı şekilde bir kul hakkıdır.


Geçenlerde bi minibüse bindim arkadaşla, ki arkadaşım da sigara içer. İstanbul'daki toplu taşıma araçlarına birkaç milyar insan sığabildiği için, yine tıklım tıklım normal olarak. Yanımıza otuzlu yaşlarında bir adam bindi. Minibüse binmeden önce sigarasını söndürdü ve yere attı. (Bir başka günah; sigarayı içip içip yere atmak, yerleri kirletmek) Ve gele gele benim yanıma geldi. Ve adam öyle bir sigara kokuyordu ki, nefes alıp verdikçe minibüsün içerisine resmen sigara kokusu yayıyordu. Öksürdüm. Midem bulandı. Ve bu, ne ilkti; ne de son eminim...


Çünkü bu olayı defalarca yaşadım bugüne kadar. Camiden çıkıp otobüse binen adamın bile hem üstü başı, hem de nefesi leş gibi sigara kokuyor ve etrafındaki insanları hem öksürtüyor, hem de midesini bulandırıyor. Fakat sorsan kalbi çok temizdir, dedesi hacıdır, kendisi de twitter'da, feyste ayet paylaşır. Ve sigarasına laf edersen, annesine laf etmişsin gibi bir tepkiyle karşılaşırsın. Çünkü sigarayı özellikle erkekler bir delikanlılık, bir coolluk, bir özgüven iğnesi olarak görürler.


Ama benden size bir hatırlatma, bu dünyada sizi cool, delikanlı, özgüven sahibi olarak gösterdiğine inandığınız şeyler; yarın hesap verirken size yardımcı olacak değildir. Yapılan zerre kadar iyiliğin de, kötülüğün de karşılığının olacağı o günde; karşınızda binlerce insan sizden hak talep edicek.
It's an extra information from me to you...


Kafama takılan kul haklarından bir tanesi de mesela trafiktedir. İstanbul denilen yer trafiğiyle meşhurdur bilirsiniz. Bu trafiğin sebebi de %99, birkaç tane salak ve düşüncesiz kalas kafalıdır. Tam yolun ortasına, diğer araçların geçmesini engelleyecek şekilde park eden o geri zekalılar, yüzlerce, bazen de binlerce aracın dakikalar ve saatlerce beklemesine neden olur.


Bakkala çakkala gitmek için, kafasına esen ilk yerde dururlar ve arkadaki yüzlerce, binlerce araç da o bir tane odun kafalının yüzünden durmak, beklemek zorunda kalır. Ve yolların ne kadar uzun olduğunu göz önüne alırsak, bazen o bir tane meşe odunu kafalı yüzünden; onlarca, yüzlerce kilometre ötede bile trafik olabilir. İşte bu kadar insanı, o şekilde bekletmek de kul hakkıdır. Bunun hastası vardır, bir yere geç kalanı vardır, varoğlu vardır.


Aklıma gelen bir başka kul hakkı da; yerlere oluk gibi tüküren, hatta bazen yıllarca içinde biriktirdiği balgamı sokağın orta yerine çıkaran terliksi amiplerdir. Bazen sokakta yürürken, tam önünüzde kocaman bir tükürük, ya da daha beteri uzun bir çalışmanın sonunda ortaya çıktığı kesin olan koca bir balgam görürsünüz. En güzel halinizle yürürken, içinizden şarkılar mırıldanırken, bir süre önce aynı yerden geçen bir kafadan bacaklının yolun orta yerine bıraktığı bu imza, midenizi bulandırır. Hatta bazen kusma noktasına gelirsiniz. Tadınız kaçar, iştahınız kaybolur. ''Vurur yüze ifadesi, balgam gördüm bitanesi'' diye paylaşımlar yapasınız gelir.

Konumuzla ne de uyumlu
Bir yandan insanların nasıl bu kadar hayvan olabildiklerini düşünür ve sinir olursunuz; diğer yandan da gördüğünüz korku-gerilim sahnesi yüzünden mideniz bulanmıştır.

İnsanların midesini bu şekilde bulandırmak da kul hakkıdır canlar. Tamam bazen çok acil durumlar olur, çok rahatsız olursunuz ve eve kadar bekleyemezsiniz; fakat bunun da bir usulü vardır. Öyle yolun orta yerine ''ğööhh'' diye içinizdeki kirli çamaşırları çıkaramazsınız. Gidersiniz bir kenara, kuytu bir köşeye, uygun bir yere, orada halledersiniz işinizi. İnsanların görmemesini sağlarsınız.

