24 Haziran 2016 Cuma

X FAKTÖRÜ VE TEĞET GEÇME TEORİSİ


Bazen bir insanın karşısına biri çıkar ve ondan hoşlanır. Genel olarak fiziksel görünüşü iyi olan kişiler, diğer insanlar tarafından beğenilirler. Fakat bazen fiziksel görünüşün iyi olması, bir kişinin ona aşık olabilmesi için yeterli değildir.

Mesela kız çok güzeldir, beğenirsin gayet, lakin aşık olmak, sevmek meselesine geldiğinde bir türlü olmaz, içinden öyle bir şey gelmez yani bir türlü. Ya da aynısı bir erkek için geçerlidir.

Peki bu neden böyledir hiç düşündünüz mü?


Kendi küçük beynimin ürünü olan ve üzerinde epey kafa yorduğum birkaç teori denklemini paylaşmak istiyorum sizinle. Yazının sonuna geldiğinizde hoşunuza gidebilir hatta mantıklı bile gelebilir. Hatta bundan güzel bir film senaryosu bile çıkabilir. Ya da ben kendim senaryolaştırırım belli olmaz.


''X Faktörü'' teorime göre; her insanın kendisine ait bir kodu, bir nevi şifresi vardır. Bunu bir nevi DNA kodu olarak da düşünebilirsiniz. Her insanda bu kod bulunur. Mesela rastgele bir örnek vermek gerekirse; Bir adamın kodu 1234 olsun ;


Bu, o adamın kendisine ait olan kodu, bir nevi şifresidir. Ya da tanımlayıcısı. Dünya üzerinde milyarlarca insan vardır ve insanların kodları da oldukça karmaşık olabilir. Dünyada aynı kodu taşıyan belki onlarca, belki binlerce kişi olabilir. Lakin her zaman aynı iki koda sahip olan insan karşılaşamaz.

Şimdi yukarıdaki adamın koduyla aynı yani ''1234'' koduna sahip bir kadın olduğunu düşünelim;


İşte bu iki aynı koda sahip olan iki insan karşılaştığında, birbirlerinden etkilenir, hatta bazen de ilk bakışta aşık olurlar. Çünkü kodları birebir aynıdır. Ve ilk bakışta o kişi, diğeri için farklı bir şeyler hisseder. Etrafta elli tane kız vardır, fakat o koda sahip olan o kız, farklıdır. Elli tane erkek vardır, fakat bu erkek bu kadına farklı hissettirir.


İşte bu ''X Faktörü''dür.
Bilinmeyenli bir faktör, bir denklem.

Bilinmeyenli çünkü insanlar kendi kodlarının ne olduğunu bilmez. Karşıdakinin kodunu da. Bazen insanlar kendi hayallerindeki insanı tarif ederler ya hani; ''şu boyda olsun, gözleri şöle olsun, şunu yapsın bunu yapmasın, elleri şöle, kaşları şöle olsunn, bi bakışta beni benden alsınnnnn ...'' falan diye, lakin bazen karşılarına biri çıkar ve tüm bu saydığı özelliklerin hiçbirine sahip değildir, fakat bir şekilde ondan etkilenir, hatta aşık olurlar.

Çünkü ruh eşi dediğimiz olay, her insanda var olan bu kodlara bağlıdır. Bir insanın ruh eşi kendisinin tamamen zıttı olabilir veya tamamen aynısı. Ya da bir insanın ruh eşi, o güne kadar hoşlandığı ve ideal kişi olarak tanımladığı kişiyle tamamen alakasız olabilir. Bunu asla bilemezsiniz.


Bazen de kodu sizinkine çok yakın biri çıkar karşınıza. Mesela sizin kodunuz 1234'tür.


Karşınıza birisi çıkar ve ondan epey bir etkilenirsiniz. Hatta belki ona aşık olduğunuzu düşünebilirsiniz. Ya da o kişiyle bir ilişkiye başlayabilirsiniz. Fakat her şey bir süre iyi gidiyor gibi görünse de, görünmeyen sorunlar vardır sanki arada. Hele ki, günümüz ilişkilerinde her şey hormonlara dayalı olduğu için, bu durum enn çok karşılaşılan durumdur. (Next yazı konu hakkında)
İlişkinin başlarında her iki taraf da hormonları tarafından yönetilen, zom olmuş ve hipnotize edilmiş insan semptomları gösteren varlıklar olduğundan, bu sorunlar gün yüzüne çıkmaz. Çünkü hormonları veya o anki hissiyatları bunu görmelerine engel olur.


