26 Nisan 2014 Cumartesi

JFK

''Protesto etmeniz gereken yerde susarak günah işlerseniz, insanlardan korkaklar üretirsiniz.'' Ella Wheeler Wilcox


Yaklaşık iki sene önce başlığını atmıştım bu yazının.
Fakat araya bir sürü şey girdi, unuttum gitti.
Lakin tarihte özellikle konuşmak istediğim insanlardan birisi John F. Kennedy.

Hakkında Türkçe olarak da birçok yazı, birçok kitap yazıldı. Haberler yapıldı. Yani neredeyse bir Amerikalı kadar bilgi sahibiyiz Kennedy hakkında. Hatta şuna emin olabilirsiniz ki, Amerikalıların bilmediği çok şeyi biliyoruz bu konu hakkında. Bizzat kendi Amerikalı tanıdıklarıma soruyorum neyi ne kadar bildiklerini; aldığım cevaplar yalnızca Amerikanın bilmem kaçıncı başkanı imiş, ve öldüren adamın ismi ne imiş bu gibi şeyler.


Çünkü Amerikalılar için hayat, inanın ki bizdekinden çok ama çok farklı. Sanki hakem hatalarının olmadığı, karşı karşıya kalınan her pozisyonun gol olduğu, Polyanna'ların gerçek ama Gargamel'lerin sahte olduğu bambaşka bir dünyada yaşıyorlar. Çünkü birçoğu komploya inanmıyor. Bir şeyler elde edebilmek için elini kirletebilecek adamların yüksek makamlarda değil, yalnızca sokaklarda veya orta doğuda yaşadıklarına inanıyorlar.


Örneğin sıradan bir Amerikalıya ''11 Eylül'ü yapan bizzat Amerika'dır'' diyemezsin.
Bunu açıklayamazsın. Çünkü sana ''neden peki?'' der.
Sen de; ''E çok basit. Amerika'nın orta doğuya girmek için çok çarpıcı bir olaya ihtiyacı vardı. 11 Eylül de Amerika'nın orta doğuya giriş biletiydi.'' dersin.
Fakat o sana; ''Biz oraya insanları özgürleştirmek, zalim hükumetlerden ve teröristlerden kurtarmak ve demokrasi götürmek için girdik'' der.
Sen de; ''Amerika'da ne içiyo olum bunlar yaa?'' der durursun kendi kendine.


Çünkü Amerikalılar için televizyon asla yalan söylemeyen bir alettir. Yalan söylemeye ihtiyacı olamaz televizyonun. Bu yüzden duydukları her habere asla şüphe etmeden inanırlar. Bi de üzerine 11 Eylül konulu birkaç duygusal film yapıldı mı, tamamdır. Bundan sonraki filmlerde sürekli iyi kalpli Amerikalılar, kötü kalpli teröristleri yakalarlar. Dünyayı daha iyi bir yer yapanlar daima Amerikalılardır. Ve dünya televizyon izleme oranlarının en yüksek olduğu yerin Amerika olduğunu da hesaba katarsak, bunun insanlar üzerinde nasıl bir etki bıraktığını anlarız.

Bunun sebeplerinden biri de batılı ülkelerin daima rahat içinde yaşamalarıdır. Kendilerini sömüren kimse yoktur. Ekonomik ve siyasal özgürlükleri vardır. Yüksek maaşlar alırlar. İş koşulları iyidir. Pembe fayanslı tuvaletleri ve içinde kendini evinde hissettiğin arabaları vardır. Bu kadar rahat yaşayan insanlar, etraflarında bir şeylerin ters gittiğini kabullenmekte çok ama çok zorlanır. Maaşını ödeyen devletin, o parayı aslında orta doğuyu sömürerek ödediğini düşünemez bile.

Fakat sömürülen ülkelerin halkları daima bir komploya inanmıştır. Çünkü bizzat kendileri o komployu yaşıyorlardır. Batılılardan çok daha kötü şartlarda, çok daha fazla mesai saatlerince çalışıyorlardır ama maaşları batılıların aldığının neredeyse yarısı bile değildir. Ülkeleri batılılara sormadan tek bir yasa çıkaramaz. Hem ekonomik, hem de siyasal olarak sömürülürler. Halk etrafta dolaşan bu kadar açlığı ve yoksulluğu gördüğünden, daima bunun bir sebebi olduğunu, o sebebin de batılıların onları sömürmesi olduğunu bilmişlerdir. Ki nitekim bu yüzden batılılar kapitalist, doğulular komünist olur.