Mesela benim geçen gördüğüm şeyden sonra psikolojim bozuldu anasını satayım. Dünyaya küstüm. Yolun ortasına bu eseri bırakan, bu imzayı atan varlığın herhalde 5 metre boyunda bir şey olması falan gerekiyordu çünkü. Neyse ben de sizin midenizi bulandırmıyım şimdi, kaş yaparken göz çıkmasın hehe.


Bir başka kul hakkı da, yine toplu taşıma araçlarındadır... Zaten bu da gayet normaldir. Bu kadar insanın olduğu yerde, o insanların haklarını gasp etme imkanı da oldukça yüksektir.

Neyse. Mesele toplu taşıma araçlarına biniş... Metro, metrobüs, otobüs, minibüs her türlü toplu taşıma aracı için geçerli bir durum bu. Bir keresinde metrobüse binecektim, fazla kalabalığı sevmediğimden gelen birkaç tane metrobüse binmedim, bekledim ki yolcular da biraz azalsın. Birkaç metrobüs sonra durakta kimse kalmadı neredeyse, ben de sarı çizginin hemen dibine geçtim. Bilmeyenleriniz var mıdır bilmem ama, sarı çizgi denilen yer; metrobüsle senin arandaki tek şeydir. Sarı çizgiden ayağını uzatıp, direk metrobüsün içine girersin.Yani önüne kimsenin geçmesine imkan yoktur.


Her neyse, metrobüs geldi. Bu sırada da birkaç yoldu arkamda birikti haliyle. Ben de en önde olmanın verdiği özgürlük duygusuyla açılan metrobüs kapısından içeriye sağ ayağımı attım. Fakat ben daha sol ayağımı metrobüse alamadan, arkamdakiler sağımdan ve solumdan öyle bir cansiperane şekilde içeriye atladılar ki, en önde olan ve bir ayağımı içeriye koymuş olan ben, metrobüse en son bindim. Ve yıllardır toplu taşıma aracı kullanırım ben, binlerce kez yaşadım aynı senaryoyu.


İnsanların sırasını almak, çok bariz bir kul hakkıdır bildiğiniz gibi. Hak gasp etmektir. Sorsan herkes bilir, fakat o otobüse veya metrobüse, ya da metroya binmek için seni ezip geçecek kadar gözleri dönmüş bir insan güruhudur herkes. İnsanlar çenelerini çalıştırırlarken melekler gibidirler, fakat istedikleri şeye giden yolda onlara her şey mubahtır. İstediklerini elde etmeye çalışırlarken bir anda zombi kesilirler. Kimin hakkına girmişler, kimin sırasını yemişler umurlarında değildir.


Fakat ben, ''insanlar böle abi, sen de öyle olacaksın'' diyen misillemeci zihniyete de sonuna kadar karşıyım. Madem insanların böyle olmasından nefret ediyorsun, öyleyse nefret ettiğin insanlara benzeme. Ha eğer benzicem ben diyorsan, o zaman o insanları kalkıp da bana eleştirme. Ben şahsen nefret ediyorum insanların bu derece hak-hukuk bilmez hallerinden ve öyle gözü dönmüşcesine otobüse atlayan insanlara ''buyrun'' diyorum. Son binince bir yerim eksilmeyecek, ya da son binenleri otobanın ortasında bırakmıyorlar, onlar da gitmek istedikleri yere gidiyor merak etmeyin.


Bir başka kul hakkı da insanlara çarpmaktır mesela. Çarpmak, ayaklarına basmak vb şeyler. Bu kadar kalabalık bir şehirde yaşadığımız için insanların birbirlerine çarpmaları ya da ayaklarına falan basmaları gayet normaldir. Fakat burada önemli olan şey, çarpan veya ayağa basan kişinin özür dilemesidir. Elbette bunu isteyerek yapmıyoruz, lakin madem öyle, isteyerek yapmadığımızı belirtmek için özür dilemek lazımdır. Kusura bakmayın demek lazımdır.


İnsanlar birbirlerine o kadar çarpar olmuş ki, artık çarptıktan sonra kimse dönüp bakmıyor bile. Lakin unutmayın; ''Resulullah Sav, devesini yürütmek için kırbacını salladığında, kırbaç yanlışlıkla arkadaki sahabeye gelir. Sahabe daha sonra ''bu kul hakkı mıdır Ya Resulullah?'' diye sorduğunda da, Allah Resulu; ''Evet, bu kul hakkıdır'' der ve sırtını açar ''hakkını al'' der.