Fakat aradan biraz zaman geçtikten ve iki taraftaki hormonlar birbirlerine karşı yavaş yavaş azalmaya başladıktan sonra, o görünmeyen sorunlar birden ortaya çıkıverir. İlişkinin başlarında zıt oldukları konularda birbirlerine; ''ay canım benim yaa, tamam sen madem sevmiyosun onu yapmayız o zamannn  < 3 kalp kalp kalpppppp :)))) ''  derlerken, aradaki hormon salgılama dönemi bittiğinde ''salak bu kız/çocuk yaa, lan şunu yapalım diyorum yok, bunu yapalım diyorum yokk, başlıcam haa !!! '' halini alır.

Tanıdık geldi di mi...


İşte bunun sebebi de, o kişiyi  ''ideal kişi'', ''hayalinizdeki kişi'' sanmanız. Sanmanızın sebebi de, o kişinin kodunun sizinkine aslında çok yakın olması.


Örneğin sizin kodunuz ''1234'' iken, sizin için doğru kişi olduğuna inandığınız bu kişinin kodu ''1235''tir. Çok ortak yanınız olabilir, bir süre çok da iyi anlaşabilirsiniz. Ama aranızda her zaman görünmez bir uyuşmazlık vardır. Çünkü kodlarınızın çok büyük bölümü uyuşmaktadır aslında, lakin bir kısımda bir sorun vardır ve bir türlü her şey tastamam olamıyordur. Hep bir şeyler eksik ya da fazladır. İşte bu da aslında benim ''Uyuşmazlık Teorisi'' adını verdiğim teori. Şimdi buna ek olarak ''Kısmı Uyuşma, Bölgesel Uyuşma, Kodlar Arasındaki Uyum'' falan diye açıklamaya girersem birçok takipçim ''hay ben senin yapacağın işeee.... nokta nokta nokta ünlemmm ! '' veya ''Peki Zeki Müren de bizi görecek mi?''  diye celallenip bilgisayarı kapatıp ''Bugün Ne Giyseeemmm'' falan açar diye, fazla kurcalamıyorum ehue.


Sizinle aynı kodu taşıyan kişiyi bulmak genel olarak aslında zordur. Hatta bazen size o kişiyi asla bulamayacakmışsınız gibi gelir. Fakat zor da olsa, nadir de olsa, emin olun ki sizinle aynı kodu taşıyan kişiler var. Etrafınızda olmaması veya henüz karşılaşmamış olmanız bunu asla değiştirmez.


Hatta bazen de, asla karşınıza çıkmamış olan o kişi, otobüste, metrobüste, metroda, ya da herhangi bir yerde otururken veyahut yürürken, yanı başınızdan geçer ve gider...


Mesela metrobüstesinizdir. Kulağınızda kulaklığınız vardır, bir şeyler dinliyor ve hatta belki arkadaşınızla mesajlaşıyorsunuzdur. Hemen arkanızda da sizinle aynı koda sahip olan birisi vardır. Kodlarınız tamamen aynıdır. Ruh eşinizdir. Tanışsanız birbirinizle evlenebilirsiniz hatta. Fakat sen arkanı dönmezsin. Ya da sen döndüğün sırada, o başka tarafa döner. Veyahut bir şekilde göz göze gelirsiniz, ikiniz de o an kodlarınızın aynı olduğunu hissedersiniz. Etkilenirsiniz birbirinizden. Bir şeyler depreşir içinizde. Fakat bu kez de tanışma fırsatınız olmaz. O bir durakta iner, sen başka bir durakta.


Halbuki hayatınızdaki ruh eşiniz, sizin için ideal olan o insan, sizinle aynı kodu taşıyan o insanla göz göze gelmiş veya aranızda yalnızca birkaç metrelik mesafe olmuştur. O an, tüm hayatınız baştan sona değişebilecekken, birbirinizin hayatına ufacık bir dokunuş yaparak geçer gidersiniz. Yani teğet geçersiniz. İşte bu da ''Teğet Geçme Teorisi'' adını verdiğim teori.


Kader sizi aynı yere kadar getirdi, hatta göz göze bile getirdi, o şeyleri hissettiniz, fakat birbirinizin hayatına teğet geçtiniz. Belki o kişiyle tanışabilseydiniz, hayatınız baştan sona bambaşka bir hayata dönüşecekti. Belki o kişiyle evlenecektiniz.