Bunu gözlemlemek için uzağa gitmeye de gerek yok aslında. Ülkemizden de aynı şeyleri biliyoruz zaten. Zengin kesim daima hayatın tos pembe olduğunu düşünen insanlarken, fakir veya orta sınıfın neredeyse tamamı dünya ve ülke üzerindeki komplolara inanır. Tutup da Etiler'de, Bebek'te birine sorarsanız; ''Sizce dünyayı Yahudiler mi yönetiyor?'' diye, ''Ya bence komplo teorisi onlar, kimsenin dünyayı yönettiği falan yuookk'' gibisinden cibisinden bir cevap alırsınız.


Fakat orta dereceye inerseniz, size Yahudiler hakkında sizin bile bilmediğiniz şeyleri anlatacak binlerce insan bulursunuz. Çünkü onlar hayatın neden bu kadar kötü veya adaletsiz olabileceğini düşünen ve sonunda da sebeplerini bulan insanlardır. Diğerinin düşündüğü şey, ertesi gün hangi gece kulübüne gideceği veya Amerika'da çıkan yeni ürünün ne zaman ülkeye geleceğidir.


Onlar1 milyon dolara iç çamaşırı satan Victoria Secret'tan giyinmeyi çok severler. Bu yüzden bu kadar para verdikleri iç çamaşırlarını insanlara gösterecek kıyafetler tercih ederler. Şunu unutmayın ciğersizler; Victoria Secret marka iç çamaşırına sahip olan bir insanın oturma organı, kafasından çok daha pahalı demektir. Zira bir iç çamaşırına o kadar para veren insanlar, beyinleri beş para etmez insanlardır. Kafasının fiyat etiketi maksimum 4 iken, iç çamaşırlarının fiyat etiketleri minimum 1000 dolardır. Bu da insanların, kafalarına kıçları kadar önem vermediklerini veya kafaları yerine kıçları ile düşündüklerini gösterir.

Bu adama ne anlatabilirsin ki?

Neyse.

JFK demiştik. Çok merak ediyorum yaşasaydı ne olacaktı diye. Çünkü düşünün ki Vietnam'a yeni girmiş olan Amerika'yı oradan çıkarma kararı almıştı. FBI ve CIA'in tüm üst tabaka kadrosunu tamamen tasfiye etmeye başlamıştı. İsrail'e ''nükleer silah falan yaparsan ağzına bacağımı sokarım!'' diye bir mesaj vermişti. Hatta Uluslararası İlişkiler okuyanlar bilirler meşhur Küba Füze Krizini. O krizi çözen de bizzat kendisidir.

Küba Füze Krizinde olanlar aslında çok ilginçtir hacı. Rusya, Küba kıyılarına savaş gemilerini sokunca Pentagon direk ''saldıralım, ebelerini belleyelim gavatların!'' der. Kennedy de; ''Olüüüümm, bi sakin olun. Bi öğrenelim ne ayak olduklarını, olmazsa ben tek dalarım'' der.


İşin şakası bir tarafa bu krizde Kennedy ile Kuruşçev arasındaki konuşmalar iki tarafa da değiştirilerek verilmiştir. Yani konuşmalar tahrif edilerek birbirlerine ulaşmıştır. Ve dünya resmen bir nükleer bir savaş ile karşı karşı kalmıştır. İşin bizi ilgilendiren tarafı da şudur; Sovyetlerin Küba kıyılarına nükleer füzeler yerleştirmesinin sebebi, Amerika'nın Türkiye kıyılarına nükleer füzeler yerleştirmesidir. Sovyetler Birliği bunu kendisine yapılan bir tehdit olarak algıladığından, misilleme yapmış ve Küba kıyılarına füze göndermiştir.