Birinin ayağına basmak, insanlara çarpmak da aynı şekilde kul hakkıdır. Böyle bir durumda mutlaka özür dileyin. Tabi ''delikanlı adam özür dilemez'' ya da ''ben bayanım ben özür dilemeem'' diyen kafalara söyleyecek pek sözüm yok. Onlara tek sözüm şu;


Eğer yaptıklarımızın hesabını vereceğimize inanıyorsak, her bir amelimizi düşünerek, tartarak yapmak mecburiyetindeyiz. İnce düşünmek mecburiyetindeyiz. Bakkaldan, marketten ya da herhangi bir yerden para üstü verildiğinde o parayı mutlaka saymak mecburiyetindeyiz, zira karşıdaki de insandır ve dalgınlığına gelmiş ve bize fazla para vermiş olabilir. Saymadan direk cebimize koyup, sonra da o parayı harcarsak, haram para harcamış, haram yemiş olacağımız aklımıza gelmeli.


Modern Günahlar'da bahsetmiştim, internetten veya korsan CD-DVD'den izlediğimiz filmler veya diziler, onları para kazanmak için yapan insanların haklarını gasp etmektir. Bunun hırsızlıktan hiçbir farkı yoktur, yalnızca modern bir günah olduğu için ve toplumda artık herkes bunu yaptığı için ayağa düşmüştür.


Hatta şöyle söyleyeyim, ben birkaç kez izlemeyi reddettiğim için arkadaşlarımdan; ''lan herkezz izliyo anasını satayım, nolcak'' ve ''amaan onu mu düşünüyosun'' gibi tepkiler almıştım. Böyle köhneleşmiş bir mantık da anca insanoğluna yakışırdı zaten. Eğer bir şeyi herkes yapıyorsa, mutlaka doğrudur. Ya da en azından yanlış değildir. Herkes yapıyorsa, sen de yapabilirsin. Yarın bir gün o herkes bakkaldan çakkaldan bir şeyler çalsa, emin olun toplum bunu da normal kabul etmeye başlar.


Telefonunuza, bilgisayarınıza şarkı indirmek olsun, film-dizi indirmek olsun, eğer bu şeylerin sahiplerine, telif haklarını elinde bulunduranlara para kazandırmadan yapılıyorsa, o insanlara ait olan şeyi çalmak manasına gelir. Şöyle düşünün, bakkala giriyorsunuz ve içeriden bir şeyler alıyorsunuz ama bakkal sahibi para kazanmıyor. Bu durumda elinizdeki şeyleri nasıl aldınız...?


Literatürde bunun adı ''hırsızlık''tır, unutmayın...


Her konuda, her yerde, her şeyde ince düşünmeli bir Müslüman. Geceleri herkes uyurken var gücüyle kornaya basarsa, ya da yüksek sesle müzik dinlerse, ya da arabasının motoruna dünya dolusu oksijen doldurup ''vın vınnnnnnn hınn hınnn'' diye sesler çıkarırsa, insanları rahatsız edeceğini ve onların haklarına gireceklerini bilmeli, hesaplamalı, ölçmeli, tartmalı, düşünmeli...


Ya da satıcıysa bir Müslüman, ''bu en çok satan mal, bugün bundan 257898956 milyar tane sattım'' gibi anlık yalanlar söylememeli. Yolda birisinin düşürdüğü 1 liraya da, 5 liraya da, 50-100 liraya da tamah etmemeli.


Kendisini ilgilendirmeyen, başkalarının haklarındaki şeyleri konuşmamalı. İnsan ne çekerse dilinden çeker derler, çok haklı bir söz. Herkesin özel hayatı, herkesin ağzında. Bu bununla birlikte, bu bundan ayrılmış, bu buna şöyle yapmış... Ya zaten televizyonlarda ''dedikodu programları'' adında programlar yok mu? Bir kelimeyi ve onun içerdiği kavramı ağızlara dolayıp, sakız edip, sonra da içini bu kadar boşaltmak anca yine insanoğluna yakışırdı. Peki dedikodunun ayetle sabit bir haram, bir yasak olduğunu bilen bir Müslüman, ''dedikodu programı'' isimli veya içerikli bu programları izler mi? Kendisine yasak kılınan şeyi izleyip, ona reyting ve para kazandırarak o programların devam etmesine katkıda bulunan Müslümanlar, bundan sorumlu tutulmayacaklarını mı sanıyor yoksa?