Hayatınız boyunca aradığınız, asla bulamayacağınızı düşündüğünüz ruh eşiniz, sizinle aynı kodu taşıyan o insan, hayatınızın dibine kadar geldi ve geçip gitti. Emin olun bunu çok yaşamışsınızdır. Hatta her gün belki de ruh eşiniz yanınızdan geçip gider. Hayatınıza teğet geçer.


İşte kendi kafamda kurduğum bir teoriler denklemi. Üzerinde daha fazla düşünüp, çok daha detaylı yazabilirim aslında. Siz de bana dua edin de, eskisi gibi sık sık yazayım.


Uzun lafın kısası canlar, hepimiz için yazılmış bir kader vardır. Kader deyince şimdi kafanız karışmasın gene. Mutlak kader vardır ki, senin doğumun ve ölümün bellidir. Sana verilen zaman bellidir. Bu senin elinde değildir. Lakin bu dünyaya geliş sebebin, zaten kendi seçtiklerini, kendi istediklerini yapmandır. Sana verilen bu ömür süresi içerisinde nasıl yaşayacağın, neler yapacağın ve yapmayacağın tamamen senin elindedir.


Mesela herhangi bir yerde, ilk görüşte etkilendiğiniz ve sizin X Faktörünüz olduğunu düşündüğünüz bir kız veya erkek, belki hayatınızdan teğet geçecektir. Lakin siz her şeyi göze alarak, gerçekten inanıyorsanız eğer, o kişinin peşinden gidebilir ve gitmesine izin vermeyebilirsiniz. Çünkü zaten gerçekten sizin x faktörünüz ise o kişi, ikiniz de bunu hissedersiniz, bu tek taraflı bir his olmaz. Tabi gitmesine izin vermezsiniz deyince şimdi gidip kızın ya da çocuğun yolunu kesip ''ya benim olacan ya da kara torpağın uleeyynnn!!! '' gibi şeyler yapmayın ha.


Önce tabi hormonlarla duyguları ve hisleri birbirinden ayırmak gerek. Bir sonraki yazı da inşallah o konuda olur, çünkü notlarım var yazmaya başlayacam.


İşte X Faktörü böyle bir şey canlar... Hatta buna illa sevgili olarak değil, arkadaşlık ilişkilerini de dahil edebilirsiniz. Mesela çocukluğunuzdan beri tanıdığınız biri vardır, ama mutlaka bir şeylerden dolayı sürekli tartışırsınız, %100 uyuşmazsınız. Fakat birkaç aydır tanıdığınız bir arkadaşınızla tamamen aynısınızdır.


Herkes için bir ruh eşi vardır yani kısaca. Öle ''ben kimseye benzemem, benim ruh eşim anca Brad Pitt/ Angelina Jolie'dir, ben kimseye şaapamam'' falan ayaklar yapmaya gerenk yok yani, karşınıza x faktörünüz eşit olan biri çıkar, süt dökmüş kedi gibi kalırsınız. Benden size biraz boş olacak ama bir tavsiye, sürmeyen ilişkilerinizi hormonlarınız veya başka aptal sebeplere dayanarak sürdürmeye çalışmayın. Eğer içinizde bir şeyler hep tersse, hep bi eksiklik ya da fazlalık varsa, eninde sonunda o iş olmayacaktır.


Neyse, teorileri çoğaltmak ve eklemek için iletişime de geçebilirsiniz. Bakarsınız çok güzel bir şeyler daha ortaya çıkarırız.

Herkese saygılar, sevgiler, selamlar, hürmetler...

22 Haziran 2016 Çarşamba

İFTARLIK GAZOZ


Uzun bir aradan sonra tüm ciğerlere ve ciğersizlere selamun aleyküm ve hayırlı Ramazanlar.

Çok uzun aralıklarla yazabiliyorum farkındayım, lakin bu aralıklar içerisinde sürekli mesaj atan ve destek olan herkese tek tek selamlarımı ve saygılarımı gönderiyorum. Kendimle yüzleşecek gücü bile bulamazken, sizlerin var olduğunu bilmek ve bunu hissetmek, elime laptopumu aldıran sebeptir.


Şimdi birçoğunuz demekte ki ''bu çocuk ne ayak, bi görünüyo, kayboluyo, bi yazıyo, iki yazmıyo, hayırdır, nedir?''


tyler epey yoğun bir sene ve süreç geçirdi. Yine birçok şey yaşadım, birçok şey gördüm, gözlemledim. Kendimden biraz daha nefret ettim mesela bu süreç içerisinde. Zaten şu dünyada en nefret ettiğim varlık kendimim. Hani birisiyle tanışırsın, sevemezsin, anlaşamazsın da ''ya karakterlerimiz uymuyo, yıldızımız barışmıyo'' dersin ya, hah, işte benim de kendimle ne karakterim uyar, ne de yıldızım barışır.


