16 Kasım 2014 Pazar

SEKÜLERİZM


Selamın aleyküm.

Çağımızın en büyük fikir dayatmalarından bir tanesi, hatta belki de en büyüğü olan Sekülerizm, ya da diğer adıyla Laiklik meselesini konuşalım sizinle gelin.

Modern anlamda yaklaşık 150-200 yıllık bir tarihi olan materyalizm, imparatorlukların bilhassa da Son İmparatorluk'un yıkılmasıyla yeni bir dünya düzeni olarak kabul edildi. Bundan önceki insanlık tarihinin hiçbir evresinde görülmedik şekilde, devletler tamamen dinlerden uzaklaştırıldı ve seküler hale getirildi. Bu yeni dünya düzeninin, Amerikan Dolarındaki ismini hatırlarsak Novus Ordo Seclorum'du, ki bu da Çağların Yeni Düzeni, Yeni Seküler Düzen demekti.


Yıktıkları çağda yalnızca imparatorlukları değil, din anlayışına dayalı devlet anlayışını da ortadan kaldırdılar. Bunun sonucu olarak da tarihte ilk defa dünya üzerinde seküler yani laik devletler ortaya çıktı. Din anlayışını devletlerden uzaklaştırıp, yalnızca insanların bireysel olarak yaşayacakları inanç sistemleri haline getirdiler. Sistemin adında olduğu gibi, kurulan bu yeni düzen artık tamamen dinlerin devre dışı kaldığı ve materyalist sistemin benimsendiği bir düzen halini aldı.


Bunu yaparken de dünyaya ''Bugüne kadar savaşların hepsi dinler yüzünden meydana geldi, bu yeni çağda ise artık dinler olmayacak, dine dayalı devletler olmayacak, bu da dünyaya barış ve huzur getirecek'' dediler. Fakat geride bıraktığımız bu yüzyıl bizlere savaşların bitmediğini, bilakis arttığını ve buna ek olarak da tek kutuplu savaşlar halini aldığını gösterdi. Güç sahibi batılı devletler, bütün dünyayı istedikleri şekilde sömürdü, istedikleri şekilde kan döktü bu yüzyılda. Karşılarında ise onlara karşı savaşabilecek güçte devletler olmadı hiç.


Bu da bize gösterdi ki, mesele dinler değil; insanlardır. Yeryüzünde hiçbir din olmasaydı, insanlar yine savaşırdı. Çünkü sorun dinlerde değil, insanlardadır. İnsanların savaşması için dinlere ihtiyaçları yoktur, zira gördüğümüz gibi bu seküler yüzyılda da savaşlar ve katliamlar asla bitmedi. Materyalizm ve ateizm dünyaya hakim oldu; dünya hiç olmadığı kadar bir sömürü düzeni yaşadı. Halbuki sistemin sahipleri, bu sistemi dünyaya kabul ettirirken dinlere bağlı savaşların biteceği vaadinde bulunmuşlardı. Öyle olmadığını hep birlikte tecrübe ettik. Tabi bizim ülkemizde hala ''kurtuluş laikliktedir!!!!!'' diyen bu batılı efendilerin köleleri hala yaşamakta. Onlar aslında karşı olduklarını sandıkları şeyin bir ürünü olduklarının ve yine karşı olduklarını sandıkları o sistemi koruduklarının farkında olmayan, beyni hipnoz edilmiş bir güruhtur.


''Sekülerizm ne gibi bir fayda getirdi yeni dünya düzeninin sahiplerine?'' diye sorarsanız eğer şöyle sıralayabiliriz;

1. Bir sömürge yüzyılına girildi. Neredeyse bütün sömürge toprakları da İslam coğrafyasında bulunuyordu. Petrol, altın, fildişi, kauçuk, elmas, doğal gaz, uyuşturucu tarlaları... Bu yüzden önce İslam Devleti'ni yıktılar. Hemen ardından da İslam Birliği olan Hilafeti ortadan kaldırdılar. Devamında ulus devletler kurdular. Kurulan her bir ulus devleti vahşi bir milliyetçilik temeline oturttular. Sömürdükleri her ulusa, birer kurtuluş savaşı verdiler ve sömürgecilerden kurtulduklarına inandırdılar. Bu hareketin sonucunda ulus devletlerin başına geçen her lider, milliyetçilik ve laikliğin kendilerini kurtuluşa ulaştırdığına insanları inandırdılar.