Yani Küba'daki füzeler ateşlenseydi, Türkiye'deki füzeler de ateşlenecekti. Kendimizi bir nükleer savaşın tam ortasında bulacaktık yani. Bu krizi, Pentagon'a rağmen önleyen de John F. Kennedy ve adalet bakanı olan kardeşi Robert Kennedy'dir. Tabi Kuruşçev'in de hakkını teslim etmek lazım. Ne gariptir ki bu krizi çözen John F. Kennedy'den sonra kardeşi Robert Kennedy de suikaste kurban gidecek, Kuruşçev de itibarsızlaştırılarak istifaya zorlanacaktır.


Bu arada, bu kriz de bize Amerika'ya başkaldıran herkesin özgür olmadığını bir kez daha göstermiş oldu. Küba Amerika'ya yıllardır başkaldırıyor, ama gördüğünüz gibi kendileri Rusya'nın kuklası olmaktan başka bir şey değiller. Eğer o füze krizi savaşa dönüşseydi, binlerce hatta belki milyonlarca Kübalı bir Amerika-Rusya güç savaşı uğruna ölecek veya vatanlarından olacaktı.


1960'lı yıllara baktığımızda Amerika'da bir çeşit temizleme operasyonu vardı. John. F. Kennedy, Robert Kennedy, Lee Harvey Oswald, Jack Ruby, Martin Luther King, Malcolm X, Marilyn Monroe benim ilk seferde aklıma gelenler.


Marilyn Monroe demişken, bu konuda ondan bahsetmemek olmaz sanırım.
Bildiğiniz gibi John F. Kennedy Jacqueline Bouvier ile evli idi. Evli, iki çocuk babası bir adamdı, tıpkı her başkanın olduğu ya da olması gerektiği gibi. Çünkü daha bir evlilik dahi yapmamış ve çocuğu olmamış adama devlet emanet etme fikri halk arasında pek benimsenmeyen bir fikirdir.

Her neyse.
Kennedy CIA ve FBI ve Pentagon'daki tasfiyelerine başladıktan sonra niyeti hemen anlaşılır. Bunun üzerine bir de Vietnam'dan çekilme kararı almış, üstüne üstlük bir de Sovyetler ile ilişkilerini düzeltmeye başlamıştır. Bunun hemen akabinde Kennedy hakkında haberler çıkmaya başlar; Oy çalma iddiaları, yolsuzluk iddiaları ve eşini aldattığı iddiaları gırla gitmeye başlar. Zira yaklaşık 113 bin oy farkıyla Amerika'nın en az farkla seçim kazanan, en genç ve ilk Katolik başkanı olmuştur kendisi.


Kennedy'nin gittiği birkaç yemekte Marilyn Monroe da bulunur. Tabi Marilyn'in oraya gelişi asla tesadüf değildir; zira birileri tarafından özellikle getirilmiştir. Hatta şöyle söyleyeyim; Marilyn Monroe Jack Ruby'nin yüksek sosyete gece kulübünde sahneye çıkar. Araları da çok iyidir. Jack Ruby bir Yahudidir ve kendisini ''ateşli bir Kennedy sempatizanı'' olarak tanıtır. Bu sebeple Marilyn'i Kennedy ile bir araya getirir. Tanışmaları sırasında ''tesadüftür'' ki tüm basın mensupları orada bitiverir ve bunu ''bir yakınlaşma'' olarak yazarlar. Sonrası ise önü alınamaz şekilde devam eder.


Marilyn, her gün çıkan bu haberler karşısında epey rahatsız olur. Çıkıp konuşması herkes için risktir elbette. Bunun üzerine Kennedy suikastinden kısa bir süre önce, evinde aşırı derece uyuşturucu almaktan ölü bulunur. Bir insanın o kadar uyuşturucu kullanması olacak iş değildir ama. Kendisini Kennedysever olarak gösteren Jack Ruby, bir süre sonra Kennedy suikasitinin şüphelisi iken Lee Harvey Oswald'ı onlarca polis, FB ve CIA ajanı ve de basın mensuplarının gözü önünde öldürür. Kendisi de hapiste ölü bulunur.