İşte bir sebebi de bu yazamayışımın. Kendime olan nefretim ve öfkem dinmedikçe, insanlarla ne paylaşabilirim kafasına girdim uzun süre. Bu süre zarfı içerisinde de kafamda çoook şey biriktirdim. Çok uzun, teferruatlı konular, meseleler var kafamın içinde. Hani kışın sıcacık yataktan çıkıp sabah namazına kalkmak çok zor gelir ya insana, halbuki o zorluk üzerindeki yorganı bir hamlede kaldırmana bakar. O hamleyi yapıp yorganı kaldırdıktan sonrası kendiliğinden gelir. İşte belki ben de ufak da olsa bir şeyler yazayım da, gerisi kendiliğinden gelir eski günlerdeki gibi dedim kendi kendime.


Şaka maka dört senedir beraberiz. Dört senedir ben yazıyorum, siz yorum yapıyorsunuz, anlaşıyoruz veya kızıyoruz birbirimize, lakin öyle böyle dört senedir beraberiz. Heyt bee. Tam olarak şu an gaza geldim.


Aklımda çok konu var dediğim gibi, mesela ''kibir'' hakkında yazmak istiyorum, sonra ''insanlar ve davranışları'' hakkında, daha sonra ''X Faktörü ve Teğet Geçme Teorisi'' adında çok uzun zamandır telefonumun not kısmında yazılı olan kendi minik beynimin aciz ürünü olan bir teori yazısı yazmak istiyorum... İstiyorum da istiyorum.

Telefonumdaki not kısmını bir görseniz zaten, aklıma gelen her şeyi unutmayayım diye not aldığımdan Fenerbahçe'nin transfer listesinden daha kabarık yeminle..

Neyse siz dua edin de, biraz önce birkaç müstesna takipçim duacınız dedi, hemen tesir etti mübarek. Yani binlerce insan etse demek ki, ooo, burdan Kız Kulesi'ne uçarak giderim herhalde.


Lafı çok uzatmayıp konunun başlığına gelirsek eğer, kısaca birkaç kelam edelim. Geçenlerde sinemaya girmişti bu film hatırlarsınız ;


Cem Yılmaz'ın oyunculuğunu falan beğendiğimden, gidelim dedim arkadaşa. Lakin film boyunca acayip acayip, tuhaf tuhaf şeyler gördüm, birçok sahnesinde ''oha'' falan dedim. Çünkü çok güzel şeyler vardı filmde, fakat bu güzel şeylerin yanında zehirli sarmaşıklar, dışı çok güzel ama içi zehirli olan kırmızı kırmızı elmalar gördüm.


Benim zaten uzun bir süredir dikkatimi çeken bir olay olduğundan, bu filmde de görünce, konunun ciddiyetinin farkına vardım aslında. Dedim ki yine dizilerle, filmlerle; eline senaryosu tutuşturulmuş, kendisini finanse edenler tarafından allanmış pullanmış, isminin başında ''profesör doktor'' bulunan fikir tetikçileriyle bu fikri de bu topluma yedirecekler.


''Neymiş o fikir?'' diyecekseniz.. O fikir ''Sol görüşlü, Sosyalist ve/veya Komünist İslam''dır. Geçen yüzyılda ''Seküler İslam'' diye bir şey attılar ortaya ve tuttu. Bugün birçok Müslüman kişi, kendisini seküler olarak tanımlıyor ve İslam'ın da öyle olması gerektiğini veya İslam'ı da öyle anladığını söylüyor.


Şimdi bu Solcu-Sosyalist-Komünist İslam çok yeni değil, bir süredir üzerinde çalışılıyor. Hatta meyvelerini bile toplamaya başladılar. Benim bizzat bu tanıma uyan tanıdıklarım var. Hatta onların birçoğunun söyledikleri kopyala-yapıştır cümlelerinden biri de şu;

''Komşusu açken tok yatan bizden değildir'' ve '' Emekçinin hakkını, alnının teri kurumadan verin'' diye hadisler yok mu abi? İşte bak, İslam da zaten sosyalist ve komünist aslında. Hey lele lele, hoy lolo loloo....'' 