Bunun yanında da dine dayalı devletlerin artık eski çağda kaldığını söylediler. Yeni çağda dinlere yer olmadığını, bunun yerine bilimin benimsenmesi gerektiği fikrini aşıladılar. Bunun sonucunda ise bir dine mensup olanlar kendilerini ''gerici, geri kafalı, çağa ayak uyduramayan'' diye adlandırılmış buldular.


I. Dünya Savaşı sonrasında tüm uluslararası hukuklar çiğnenerek, Filistin toprakları üzerine bir Yahudi Devleti kuruldu. Fakat bu Yahudi Devleti öyle bir yere kuruldu ki, tüm çevresi tamamıyla Müslüman ülkelerle kaplıydı. Türkiye, Suriye, Irak, İran, Ürdün, Suudi Arabistan, Lübnan, Mısır, Libya, Tunus, Cezayir, Pakistan, Katar, Yemen, Umman gibi ülkeler İsrail'i tamamen kuşatmışlardı.


Ve şu bal gibi açık ve aşikardı ki, İsrail topraklarını büyütmeye ve Müslüman katliamı yapmaya başlarsa İslami kurallarla yönetilen ülkeler buna asla izin vermezlerdi. İşte tam da bu yüzden bu yeni çağın düzeni ''Seküler'' olmalıydı.


Böylece Müslümanlar İslami kurallarla değil, seküler kurallarla yönetilecek ve İsrail de bölgede kendi hakimiyetini gün geçtikçe güçlendirecekti.

İslam Birliği fikri unutturuldu. Yerine milliyetçilik fikri sokuldu. Çünkü milliyetçilik fikri olduğu sürece Müslüman ülkeler arasında bir birleşme asla olamayacaktı.


Bölgedeki tüm liderleri de kendileri atadılar elbette. Her bir lider, bir kurtuluş sembolü oldu. Sömürgecilere karşı kendi halkını kurtaran bir kahraman figürü oluşturdular bütün sömürge coğrafyasında. O liderler ne yaptıysa, halk tarafından kabullenildi ve korundu. Ne kadar korundu diye sorarsanız eğer, dünyaya bir kez daha bakmanızı tavsiye ederim. Zira kurulan düzen o kadar sağlam kuruldu ki, bölge hala İngilizlerin çizdiği haritalarla idare edilmekte.


2. Seküler düzenin bir diğer avantajı da; tüm dünya ateizm ve materyalizm furyasına kapılmış ve dindar insanların geri kafalı sayılmaya başlanmışken, düzeni kuranlar kendi dinlerini çok daha rahat şekilde yaşayabildiler.

Din, eski kafalı ve cahil insanların inandığı bir fikir olarak lanse edildi. Bütün ünlüler, okumuş adamlar, bilim adamları ve zenginler özellikle ateist ve materyalist insanlar arasından seçildi. Okullar materyalist ve ateist sisteme göre dizayn edildi. Böylece elitlerin bir dine mensup olmadığı, bu gibi şeylerle asla uğraşmadıkları fikri uyandırıldı.


Bu yüzden bugün televizyonda ve orada burada okumuş edalarıyla kendilerini ortaya atan adamların hiçbiri koskoca Amerikan başkanlarının, dünyanın en zengin ailelerinin şeytansı dini inançlara sahip olduğuna inanmaz. Bu yeni çağın, aslında birilerinin hastalıklı dinsel inançları doğrultusunda şekillendirildiğini bilmez. Böylece de bu inanca sahip olan insanlar, dünyada materyalist ve ateist bir toplum yapısı olduğu için, kimsenin böyle şeylere inanmayacağını bilerek çok daha kolay bir şekilde yaparlar işlerini.