Geçenlerde ''The Kennedys'' isimli birkaç bölümlük bir dizi izlemiştim. Algıyı etkilemek nedir, fikir dayatmak nedir tekrar gördüm o dizide. Zira dizi baştan aşağıya Kennedy ailesine inanılması güç iftiralar atıyordu. Kennedy hayattayken uydurulan her asparagas haber bu dizide kendisine yer bulmuş yani öyle diyeyim. Marilyn Monroe ile hem John hem de Robert Kennedy'nin ilişkisi olduğunu, ailenin uyuşturucu kullandığını, Kennedy'nin oy çaldığını ve daha nicesini saydıran bir dizi bu. Amerika'da hala Kennedy hakkında film, belgesel ya da dizi yapmak yasak olduğundan, diziyi Kanada yapıyor. O da ilginç tabi. Katie Holmes falan da oynuyor dizide.

Belgelerin açıklanmasına az bir zaman kaldığından, halkın beynine yavaş yavaş bu fikirler veriliyor. Kısacası psikolojik zemin hazırlanıyor.

Çünkü şuan Kennedy hakkındaki belgelere ulaşmak kesinlikle yasak. Suikastten sonra yanlış hatırlamıyorsam 70 yıl hiçbir belge açıklamama kararı alınmıştı. Üzerinden yeterince zaman geçip, bu olaya şahit olanların hepsinin ölmesi ve yeni nesil için dünün haberi olması açısından gayet mantıklı bir karar. Hem bu arada o yıllarda birtakım belgeler uydurulup kasalara saklanınca, aradan bu kadar uzun yıl geçtikten sonra o sahte belgelerin aslında gerçek olduğunu söyleyebilecekler. ''İşte bakın 70 yıl öncesinin belgeleri bunlar'' diyebilecekler yani.

Zaten bu gibi bir diziden ne beklersiniz? Kennedy'ler hakkında bilgiler versin, ne gibi zorluklar yaşadıklarını göstersin, elbette biraz da magazin katsın ama Kennedy'nin hayatını mücadeleye adadığını da es geçmesin. Fakat bu dizi tamamen hırsızlıklar, yolsuzluklar, ihanetler üzerine kurulu bir çeşit Aşk-ı Memnu, bir çeşit Kavak Yelleri olmuş.

Kennedy, nasıl bir sistemin var olduğunu anlar şüphesiz. Siyasetten ekonomiye ve askeriyeye, polisten istihbarat teşkilatlarına kadar her yere sızmış ve eline geçirmiş bir sistemden bahseder son konuşmasında. Zira bu, onun suikastinden önce halka yaptığı son konuşmadır. Bir nevi halkın ve dünyanın ne ile karşı karşıya olduklarını anlamaları ve kendisine destek olmalarını ister. Bugün hepimizin söylediklerini, Kennedy 1960'larda zaten söylemiştir. Ve böyle bir yapıyı deşifre etmek, Amerikan başkanı olsanız da sizi infaz edilmekten kurtaramaz.
O konuşma şöyle;

‘’Gizlilik sözcüğü, özgür ve açık bir toplumda tiksindiricidir. Ve bizler insan olarak, doğamız ve tarihimiz gereği; gizli topluluklara, gizli yeminlere ve gizli işlemlere karşıyızdır. Karşı olduğumuz, dünyayı sarmış olan ve öncelikle; kendi etki alanını genişletmek için gizli saklı amaçlara dayanan, kocaman ve acımasız bir komplodur.
Bu komplo; saldırı yerine içimize sızmaya, seçim yerine hükümeti yıkmaya, seçme özgürlüğü yerine korkutmaya dayanan bir komplodur.

Bu öyle bir sistemdir ki; muazzam miktarda insani ve maddi kaynakları, sıkıca ördüğü diplomatik, istihbarat, ekonomik, bilimsel ve siyasi operasyonlarla birleştirerek, yüksek verimli bir makine haline getirip, emellerine doğru sürükler.
Onun hazırlıkları gizlenir, yayınlanmaz.
Onun hataları gömülür, gazete manşetlerine geçmez.
Onun muhalifleri susturulur, övülmez.
Hiçbir harcama sorgulanmaz, hiçbir sır açığa çıkmaz.