Bakın öncelikle şunu söyleyeyim; ''Cehenneme giden yol, iyi niyet taşlarıyla döşelidir'' diye bir söz vardır. Yani doğru yaptığını sanan bir sürü insan, aslında çok büyük ve çok tehlikeli yanlışlar yapar hayatı boyunca. Hele ki içinde bulunduğumuz devirde, bütün yanlışlar öyle bir allanmış pullanmış, paketlenmiş ve etiketlenmiş ki, doğruya çok ama çok yakın hale getirilmiş.


Artık neredeyse her bir yanlış, içerisinde bir veya bazen birden çok doğru barındırıyor. Hatta bazı yanlışlar var ki, %99'u halis muhlis doğru. İşte tam da bu yüzden ki, insanlar bunların yanlış mı doğru mu olduklarını ayırt edemiyor. Daha da kötüsü var ki, inandığı görüşün aslında yanlış yerlere dayandığı ve aslından saptırıldığını söylediğinde, onun içindeki doğru olan şeylere düşmanlık ettiğini sanıyor ve seni o doğruların düşmanı ilan ediyor.


Mesela komünistlerin kendilerine karşı olan herkesi faşist veya kapitalist olarak görmesi gibi. Veya kemalistlerin Mustafa Kemal'i sevmeyen herkesi vatan haini olarak görmesi.. Ya da bazı Müslümanların oruç tutmayan birini gördüğü zaman ''vay kafirr''i yapıştırması gibi..


Yanlışlar, doğrulara çok fazla yaklaştırılmış. Hatta bazen aralarındaki çizgi o kadar ince oluyor ki görmek, ayırt etmek mümkün olmuyor. Hatta bu konuda da bir hadis-i şerif var ki, olayı harika şekilde anlatmış; ''Ahir zamanda, şirki (veya hak ile batılı) anlayabilmek, siyah gecede, siyah taşın üstündeki, siyah karıncayı görebilmek kadar zor olacaktır.''


Özellikle gençler üzerinde sosyalizm, komünizm gibi düşüncelerin epey fazlalıkta olduğunu görürsünüz. Bu elbette ki tesadüf değildir. Son zamanlarda da komünizmi İslam ile evlendirme projesi çok sıkı bir şekilde yürütülüyor. O kadar sıkı ki, bu konuda yapılan dizilerin filmlerin haddi hesabı yok. Ve etrafınıza dikkatli gözlerle bir bakın, bir sürü komünist Müslüman göreceksiniz. Ve bu komünist Müslüman kısma da dikkat ederseniz, komünistken İslam'a geçenler değil; normal bir Müslümanken komünizme geçen insanlar olduklarını görürsünüz.


Çok uzun ve detaylı incelenmesi gereken bir konu bu, öle üstünkörü bir şeyler görüp üzerine kabataslak konuşmaya gelmez yani. Bu İftarlık Gazoz filmine gittiğimde baya bi sinirlenmiştim, gelip başlığı atmıştım o zamandan unutmayayım diye, laptopumu elime aldığımda bu başlığı gördüm Allah'tan da, birkaç kelam da olsa edebiliyorum şuan.


Şimdi bu konuya derinlemesine girilmeli dediğim gibi, çünkü bu konuya girildiğinde, karşınızda size hemen muhalefet edecek olan binlerce insan göreceksiniz. ''Neden olmasın?''lar, ''Ne alakası var?''lar, ''Siz de amma abartıyosunuz bee!!!''ler ile başlayan bir sürü muhalifle karşı karşıya geleceksiniz.

Çünkü zaten halihazırda binlerce komünist Müslüman var ülkemizde, dahi dünyamızda. Nevi şahsına münhasır bir dini, ilahi kattan gelmiş, Allah'tan gelmiş bir dini, insan eliyle ve aklıyla ortaya atılmış şeylerle birleştirmek sizin görüşünüze göre nedir?


İnsan aklıyla ve eliyle üretilmiş hiçbir ''izm'', İslam ile nişanlandırılamaz, evlendirilemez. İslam, hiçbir ''izm''e sığmaz. Cemil Meriç'in dediği gibi ;

''İzm'ler idrakimize giydirilen deli gömlekleri...''


''İdeolojiler, uçurumları aydınlatan hırsız fenerleri. İstemesek de onlara muhtacız. Kaous kozmos yapan insan zekası, tecrübelerini ideolojilerde sergilemiş. İdeolojiye düşmanlık, tek izm'e teslimiyettir; Obskürantizme. İdeolojiler, siyaset dünyasının haritaları. Haritasız denize açılınır mı? Ama harita tehlikeli bir yolculukta tek kılavuz olamaz. Pusulaya da ihtiyaç var. Pusula; Şuur. Tarih şuuru. Milliyet şuuru, kişilik şuuru.''