Bu yüzyıla sekülerizmi kendileri dikte ettiler. Seküler yani laik devletler, devlet adamları ve bilim adamları yetiştirdiler ve bunları pazarladılar. Ve işin tuhaf yanı şudur ki, 21 Aralık 2012'de girdiğimiz bir diğer yeni çağdan itibaren, materyalizm ve ateizmi yine kendileri çökertecekler. Çünkü 21 Aralık 2012 tarihinden itibaren girilen bu yeni çağ, artık materyalist değil; bilakis olağanüstü şeylerin normalleştiği bir çağ olacak.


Bu dönemde çıkan film ve dizilere dikkat edin, çok büyük çoğunluğu doğaüstü ve olağanüstü konuları işleyen filmler ve diziler olacak. Bu dünyanın asla maddeye bağlı, kurallara bağlı materyalist bir dünya olmadığı fikri insanlara aşılanacak. Taki artık insanlar tarafından bu olağanüstü şeyler tamamıyla normal karşılanıncaya kadar..


Örnek verecek olursak, geçenlerde Lucy diye bir filme gitmiştim arkadaşımla. Filmin konusu; insan beyninin yüzde yüzünü kullanarak yapabilecekleri. Tıpkı Matrix'deki Neo'nun olduğu gibi, Lucy de beynini normal insanlardan daha yüksek seviyede kullanmaya başlıyor. Böylece de cisimleri yalnızca beyin gücüyle uçurabiliyor, kurşunları durdurabiliyor falan. Tabi filmin sonunda da artık beyninin yüzde yüzünü kullanıyor ve yok oluyor; ''ben her yerdeyim, her şeydeyim'' diye bir mesajla da bitiriyorlar filmi. Sonunda insanı ''tanrı'' seviyesine getiriyorlar yani.


Bu tür film ve dizilere dikkat edin, zira önümüzdeki yüzyıl boyunca en popüler konu olacak ve yüzlerce dizi ve film çekilecek bu konuda. ''Secret'' isimli kitapların ve ''Kuantum Düşünce'' yöntemlerinin çok fazla medyada yer bulması da tamamıyla aynı sebeptendir. ''Düşünerek yapabilirsiniz, beyin gücünüzü evrene göndererek birçok şeyi başarabilirsiniz'' mesajı önümüzdeki günlerde çok daha popüler olacak.


Yani yine bir dünya düzeni kurmak için yapılan adımlar bunlar. Tıpkı bundan önce materyalizmi insanlara pazarladıkları gibi, bundan sonra da olağanüstülükleri pazarlayacaklar. Dünyanın ve insanlığın, fizik kurallarına bağlı bir dünyaya mahkum olmadığını anlatacaklar. Bu kapsamda filmler, diziler ve kitapların yanı sıra, ilüzyonistler çoğalacak. Televizyon programlarına bu fikri savunan adamlar çıkartılacak. Ve bu kez de materyalist insanlar geri kafalı olarak adlandırılacak.

Neyse.
Sekülerizme geri dönelim.

Bizim dilimizde daha çok laiklik adıyla bilinir sekülerizm. Fakat sorsan laiklik ne demek onu bile bilenlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Hatta bazıları laikliğin sekülerizm ile aynı şey olduğunu dahi bilmez; bazıları ise buna karşı çıkar. Buna karşı çıkanların büyük çoğunluğu Müslüman olduğunu sanan laikçilerdir çünkü.

Laiklik kelimesini İngilizceye bir çevirin isterseniz, bakın ne çıkıyor karşınıza;


Diğer kelime çevirilerine de bakın isterseniz; Dünyevilik, Dünya İşleriyle İlgilenme..
Kısacası materyalizm. Devletin dinsiz olması.


Yalnız, bu ülkedeki laikliği farklı açılardan ele almak lazım.
Biraz mantık yapacaz şimdi.


Önce etimolojisine bir bakalım; Link
Sonra da Türkiye'de ve İslam'da laiklik ne demektir ona bakalım.


Cumhuriyet ile başlayalım.
Bildiğiniz gibi anayasanın ikinci maddesi, Türkiye Cumhuriyetinin laik bir devlet olduğunu söyler. Dördüncü madde ise, ilk maddenin değişemeyeceğini, hatta değiştirilmesinin teklif dahi edilemeyeceğini belirtir.


Gelin bu maddeleri birlikte inceleyelim şimdi.