Bu nedenledir ki, Atinalı yasa koyucu Solon; onu özgürce tartışmadan kaçınan her vatandaş için suç addetmiştir. Olağanüstü bir vazife olan Amerikan halkını aydınlatma ve uyarma konusunda sizden yardım istiyorum.

Sizin yardımınız sayesinde şunu rahatlıkla söyleyebilirim; İnsanoğlu doğduğu şekilde olacaktır; Özgür ve Bağımsız.’’


JFK suikaste uğramasaydı acaba neler olurdu hiç düşündünüz mü?
Tüm bu sistemi tasfiye ettiğini, tüm nükleer silahları yok ettiğini?

Tabii ki tüm dünyayı köleleştiren ve kendi karbon devletleri yapan bu sistem, bunun olmasına izin vermezdi. Bu yüzden de öle uykusunda falan öldürüp kaza süsü vermediler, tüm insanların gözlerinin önünde bir katliam yaparak bir mesaj verdiler. Bu mesajı verdiler ki, bir daha kimse kendileriyle aşık atamasın. Nitekim ondan sonra da bu sisteme karşı gelen tek bir ses yükselmedi.

Bir kişi dışında;
Robert Kennedy.

John F. Kennedy suikaste kurban gittikten sonra, kardeşi Robert Kennedy adalet bakanlığından istifa etti ve kısa bir süre sonra da başkanlığa aday oldu. Ağabeyinin verdiği mücadelede kendisine en yakın isim de zaten oydu. Bu sistemin nasıl çalıştığını, iplerinin kimlerin ellerinde olduğunu da gayet iyi biliyordu. Ağabeyinin tüm Amerika hatta dünyanın gözü önünde suikaste kurban gitmesi ve tüm delillerin yok edilip, üstünün örtülmesi Robert'ı vazgeçirmedi. Nam-ı diğer Bobby'i.


Robert Kennedy, altı ön seçimin tam beşini kazanmıştı. Bu da demek oluyordu ki, bir sonraki başkan kesinlikle Robert Kennedy olacaktı. Hakeza ağabeyine yapılanlardan dolayı da halkın kendisine bakış açısı belliydi. Fakat California seçimlerini kazandıktan hemen sonra yaptığı konuşmanın ardından o da suikaste kurban gitti.

Ve ne kadar ilginçtir ki, Amerikan hükumeti, yetkilileri ve medyası John F. Kennedy'i de, kardeşi Robert Kennedy'i de ''öfkeli yalnız adamlar'' tarafından öldürüldüğü fikrini benimsedi ve halka bunu dayattı. Yani canı sıkılan gidip Kennedy'leri öldürüyordu bu dünyada. Canı sıkılan Martin Luther King'i, Malcolm X'i öldürüyordu. Darbeleri yalnızca iyi kalpli askerler, ülkelerini kurtarmak için yapıyordu. Aslında Gargamel bile yoktu bu dünyada, yalnızca şirinler vardı.


Ve siyonist sistem Kennedy'lerden o kadar korkar oldu ki, sonunda neredeyse tüm ailenin kökünü kazıdılar. Kennedy'lerin lanetini duymuşsunuzdur. Birkaç örneğine bakın; LinkLinkLink

Kennedy ile irtibatı olan Paul Findley; ''They Dare To Speak Out'' adlı kitabında, Yahudi lobisinin seçim kampanyasında sıkıntı yaşayan Kennedy'e gelip;

''Kampanyanızda bazı ekonomik sıkıntılar yaşadığınızı biliyoruz. Fakat orta doğu politikamızda bize yardım eder ve bizimle iş birliği yaparsanız tüm sorunlarınızı çözeriz ve daima arkanızda olur sizi koruruz....'' dediğini yazar.