Zaten kalın kafalı olup, kalın hatlarla genel düşünmek moda olmuş durumda.
Unutmayın bir rekat namaz borcumuz olmasa, zekatımızı, sadakamızı versek, hacca gitsek ver her bir ibadetimizi eksiksiz yapsak da; hakkına girdiğimiz kişilerle hesaplaşmadan, onlarla karşı karşıya getirilip, hakkında girdiğimiz kadar sevabı ona vermeden ve bu hesap savaşından galip gelmeden sınavımız bitmeyecek. Ve insanlar sınavları bitmeden de cennet yüzü göremez.

Müslümanlar artık günahtan korkmuyor, yalnızca sevabı daha çok işleyip, terazinin kefesi %51 sevap olsun amacındalar. Bu da onları günah işlemekten alıkoymuyor. Kafalar karışmış. Standartlar, ölçüler ve tanımlar değişmiş kafalarda. Bir şeyi çok insanın yapması, o şeyi meşru kılar olmuş kısaca.


Yere çöp atmayıp, elindeki çöpü metrelerce taşıyan, bazen çantasına koyan ama yine de yere atmayan insanlara başka bir dünyadanmış gözüyle bakılıyor bildiğiniz gibi. Şu ''ya dünyayı sen mi kurtarcan yhaa'' gibi embesil ve kokuşmuş fabrika çıkışlı insanların, fabrika çıkışlı konuşma, düşünme ve yaşama tarzlarından da acayip tiksinirim. Orta Çağdan kalma, ucube zihniyetiniz midemi bulandırıyo.

İnce düşünmeye mükemmel bir örnek Nureddin Yıldız Hoca'dan... 
Telefonu Müslümanlaştırma Sanatı

Kendi inandığınız şeyleri yapmak ve yaşamak için insanların sizi anlamalarını ve yanınızda yer almalarını beklerseniz, birkaç yüzyıl daha beklemeniz gerekebilir. Zaten bu dönemin zorluğu da bu; Müslüman, yapması gereken her şeyi tek başına yapmak zorunda. Yalnız kalabilmeyi göze alamıyorsan Müslüman olamazsın bu devirde arkadaşım. Çünkü Müslüman bilmeli ki, çoğunluğa uyarsa, onu yolundan saptırırlar.


Ama bunu ödevini yapmadığında bile başka ödev yapmayan öğrenci arayan, böylelikle suçu tek başına işlemiş olmayacağı için sevinen insan psikolojisine anlatmak epey bir zaman alacaktır. Zaman Müslümana karşı, Müslüman zamana karşı... Zamana karşı durmayan Müslüman ne bilsin Kul Hakkı Kimin Hakkı...


21 Aralık 2015 Pazartesi

JÖN TÜRKLER 2015


1918'de İngilizler İstanbul'a girdiklerinde, onları ellerinde bayraklarla karşılayanlar vardı hani, hatırlar mısınız...?


1453'ten bu yana ilk kez düşman askerleri ayak basmıştı İstanbul'a 1918'de. I. Dünya Savaşı bitmişti, fakat İngilizler henüz almak istedikleri şeyi almış değillerdi. Tescilli bir süper güç olmak ve kendilerine ait olacak yeni bir dünya düzeni kurmak için, bir önceki süper gücü yıkmak ve toprakları üzerindeki enerji kaynaklarını ellerine geçirmek şarttı. Bu ikisi olmasa koskoca bir dünya savaşı, yalnızca binlerce insanın birbirini öldürdüğü bir it dalaşından başka bir olmazdı.


Çünkü insanların ellerine ''demokrasi'' adında uzaktan kumandalı bir oyuncak vereceklerdi ve savaştan birkaç yıl sonra hala bir Hilafet İmparatorluğunun varlığını sürdürmesi halinde, işgal ettikleri Müslüman topraklarındaki insanların bu oyuncağı o imparatorluğa katılma yönünde kullanabilme ihtimalinin ne derece güçlü olduğunu çok iyi biliyorlardı.


Sömürgelerini ellerinde bulundurma ve onlardan yararlanma konusunda kendilerine ciddi sorunlar çıkaracağından, başında Halife denilen bir devlet başkanının olduğu bir Hilafet Devleti'nin varlığını sürdürmesi oldukça tehlikeliydi İngiltere açısından.