Laiklik, okullarda bizlere yıllarca kafamıza çakılırcasına öğretilen Atatürk ilkelerinden bir tanesi. Yine okulda öğrendiğimiz kadarıyla ''din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması''. Yani din ile devlet kurumları, birbirlerinden ayrı kurumlardır ve birbirleri üzerinde tasarruf etme hakkına sahip değillerdir. Din, devlete yasa yapma veya herhangi bir konuda baskı yapamaz; devlet de dine.

Öyleyse kemerlerimizi takalım.


Ve şöyle birkaç soruyla başlayalım;

Madem din ve devlet kurumları birbirleri üzerinde tasarruf edemezler, birbirlerinden ayrıdırlar, birbirlerine karışamazlar, bu ülkedeki devlet nasıl oldu da bir din meselesi olan ezanı Türkçe'ye çevirdi?

Nasıl oluyor da bu ülkedeki camilerin imamlarını ve müezzinlerini devlet atıyor?

Nasıl oldu da devlet Kur'an'ı Türkçeye çevirtip, aslını 1950 yılına kadar yasakladı?

Nasıl oldu da ülkedeki cami arsaları ve camiler satıldı, camilere müdahale edildi?

Bu ülkede imamlar devlet memuru mu, değil mi?

E peki bu nasıl laiklik?


Demek ki, okulda başımıza çakıla çakıla anlatılan, bize dayatılan her şeye inanmayacağız. Bu ülke hiçbir zaman laik olmadı. Her zaman dine müdahale etti. Ezanına müdahale etti, Kur'an'ına müdahale etti, camisine müdahale etti, din adamına müdahale etti, din eğitimine müdahale etti. Hani laiklikte din ve devlet iki ayrı kurumdu ve birbirlerine karışamazlardı? Nasıl oluyor da devlet dine sürekli müdahale ediyor?

Dine müdahale eden devlet laik değildir.
Hakeza din devlete müdahale etmek istese, dine uygun bir yasa çıkaralım dense bütün devlet kurumları ve laikçiler ayağa kalkar bu ülkede. Fakat devlet dine karışırken, kimsenin gıkı çıkmaz. Bizdeki laik kesimden de bir tane ciğer sahibi, vicdan ya da akıl sahibi çıkmaz ki; ''Ulan biz laik devletten yanayız, adamların dinine devlet karışamaz'' desin. Eğer gerçekten laikliği savunuyorsan, bunu demek zorundasın, zira bunun icabı budur. Ama kimse kendini kandırmasın lütfen, ne bu devlet, ne de kendisini laik olarak tanıtan bu insanların amacı gerçekten laiklik falan değil, İslam'a ve Müslümanlara düşmanlık etmek ve onların bu ülkede hiçbir hakka sahip olmamalarını istemektir.


Yıllardır bu cumhuriyet laik olduğu konusunda bütün yurttaşlarını kandırdı. Çünkü laiklik kuralları çiğnendi. Devlet, dine müdahale etti. Din adamlarını kendi bünyesine aldı. Din eğitimini ve camileri kendi bünyesinde eritti. İnsanların inandıkları dinin dilinde eğitim görmelerini, hatta inandıklarını dinin alfabesini bile yasakladı. Demek ki Türkiye asla laik olmadı; dinin karşısında oldu.


Laik arkadaşım, ''Türkiye laiktir, laik kalacak'' diye bi taraflarını yırtan ciğersiz arkadaşım, üzgünüm, kusura bakma ama kıçından uydurduğun elemente inanıyorsun. Cahiliye döneminde olduğu gibi, kendine bir put yapmışsın ve ona tapıyorsun. Başka da bir boka derman olabildiğin yok zaten. Hayatını meydanlarda çığırtganlık yaparak geçirmeyi kendine hayat felsefesi edinmiş, ama konuşmaya kalksan iki kelimeyi yan yana getiremeyecek olan embesil bir zavallısın hepsi o.


Ayrıca aklıma gelmişken sormadan edemeyeceğim;
Bu laik, İslam düşmanı tayfadan olan arkadaşım; bütün düşünce ve fikirlerinin, yeni dünya düzenini kuran adamların çizdiği planlar doğrultusunda olduğunu hiç fark ettin mi?