Nitekim Jacqueline Kennedy de suikastten sonra yaptığı ve kendisinin ölümünden sonra yayınlanmasını şart koştuğu röportajında ''Suikasti planlayanlardan birinin Lyndon Johnson olduğunu, Küba füze krizinden sonra John'un sürekli olarak tehditler aldığını ve ''Biri beni vuracaksa, o gün bugündür'' dediğini, kendisine suikast yapılacağından sürekli bahsettiğini'' söyler. LinkLinkLink


Yani olayların doruğa ulaştığı nokta buradan da anladığımız gibi Küba Füze Krizidir. Çünkü bu krizden sonra Kennedy'nin açıkça lobiye karşı muhalif olduğu görülür. Fakat Küba Füze Krizinin bizim açımızdan da önemi çok büyüktür. Yalnızca biraz dikkatli bakmak gerekir. Küba Füze Krizi dediğimiz olay; Amerika'nın ''Türkiye'ye'', Sovyetlerin de Küba'ya füze yerleştirmesiyle ortaya çıkmış bir krizdir.
Bu durum şunu gösterir;
Küba, Rusya'nın kuklası iken; Türkiye de Amerika'nın kuklasıdır.
Küba, Rusya'ya bağlı iken; Türkiye Amerika'ya bağlıdır.


Ve düşünün ki, adamlar kendi ülkelerinin güvenliğini bizim gibi küçük ülkelerin üzerinden sağlıyorlar. Bildiğiniz üzere 1960'da Cemal Gürsel isimli şahıs Demokrat Parti hükumetine darbe yapmıştı. Darbenin ardından da kendisini cumhurbaşkanı ilan etmiş, Milli Birlik Komitesi, Anayasa Mahkemesi gibi kurulları da kendisi kurmuştu.

Bu adam Küba Füze Krizi'nde bizzat Amerika'nın bölgedeki güvenliğini sağlamak üzere teminat vermiş ve Amerika'nın isteği üzerine Amerikan füzelerini Rusya'ya çevirmiştir. Küba Füze Krizinde, Amerika'nın Türkiye komutanıdır kendisi. Ve darbe öncesi çok ilginçtir ki, Kennedy'nin yardımcısı olan Lyndon Johnsson ile görüşmüşlerdir. Kısa süre sonra da Lyndon Johnsson Amerikan başkanı, Cemal Gürsel de Türkiye Cumhurbaşkanı olmuştur. İngiltere savaş uçaklarının, Türk hava sahasını kullanmaları için yasa çıkarmıştır.

''Süleyman Demirel devletin başına geçerse her şeyi sorunsuzca hallederiz. Aydın adamdır, yobazlığa yüz vermez. Onu başa geçirirsek sorun kalmaz'' diye bir söylemi vardır.

Ve bu Cemal Gürsel, bugün cumhuriyetin ikinci kurucusu diye anılır. Cumhuriyetin kurtarıcısı diye anlatılır bugün. Cemal Gürsel hakkındaki bilgiler ortada, açın kendiniz de bakın. Neyin ne olduğunu çok rahat çözersiniz. Tüm bunlardan sonra o darbeyi Amerika'nın yapmadığını söyleyebilir misiniz? Kennedy'leri ortadan kaldıranlar, buraya da el attılar elbet.

Neyse.
John ve Robert Kennedy suikastleri neredeyse birbirinin kopyası. Hakkında çok okudum, araştırdım zamanında. Şimdi her olayı ince ince konuşmak istemiyorum uzamasın diye. Fakat birkaç kelam edelim hacı cavcav.

Lee Harvey Oswald, zamanında Amerikan ordusunda ve haber alma teşkilatında görev almış bir adam. Görev sırasında Rusya'ya gitmiş ve bu yüzden de kurban olarak seçilmiş, hepsi bu. Sorunları olan bi adam. Suikastle alakası yok. Zira Kennedy'e üç taraftan ateş ediliyor ve sekiz-dokuz tane kurşun giriyor. Aynı anda üç yerde olabilme yeteneğine sahip değilse, bu adamın bu suikasiti yapma ihtimali benim yapma ihtimalimle aynıdır. Zavallı herifin üzerine atıyorlar ve konuşmasın diye de ertesi gün herkesin önünde öldürüyorlar.


Bobby Kennedy'nin katil zanlısı Sirhan Bişara Sirhan ise tamamen ajayip bir olay. Zira Sirhan Sirhan hala hapiste ve hala Kennedy'i kendisinin vurmadığını söylüyor. Bu suikasti anlatan bir belgesel vardı ama yutub kapalı olduğundan adres veremiyorum. Sirhan Sirhan'ın ağır hipnoz altında olduğunu kanıtlayan birçok belge yayınlamışlardı o belgeselde. Ve bugün hala kabul etmemesi, kesinlikle böyle bir şey yapmadım demesi de bunu daha da kuvvetlendiriyor.