Dikkat ederseniz, İngiltere'nin en çok sömürdüğü ve enerji kaynakları açısından en zengin coğrafya Müslüman coğrafyasıdır. Hindistan, Arap Yarım Adası, Afrika; kısaca Orta Doğu...


Çok büyük ve çok köklü devletler anca içten yıkılırlar. İngiltere, dışarıdan harika görünen maskeler üretti. Bu maskeleri, içleri çürümüş, kendisini ve ruhunu güç, ihtişam ve şaşaa sahiplerine satmış kişilere dağıttı ve o kişiler bu maskeleri takarak Osmanlı topraklarına döndüler. Maske o kadar güzeldi ki, her bakanın gözünü alıyordu. Bunun aslında bir maske olduğunu anlayıp, ona karşı durmaya çalışanlar ise toplum tarafından dışlanıyordu.


Maskenin adı bilimdi, modernlikti, çağdaşlıktı, medeniyetti. Dediğim gibi, dışarıdan baktığında harika görünüyordu. Lakin o maske çıktığında, altında yatan cüzamlı suratlar ortaya çıkacağını görebilen pek kimse yoktu. Yine dediğim gibi görenler de, göremeyenler tarafından geri kafalı olarak yaftalanıp, toplumdan dışlanıyordu.

Ne kadar komik di mi... Körler, görebilenleri toplumdan dışlıyor...


Ortaya bir paradoks çıkardılar. Zekice bir paradoks. Bilimi ve medeniyeti kullanan insanlar ürettiler fabrikalarında, sonra o insanların aynı fabrika çıkışlı birer fabrika ürünü olduğunu anlayıp, karşı çıkanları ''bilime ve medeniyete karşı çıkıyorlar'' diye yaftaladılar. Tıpkı aynı batının şuan demokrasi diye bir ütopya ortaya atıp, kendilerine karşı çıkan her kesime ''demokrasiye, insan haklarına, özgürlüğe karşı çıkıyorlar'' diye yaftalaması gibi.


İşte bu yüzden, kullandığın şey önemlidir. İyi bir şeyi maske ve kalkan yapıp kullanırsan, sana karşı çıkan insanları o iyi şeye karşı çıkıyor diye mimleyebilir ve destek görebilirsin. İşte size Yeni Kokuşmuş Dünya Düzeni...


1800'lü yılların sonlarına doğru ortaya çıkan bir ''aydın muhalefeti''dir söz konusu kesim. Üzerlerine batıdan aldıkları takım elbiseleri geçirmiş, kravatlarını takmış, saçlarını açmış, bir de aydın olmak için olmazsa olmaz olan içkilerini yudumlaya başlamış olan bu kesim, bütün dünyanın, bilhassa da Osmanlı'nın kendileri gibi olmalarının şart olduğunu savunmaya başlamışlardır. Çünkü onlara göre çağın gerisinde kalmamak, batının giyim tarzını da, yeme içme tarzını da, kültürünü de almakla mümkün olmaktadır.


İşte bunlar, haklının ve doğrunun yanında olmak yerine; güçlünün tarafında olmayı seçen maskelilerdir. Güce, ihtişama, şaşaaya öylesine kendilerini kaptırmışlardır ki, yaşadıkları bu zevk üzerine kurulu hayatı herkes tatmalıdır onlar için. Bunun yanında bir de bilim, teknoloji, demokrasi, insan hakları gibi ucube kalıpları eklediler mi, tamamdır. Zira koskoca Avrupa kendilerinin arkasındadır.


Jön Türkler, Genç Osmanlılar ya da adına ne derseniz deyin, bu kesimin büyük çoğunluğu Avrupa'da yaşayan ve oturdukları o lüks içinde Osmanlı'yı eleştiren, Osmanlı topraklarını paylaşmak için aç kurtlar gibi bekleyen Avrupalılara kendi vatanlarını durmaksızın kötüleyen maskeli bir güruhtur.


İşte tam da burada Necip Fazıl'ın şu sözü gelir aklıma;
''Bugün bizdeki muhalefet, iktidarı düşürme pahasına vatanı düşürmeye razıdır.''

Namık Kemal
Bu söz, bu yazının konusu.
Zira dönüp bakın Osmanlı'nın son 150 yılına. Aç kurtlar gibi üzerilerine çullanan Avrupalılara, bir yandan da Ruslara karşı mücadele verirken, bir de kendi içindeki bu Avrupa fabrikalarından çıkmış, birbirlerinin kopyası olan muhalefete karşı mücadele verdi koca devlet. Bir yandan Avrupa, diğer yandan Rusya saldırıyorken; Osmanlı bir de, kendisini bir kurt gibi içten kemiren, sürekli darbeler yapan, meclisler basan, ülkeyi savaşa sokmak için gemiler alan, gemiler vuran bu ''vatan, millet, hürriyettt'' diye bağırmaktan gözleri dönmüş ve salyaları akmış zombiler misali ne yaptıklarından habersiz olan aklı evveller ile uğraşmaktaydı.