Yani ulus devlet planı kurdular, sen ulus devletçi oldun.
Milliyetçiliği yaydılar, sen milliyetçi oldun.
Materyalizmi yaydılar, sen materyalist oldun.
Sekülerizmi yaydılar, sen laik oldun.

Bana çağa uydurmak ve çağın hevasına ve modasına kapılmak dışında yaptığın veya inandığın bir şey varsa onu söyle. Ama yoksa, lütfen ayak altında dolaşma.


Neyse, devam edelim.
Buraya kadar olan bölümden anladık ki, sekülerizm yani laiklik denilen şey bizzat yeni dünya düzeninin bir parçasıdır, planıdır, aracıdır. Ayrıca bunun yanında bizlere laik devlet diye yutturulan bu cumhuriyet, dinin karşısında olmuş ve her zaman dine müdahale etmiştir.


Gelelim laikliğin İslam ile olan ilişkisine..

Devlet işlerinde ve yapılan kanunlarda, dinin referans alınmaması temel noktadır laiklikte. Yani din, devlet ve de dolayısıyla halkın, toplumun, insanların üzerinde herhangi bir yasa yapma ve hüküm verme yetkisine sahip değildir. Laik devletlerde din, yalnızca bireysel ibadet ve fikirler bazında kalır. İşte tam da bu yüzden laiklik, İslam ile taban tabana zıttır.


Çünkü İslam, bireysel bir ibadet dini değil; toplumun her anını, her bir hareketini ve kararlarını etkileyen, kapsayan bir dindir. Kur'an-ı Kerim ise İslam dininin anayasasıdır. Ve eğer bir anayasa varsa, buna uyulması için vardır.


Örneğin; Kur'an'da miras kanunu vardır. Mirasın nasıl paylaşılması gerektiği açık, net ve ayrıntılı şekillerde defalarca zikredilir Kur'an'da.

Kur'an'da Miras Kanunları )


Fakat laik devlet, tamamıyla insan ürünü olan ve İsviçre anayasasına dayanan kanunlara sahip olduğu için, Kur'an hükümlerini ve kanunlarını tanımaz. Yani Kur'an; ''Erkeğe iki, kadına bir'' derken, laik devlet bunu tanımaz ''ikisine de bir'' der.


Sonra Kur'an'da toplum nizamı için konulan yasalardan birinde; ''Hırsızlık yapanın elini kesin'' der (Maide,38). Fakat laik devlet; ''Hırsızlık yapana hapis cezası'' der.


İslam Hukukunda nikahta iki erkek veya bir erkek iki kadın olması gerekir, ve bu şahitlerin Müslüman olması lazımdır. Laik düzende ise Müslümanlık değil, TC vatandaşı olma şartı vardır.

İslam Hukukunda erkeğin dört kadın alma hakkı vardır, laik düzende ise bir kadından fazlasıyla evlenilmez.

(Kur'an'da Evlilik Kanunları)


Ve bunun gibi birçok yasa, birçok kanun İslam anayasası olan Kur'an ile, laik anayasanın taban tabana çakıştığını gösterir. Yani Allah ''şunu yap!'' diye emrederken, laik sistemin insanları ''hayır biz bu şekilde yapacağız!'' demekte. Cahiller ve kıt kafalılar için olayı saatlerce uzatabiliriz aslında ama, okuyucularımın ekserisinin akıl ve izan sahibi olduklarını biliyor ve şu ayetle kısaltıyorum;

''Allah'ın indirdiğiyle hükmetmeyenler kafirlerin ta kendileridir.'' Maide,44


Allah'ın indirdiği kanun ve hükümler ile hükmetmeyenler, Allah indinde kafirlerin ta kendileridir. Şöyle bir mantıklı düşünürsek eğer; sen insan eliyle yapılan kanunları, Allah'ın indirdiği kanunlara tercih ediyorsan, bunun adı şirk'tir. Eğer Allah bu kanunlara uymamızı istemeseydi, neden bu kanunları indirdi?