John F. Kennedy suikasti hakkında Oliver Stone'nun yaptığı, Kevin Costner'ın oynadığı mükemmel bir film var; JFK isimli. Bu suikast hakkında bilmek istediğiniz, dahası Amerika'daki lobiler hakkında bilmek istediğiniz neredeyse her şeyi özetleyen harika bir film bu. Kesinlikle kendinize zaman ayırın ve saçma sapan macera ya da aşk filmleri izleyeceğinize bu ve bu gibi filmleri izleyin. Ki bu filmi izledikten sonra kafanızda bir şeylerin değişeceğini ben size garanti ediyorum. (Fragmanı; Link)


Robert Kennedy hakkında da Bobby isimli bir film var. Suikaste pek girmiyorlar ama suikast öncesine kadar olanları, Bobby Kennedy'nin hayatına dokunarak anlatıyorlar. Ama Bobby'i tanımak için çok güzel bir film, bunu da izleyin.

Dünya üzerine kurulu bu düzeni fark eden ve bu düzene karşı bir şeyler yapmaya çalışan, bunu da hayatlarıyla ödeyen adamlar daima oldu. John ve Bobby Kennedy kardeşler de onlardan iki tanesiydi şüphesiz. Çok yakında bu gibi adamlar o kadar çoğalacak ki, bu düzen daha fazla cinayet işleyemeyeceğini anlayacak ve yıkılacak. Para, petrol ve altın için birbirlerini öldüren insanlar yakında kendi kendilerini çökertecekler. Bu düzen yıkıldığında ise, Kennedy kardeşleri de saygıyla yad etmek bizlerin görevi olacak.

Selam ve saygı ile..

20 Nisan 2014 Pazar

İDEOLOJİ

Selamın aleyküm.

Bu garip çağın, garip insanlarının hayatlarını yönlendiren en büyük etkeni konuşmak istiyorum bu yazıda sizinle; ideoloji.

Büyük ihtimalle çoğumuzun zaten bildiği, fakat farkında olmadığımız şeyler var hayatımızda.
Fikirlerimizi etkiliyor, düşünmemiz gerekenlere karar veriyor bu sistem.
En büyük zorluğu da, ne yazık ki bu zehrin kafamızın içinde olması.
Kafamızın içine birileri tarafından yerleştirilmiş veya kendimizin yerleştirildiği bir zehir var.

Bunu isteyerek yerleştirenleri konuşmaya gerek yok, onlar zaten neyin ne olduğunun farkında. Ki zaten farkında oldukları için bunu yapıyor onlar. Ben sadece bu yazıda insan hayatını bu denli etkileyen ideolojinin, ne derece tezatlık, ne derece çelişki, ne derece ağır şerefsizlik ve gavatlık doğurduğunu konuşmak istiyorum.

İdeoloji denilen zehir öyle bir şeydir ki, bir ideolojiye sahip olan insan için, karşı ideolojiye sahip olan insan kesinlikle haklı olamaz. Kesinlikle doğru söyleyemez. Asla ve asla bir konuda isabet etme, doğruyu konuşma ihtimali yoktur. Karşı ideolojideki insanların alayı, her konuda haksızdır. Biri için ofsayt olan pozisyon, diğeri için nizamidir. Karşı ideolojiden biri o pozisyona penaltı dediyse, diğeri mutlaka ''karı mısınız olum siz futbol erkek oyunu, yok orda bişey!!!'' demek zorundadır. Kural budur.


İki kere iki dört diyen bir karşı ideoloji mensubuna aşırı derecede felsefe yapılır; ''ama onların arasında sonsuz sayılar varmış, neyin ne olduğunu bilemeyiz kii, sayı doğrusunda bir sürü kesirli sayı vaarr!!!''

Yoğurt beyazdır diyen kişi, ''kime göre neye göre'' diye sığırımtırak bir cevap alacaktır.