''Bugün bizdeki muhalefet, iktidarı düşürme pahasına vatanı düşürmeye razıdır...''
Bakın tekrar arkanıza... Koca bir imparatorluğu kendi elleriyle yıktılar...


Ve eğer şimdi; ''Jön Türkler, Genç Osmanlılar o dönemde yaşadılar ve imparatorluk dağılınca, devlet yıkılınca ortadan kalktılar'' diye düşünüyorsanız; ya fazla Cem Yılmaz seyrediyorsunuz, ya da gerçekten gafilsiniz.


Laik, milliyetçi ve o dönemler meşrutiyetçi, daha sonraları da cumhuriyetçi olan bu kesim; en başlarda muhalefetlerdi, yıkılış arefesinde iktidarı zorla aldılar ve koca devleti kendi elleriyle yıktıktan sonra da ''laik, milliyetçi ve cumhuriyetçi'' olarak yeni devleti kendileri kurdular. Ve tam 1950'ye kadar, 27 sene hiçbir muhalefete izin vermeden kendi ütopyalarında kurdukları devleti, vatana millete zorla kabul ettirdiler. Laik olacaksınız, milliyetçi olacaksınız, cumhuriyetçi olacaksınız, cumhuriyeti koruyacaksınız, şapka takacaksınız, dar pantolon giyeceksiniz, ceket giyecek, kravat takacak ve bizler gibi aristokrat tipine bürüneceksiniz, kadınlar başlarını öyle veya böyle açacak, eğer açmazlarsa ne okuma, ne oy kullanma, ne doktor-öğretmen olabilme, ne de devletin herhangi bir kurumuna, hatta hastanelere bile giremeyecek, binlerce yıllık örf ve ananelerinizi birkaç sene içinde terk edeceksiniz ve batılılar gibi olacaksınız... Bu ülkede herkes aynı olacak. Olmayanlar ya dar ağacına, ya da ülke dışına...


Demokrasi denilen riskli kumar 1950 yılında Jön Türkleri iktidardan ezici bir çoğunlukla indirdikten sonra devam eden 65 yıl boyunca Jön Türkler iktidar olamadı. Lakin halkın karşısında kazanamadıkları yönetim hakkını asker ile sürdürdüler. Her on senede bir darbe yapabilip, sonra hala ''demokrasi'' ve ''egemenlik kayıtsız şartsız milletindir'' diyebilecek derecede zombileşmiş kafa yapısına sahip, tarihin çöplü sayfalarının kokuşmuş zihniyetleriydi bunlar.


''Bugün bizdeki muhalefet, iktidarı düşürme pahasına vatanı düşürmeye razıdır...''


Geçenlerde Rus savaş uçağını hava sahamızı ihlal etmesi nedeniyle düşürmüştük hatırladığınız gibi. Angajman kuralları gereğince bir ülkenin hava, deniz veya kara sahasına izin olmaksızın herhangi bir vasıta giriş yaparsa, sahası işgal edilen devlet o vasıtayı imha etme hakkına sahiptir.


Hatırlayanınız var mı bilmem, 2012-13 yıllarında birkaç kez Suriye ile bu tarz olaylar yaşanmış, bir Türk uçağı ve birkaç tane Suriye helikopter ve uçağı düşürülmüştü. Hatta uçağı düşürülen pilotun cenaze namazı benim o sırada bulunduğum bir camide kılınmıştı. Lakin o zaman ne içimizdeki Jön Türkler, ne de dünya kamuoyu bu konuyu birkaç saniyelik haberden ileri götürmemişti.

Link
Ve ben yine her türlü iddiaya varım ki, o düşürülen uçak bir Suriye, Lübnan, Mısır, Irak vb. uçağı olsaydı, dünya kamuoyunda da, Jön Türklerde de yine birkaç saniyelik haberden öte bir nitelik taşımayacaktı. Fakat düşürülen uçak bir süper gücün uçağı olunca işler değişir. Çünkü onların hayatları daha değerlidir.