Çok açık bir şekilde kulu, Allah'a tercih etmektir bu. Zira sekülerizm kelimesinin diğer anlamı da dünyevilik demektir, unutmayın. Din devlete karışamaz demek, Allah devlete karışamaz demektir. Allah'ın indirdiği anayasadaki kanunlar yerine, İsviçreli birkaç aciz insanın yaptığı yasaları kabul etmek, kulu Allah'a tercih etmek, Allah'ı değil kulu dinlemektir.

Tam da bu sebepler yüzünden laiklik, sekülerizm tamamıyla ve tam anlamıyla İslam'a zıttır. Küfür düzenidir. Ve bu düzen baştan aşağıya tamamıyla şirkle doludur, şirkle kaplıdır. Çünkü tek şiarı devletin üzerinde hiçbir otoritenin olmamasıdır. İslam'da ise tek otorite Allah'dır.


İslam'da egemenlik kayıtsız şartsız milletin değil; egemenlik kayıtsız şartsız Allah'ındır.
Müslüman devlette vekiller Allah ve Kur'an üzerine yemin eder, laik devletimizde ise Atatürk ilke ve inkılapları üzerine yemin edilir. Şahitlik sırasında Avrupa ve Amerika ülkelerinde İncil üzerine yemin edilirken, bizde Kur'an üzerine yemin edilmez. Kur'an bulundurulması dahi suçtur.


Ama size daha komik olanını söyleyeyim mi?
Bu düzenin efendileri tarafından yetiştirilen ve piyasaya sürülen hoca kılıklı şarlatanlardan biri olan Yaşar Nuri Öztürk; ''Laiklik Allah'ın emridir'' der. Link


Bu yüzdendir ki bu ve bu gibi adamlar televizyon kanallarının vitrinlerinden asla inmezler. Çünkü arkalarında sıkı destekçileri vardır.

Fethullah Gülen de; ''Laiklik Allah'ın bir nimetidir.'' der.
Nasıl bir hipnoz ile karşı karşıya olduğumuzu farketmişsinizdir artık umarım.


E şimdi şöyle bir bakıyorsun, Allah'ın izin verdiğine laik devlet sistemi izin vermiyor; Allah'ın yasakladığını laik devlet sistemi özgür bırakıyor, napacaz biz şimdi?

Şimdi Müslüman olmayanlara burada bir sözüm yok, onlar kendileri için ideal olanı seçiyorlar elbetteki. Lakin Müslümanlar? Onlar nasıl bu sistemi kabullenirler? Nasıl olur da Allah'ın kanunlarını bırakıp da, Allah'ın yarattıklarının kanunlarına tamah ederler, boyun eğerler? Kula kul olmak, işte tam anlamıyla budur.


Müslümana bir soru daha yönelteceğim şimdi;
İslam şeriatının lağvedilip, yerine İsviçre kanunlarının alındığı bir ülke bir Müslüman ülkesi olabilir mi? Müslümanlar özgürlüklerini kazanmış mıdır, yoksa bilakis kaybetmişler midir?

Şunu unutmayın;
Her nerede Müslüman bir çoğunluk varsa ve bu Müslüman halk Allah'ın kuralları ile yönetilmiyorsa, orada Müslümanlar özgür değil, köle edilmişlerdir. Orada Müslümanların özgürlükleri ellerinden alınmıştır. Muhalefet etmek için ağzını her açtığında ''bu vatan böyle kurtuldu'' gibi cümleler sarf eden geri kafalı yobazlar, bu vatan uğrunda savaşanların ''Allah Allah'' diyerek savaştıklarını, hilafeti ve İslam'ı korumak uğruna savaştıklarını, dinlerini yaşayabilmek için savaştıklarını ve öldüklerini asla ağızlarına almazlar. Daha doğrusu alamazlar.


Türbanlıların ve sakallıların devlet dairelerine yıllarca alınmadığı bir ülkede Müslümanlar özgürlükten bahsedebilir mi? Allah'ın emrettiğini yasaklayan bir devlet, Müslümanların devleti olabilir mi? Allah'ın emrettiğini yaptıkları için hapse atılanların olduğu bir ülkede, Müslümanlar köle değil de nedir?