Filmde şöyle bir replik vardı ;
''Orucun mantığı tokun açın halinden anlaması değil mi? Zengin olanın fakirin halinden anlaması? Sen zaten fakirsin, öyleyse senin oruç tutmana ne gerek var?''

Nasıl güzel yerlerden vurmuşlar di mi? Bu sözü söyleyen adam da anasının gözü bir komünist yani. Adam Marx gibi, Lenin gibi köylülerin arasına girmiş, iki kelimeyi yan yana getiremeyenlerin önünde komünist felsefesini yapıyor film boyunca.

Yalnız buradan o senaryoyu yazan arkadaşa önce bir selam çakıyorum sonra da;
''Oruçtaki tek anlam tokun açın halinden, zenginin fakirin halinden anlaması değildir. Öyle olsa oruç denilen şey yalnızca zenginlere farz olurdu heralde di mi.. Orucun anlamı ve amacı nefsi terbiye etmektir. Nefsi dizginlemek, onu eğitmek, onu köreltmektir. Nefis denilen şey de zenginde de olur, fakirde de; açta da olur, tokta da... Nefsin terbiyesi, bir insanı insan yapan asıl şeydir. İnsanı hayvandan ayırır. İradedir.''


Bakın mikrofonu bir tarafa uzatırsanız ve o kendi düşünceleriyle her şeyi açıklamaya başlarsa, sizi kolaylıkla ikna edebilir. İkinci tarafa mikrofonu uzatmazsanız eğer, dinlediğiniz kadarı sizi her zaman ikna etmeye yeter. Bu film tam bir monologdu mesela.


Kardeşim, komünist olabilirsin, sosyalist olabilirsin, solcu olabilirsin, sağcı olabilirsin, ortanın solunda da sağında da, kenarında köşesinde de olabilirsin; tüm bunları yaparken bir tanrı inancın da olabilir, Allah'a da inanabilirsin, Müslüman da olabilirsin. Amma ve lakin, asla ve kat'ha kendi dünya görüşünle İslam'ı birleştirip bunu insanlığa sunamazsın. Bunu pazarlayamazsın. Git neye inanmak istiyorsan ona inan, lakin Allah'ın indirdiği şeye kendi kıt ve yirmi birinci yüzyıl aklınla bir şeyler eklemeye çalışma.


Birileri çıkıp da ''Bize yalnızca Kur'an yeter'' diye kimsenin itiraz edemeyeceği bir cümleyi kendisine siper ve bayrak edinip de, bunun arkasına Peygamberi bu dinden silme gayesini ve projesini koyuyorsa eğer, Müslüman olan herkes, bu dinin ne olduğunu ve ne olmadığını çok iyi bilmeli.


Tarihe bakıp da; ''vay anasını yaa! Bu İngilizler, bu gavurlar ne oyunlar oynamış İslam ve Müslümanlar üzerinde beeeee !!! '' diyerek diz dövme sevgili kardeşim, zaman geçtikçe oyun daha da büyüdü, eşek kadar oldu lakin sen izlediğin dizinin başrol oyuncusunun hangi kızla veya hangi erkekle birlikte olduğuyla ilgilendiğinden o eşşek kadar olmuş oyunu ve oyuncuyu göremiyorsun.

Televizyonunu kapat, nefsini, istek ve arzularını tatmin etmek yerine; beynini ve kalbini tatmin etmeye başla bir an önce.

Yaşadığın ve yaptığın şeyleri yalnızca sosyal medyada paylaşmak ve insanların senin ne kadar renkli, güzel ve eğlenceli bir hayata sahip olduğunu düşünmelerini sağlamaya çalışmaktan vazgeç. İçindeki ''ünlü olma, takip edilme, ilgi duyulma'' arzusunu biraz olsun körelt artık. Takipçi sayın arttıkça artan, düştükçe düşen bir egon, karakterin ve kişiliğin olmasın artık. Ne kadar çok takipçin varsa o kadar popüler bir insansındır mantığını da bir kenara bırak. Hayatını başkalarının beğen tuşu altında değil, kendi değer yargılarının altında yaşa. El kol da yapma bana.


Hadi kendinize iyi davranın canlar, ciğerler...
Selam bizden...