Tabii ki öyledir. Yani Amerika şu 200 yıllık tarihinde milyara yakın insan öldürmüş hatta katletmişken, kendilerine yapılan saldırılarda birkaç kişinin hayatını kaybetmesi sonucu bütün dünyaya savaş açtılar. Fransızlar yine milyara yakın insan katletmişken, kendi vatandaşlarından birkaç tanesini kaybetmesi sonucu yine bütün dünyayı ayağa kaldırdı. Şimdi aynı numarayı Ruslar çekiyor.


Amma ve lakin, aynı Rusya yıllardır orada milyona yakın insan katleden Esed'e havadan, karadan ve denizden yardım göndermekle kalmayıp, bir de geçenlerde Türkmen Dağları'ndaki Bayır Bucak Türkmelerini bombalamaya başlıyor. Bölgeye en az 200-300 belki de daha fazla yakınlıkta hiçbir Işid karargahı ve askeri bulunmazken, Rusya'nın bahanesi bir Cem Yılmaz esprisi niteliğinde;

''Işid'le savaşıyoruz...''

- Hangi Işid?

''Işiiiiddd.... Faruk Eczanesiiiii....''


Bölgede birkaç gün içinde yüzlerce insan öldüren Rusya, kendi hayatları çok daha değerli olduğundan, düşürülen bir uçak nedeniyle bütün dünyayı ayağa kaldırıyor ve resmen soğuk savaş ilan ediyor gördüğünüz gibi. Hatta Türkiye'den futbolcu alışverişini bile yasaklayacak kadar gözleri dönmüş haldeler şuan.


Birkaç sene önce Ukrayna'ya giren ve Kırım'ı alan, Ukrayna ile hala soğuk savaş halinde olan Rusya, tarihi boyunca asla değişmedi. Ve asla da değişmeyecek. İşte şu noktada tarih bilenler safında olmak bizlerin adeta velinimetidir.

İngiltere Rus Elçisi, bize 1915'i hatırlatıyor...

Rusya'nın birkaç sene önce işgal ettiği ve topraklarına kattığı Kırım için, 1853 yılında da bir savaş çıkarmış ve Kırım'ı işgale kalkmıştı. Aradan neredeyse 200 yıl geçmesine rağmen, Rusya'nın amaçları da, istekleri de, yaptıkları da hiç değişmedi ve birkaç sene önce yine aynı Kırım'ı almak için önce sıcak, sonra soğuk savaş çıkardı ve Kırım'ı sonunda yine işgal etti.

200 yıl önce Kırım için Osmanlı'yla savaşan Rusya, bugün yine Kırım için Ukrayna ile savaştı
1856 yılında biten Kırım Savaşından çok değil 21 yıl sonra, Rusya'nın yine Osmanlı'nın Balkan topraklarında sürekli olarak isyan çıkartıp, Balkan topraklarını Osmanlı'dan koparmak istemesi üzerine meşhur 93 Harbi çıkmıştı. Ruslar, Osmanlı ordusundaki üst rütbeli bazı hain paşaların savaşmadan çekilmesi üzerine Yeşilköy'e kadar geldiler.


Yeşilköy, Bakırköy yani. Koskoca bir imparatorluğun payitahtına kadar ilerlediler yürüye yürüye. Hani bugün ''17 saniye ihlal etmiş de ne olmuş?'' diyen o yurt dışından ithal fabrika ürünleri var ya hani, işte sen o Ruslara fırsat verirsen, onlar yine Yeşilköy'e kadar girerler.

Dün İstanbul'a kadar giren adamlar, bugün sizin paşa gönlünüzün hatırına Kırım'a girdikleri gibi girmezler falan mı sanıyorsun?


''12 saniye ihlal etmiş de ne olmuş?'' diyebilen kafalar, bu topraklara atılmış en zehirli bitkilerdir, tahrip gücü en yüksek bombalardır. Bu tarz sünepe beyinler egemenlik nedir, bir devlet nasıl yönetilir, bir devlet egemenliği için neler yapabilir gibi konulardan bihaberdirler. Sizce bunu diyebilen insanlar, yarın Ruslar bu ülkeye savaş açtıklarına kimin safında dururlar?


Bazı takipçilerimle konuşuyoruz arada, Osmanlı Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşında savaşırken, gözü dönmüş aç kurtlar Osmanlı topraklarına saldırırken Jön Türklerin, İttihat ve Terakki'nin batılıların tarafında ve güdümünde olduklarına bir türlü yüzde yüz inanabilmiş değiller. Nasılını anlamak için bugüne bakın, yeter de artar bile.