Müslüman siyasetle uğraşmaz dediler bizlere yıllarca. Bizi böyle uyuttular ve uyuşturdular. Çünkü Müslümanların devlete karışmasını istemediler. Lakin Müslüman siyasete karışmaz demek, aynı şekilde Allah siyasete karışmaz demektir. Allah her şeye karışır. Din her şeye karışır. Karışmaz diyen ise bu dinin mensubu olamaz. ''Müslümanım ama laiğim'' diyen arkadaşlar, mezara girdiklerinde Müslüman olmadıkları sürpriziyle karşı karşıya kalacaklar.


Sekülerizm, diğer adıyla laiklik; I. Dünya Savaşı sonrasında İngiltere'nin başını çektiği batılı siyonist güçlerin dünyaya pazarladığı, hatta dikte ettiği; ilk bakışta dünya toplumlarının kulağına hoş bile gelebilen bir özgürlük ve bağımsızlık ilüzyonudur. Bir sömürü aracıdır. Çünkü Müslüman coğrafyası laik anayasalara dayanırsa, diğer Müslümanların sömürülmeleri kendilerinin umurunda olmayacaktır. Müslüman ülkeler, aralarına milliyetçilik diye bir fitne sokulduğu için, kendi ulus devletlerine dokunulmadığı sürece, diğer Müslümanlara dokunulmasına ses çıkarmayacaktır.


Batılı ülkeler laik olabilir, gayrimüslimler laik olabilir. Ama Müslümanlar laik olamaz. İslam'a inanıyorum ama inanmak dışında hiçbir kuralını, kanunu, yasasını kabul etmiyorum diyen biri Müslüman olduğunu sanan bir Ebu Cehil'dir.


Bugün Müslümanlar bile ulus devletlerin değil de, bir İslam birliğinin olduğunu ve şeriatla yönetilmeyi düşünemiyor. Ulus devletlerin olmadığı bir sistemin ne olduğunu hayal edemiyorlar. Çünkü beyinleri bu çağa göre çalışıyor. Çağın üzerinde düşünemiyorlar. Beyinleri ve hayal güçleri bu sistem tarafından sınırlanmış. Kalın hatlarla çizilmiş bu sınırların dışarısına çıkamıyorlar.


Allah'a ve ahiret gününe iman eden biri, içinde bulunduğu çağın dikte ettiği düşünce ve fikirlere değil; çağların üzerinde olan iman esaslarına göre yaşamalı ve düşünmelidir. Hz. Nuh as da 950 sene yaşadı, kendine inandırabildiklerinin sayısı bir elin parmaklarını geçmedi o 950 senede. Yani tıpkı bugünkü gibi küfrün hakim olduğu bir çağdı o da. Hz. Nuh'a inananlara aptal, geri kafalı dendi yıllarca. Ama unutmayın ki hak, ona inananların çokluğuyla ölçülmez. Bir kişi inansa da, hak haktır. Doğru doğrudur. Biz Müslümanlara ''bu yüzyılda şeriat mı olur be manyak mısınız siz'' demeleri bizi caydırmamalı. Hatta birtakım Müslümanların bile Allah'ın kanunlarına karşı çıkmaları, kafamızda soru işareti uyandırmamalı. Çünkü deli değiliz. Dünya üzerindeki tek sağlam insanlar olmak bizi deli yapıyorsa, belki de deliyizdir. Akıllı olduğunu söyleyenlerin bu dünyayı kandan kana, sömürüden sömürüye sürüklediği bu çağda; bizlerin deli olduğumuzu düşünmeleri, onlarla aynı fikirde olmadığımız içindir. Ki amacımız da budur. Popüler ve güç sahibi olan akıllılık değil, kimsenin tamah etmediği, bağlı kalmadığı delilik.. Unutmayın ki atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli derler.


Her gün şehadet etmeliyiz; ''Allah'ım senin kanunların ve emirlerin dışında hiçbir kanunu tanımıyorum. Senin reddettiğin her şeyi reddediyorum.'' diye. Herkesin bir gün içinde defalarca dinden çıktığı bu dönemde, en azından Allah'ın dininde kalabilmeyi denemeliyiz. Allah'a olan akdimizi yenilemeliyiz. Aksi halde Hz. Nuh'un yanında olan bir avuç insan değil; gerçeği görmemekte ısrar eden inkarcılardan olacağız.

Selametle..