Modern İttihat ve Terakki Partisinin bir üyesi Eren Erdem beyefendi. Kendisi tam bir vatanseverdir. Ve bu ülke İran'la savaşa girerse, İran'ın tarafında olur. Sonra aralarında soğuk savaş başlayan Rusya ve Türkiye geriliminde, Rus televizyonuna çıkıp ''Sarin Gazı Türkiye üzerinden gidiyor'' falan diyebilecek kadar vatansever bir arkadaşımızdır kendisi.


Röportajda ''Avrupa'dan ham madde geliyor'' dedim diyerek kendisini savunuyor, lakin devlet işlerinden anlamadıkları o kadar aşikar ki, Rus televizyonlarının bunu ''Türkiye Işid'e Sarin Gazı veriyor'' diye manşet yapacaklarından bihaber sanırım.


Rusya zaten şuan ''Türkiye Işid'e yardım ediyor'' diye bir bahane öne sürerek hem Suriye'deki Türkmenlere karşı savaşını meşrulaştırmaya çalışıyor, hem de bu soğuk savaşta dünya kamuoyunu kendi tarafına çekmeye çalışıyor.




Rusya, Türkiye'nin Işid'i desteklediği iddiasını sağlamlaştırmak için bir de Türkiye'nin bizzat içinden gelen insanları özellikle kanalına davet ediyor ki, bütün dünyaya iddialarını ispatlayabilsin. Bir soğuk savaşa girmişken gidip de Rus televizyonunda röportaj vermek...


Şimdi sormak istiyorum, siz de kendinize sorun şu soruyu;
Yarın Rusya veya Amerika veya İran veya bir başka ülke Türkiye'ye savaş ilan etse ve ''Yalnızca Akp hükümetini ve Erdoğan'ı indireceğiz'' dese, sizce bu ülkede yaşayan muhalif insanlar onları ellerinde bayraklarla karşılar mı, karşılamaz mı?

Dün ''Büyük Ortadoğu Projesiii'' , ''BOP Eşbakanıııı'' diye kendilerini vatanın yegane koruyucusu ilan edenler, bugün Amerika ve Avrupa haritalarında ''Kürdistan'' olarak gösterdikleri ideolojinin sahipleriyle, sırf hükumeti düşürmek amacıyla bir araya geldiler mi, gelmediler mi?


Solcu, laik, kemalist, sosyalist, komünist kesimin kendilerine şiar edindikleri bu görüntüler, ağızlarından düşürmedikleri BOP, seçimler öncesi bir anda ortadan kayboldu. Artık ne bu haritalar ortaya çıkar oldu, ne de BOP kelimesi ağızlara alınır oldu.

''Bugün bizdeki muhalefet, iktidarı düşürme pahasına vatanı düşürmeye razıdır.''


''Tarih ezeli bir tekerrürdür.'' derler. İnsanlar tarih boyunca ne istediyse, hep aynı şeyi isterler. Fakat aynı şeyi isteyen adamlar, daha önce ne istediklerini sizin öğrenmenize engel olur, size uydurma bir tarih verirse, bugünkü gibi dünyada dönen olaylardan, dünya ahvalinden bihaber olur, hatta icabında kendi vatanınıza karşı durursunuz.

İstanbul Boğazı'ndan geçen Rus gemisi... İşte egemenlik meselesi böyle bir şey

Şahsen ben, o Rus uçağı sınırımızı ihlal etmese bile düşürülmesine çok sevindim. Zira günlerdir Türkmen dağlarını bombalayan, oradaki Türkmen nüfusunu temizleyen, Esed'e alan açan, hatta hastaneleri, fırınları bile bombalayan Rusya'ya bir mesaj verilmesi lazımdı. Tabi yalnızca TC sınırları içerisini önemseyenler için anlatılacak mevzu değildir bu.

Rus denizaltısı Türk gemilerini taciz ederken
Burada devletlerin karizmaları söz konusudur ve yakın bir zamanda Rusya da bu olaya bir misilleme yaparsa asla şaşırmam. Tarihe bir göz atarsanız, Rusya'nın Kırım'dan sonra hangi bölgeleri gözüne kestirdiğini görebilirsiniz. Zira kendileri hala aynı bölgeler üzerinde satranç oynamaktalar. Fakat bizim içimizdeki İrlandalılardan daha beter, içimizdeki Jön Türkler var...


Saygılar... Selamlar...