Çünkü ideoloji tam olarak budur.
Tam olarak.
Karşındaki ne derse mutlaka yanlıştır, yalandır, saçmadır, suçmadır.
Fakat kendi ideolojindeki insanlar ne derse, aynı oranda doğrudur.
Bunu savunmalıdırlar.

Fakat ne gariptir, ne ilginçtir ki bu ideoloji denilen meret yalnızca bu coğrafyada vardır. Dünyanın her yerinde elbet görüş ve bakış açısı farkı vardır, bunu onunla karıştırmayın. Diğer ülkelerde yaşayan herkes tek bir şeye, tek bir şekilde inanmıyor yani. Fakat aradaki fark; buradaki şey hayat şiarıdır, oradakiler ise yalnızca düşünce farklarıdır.

Sebebi de çok ama çok açıktır.
İdeoloji denilen şey, orta doğu ülkelerini yani kısaca sömürülecek olan ülkeleri karıştırmak için doğmuştur ve pazarlanmıştır. Yani ideoloji, ithaldir. İngilizler, Amerikalılar, Fransızlar gelirler ve birtakım ideolojilerin reklamını yaparlar bu tür ülkelerde. Sanat adamları yetiştirirler, filmler çekerler, diziler yaparlar, programlar düzenlerler. Belirlenen ideolojiyi tanıtmak için her zaman ünlü isimleri kullanırlar. Aydın görünümlü insanları sahaya çıkarırlar. Ve elbette ki belli mantıklı noktalar üzerinde dururlar, biraz akla yatkınlık katarlar. Fakat tüm bu ideolojik düşüncelerin temeli çürüktür. Dün de çürüktü, bugün de çürük. Yarın için konuşmaya gerek de yok zaten. Zira bu kafa yapısı değişmez.


Mesela geçenlerde bir seçim atlattık malumunuz.
Ve dikkat edin, her bir seçimde ülkede kutuplaşma giderek artıyor.
Her bir seçimde biraz daha hatlar kalınlaşmaya başlıyor.
Millet biraz daha tahammülsüz, biraz daha gergin, biraz daha kavgaya meyilli oluveriyor.
Halk giderek ikiye bölünmeye başlıyor, çünkü kimsenin karşıt düşüncedeki insanlara tahammülü kalmadı.
''Sen nasıl o partiye oy verirsin'' düşüncesi, insanları birbirinden ayırıyor.


Mesela ben seçimden önce ''Senaryo'' isimli bir yazı yazmıştım hatırlarsınız.
Bu ülkenin bir vatandaşı olarak, bir Müslüman ve bir insan olarak ne gördüğümü yazdım o yazıda.
Olacaklar hakkında tahminlerimi sıraladım.
Ve hepsi de doğru çıktı maalesef.
Zira bunların olacağını bilmek veya öngörmek için Einstein olup atomu parçalamaya falan gerek yoktu. Her şey bal gibi, dağ gibi ortadaydı.


Fakat ülkenin karışacağını bilmek ve bunu dile getirmek bile kimi insanlar tarafından ideolojik mesaj olarak algılandı. Çok normal. Çünkü ideolojileri onlara bunları yapmalarını emrediyor.


Ülkede inanılmaz bir furya var bu ara. Ve dediğim gibi, hükumet önümüzdeki iki seçimi de alırsa, Allah korusun ama bana bir iç savaş çıkacak gibi geliyor. Çünkü eğer biraz dünya stratejilerinden, kapitalizm stratejilerinden anlıyorsanız, şuan orta doğu, balkanlar ve kuzeyimizin ne denli karıştığını görür ve bunun sebebini kendiniz bulursunuz.

Kısacası tansiyonun yükselmesi ve asla alçalmaması gerekiyor. Üçüncü dünya savaşına giden yola çoktan girdik bile. İlk iki dünya savaşının nasıl çıktığını bilirseniz, aynı olayların yaşandığını zaten görürsünüz. Ama at gözlüklü olmayacaksınız aga. Okul kitaplarında size gösterilen tarihin gerçek tarih olduğunu düşünüyorsanız, zaten sizin için yapacak pek fazla bir şey yok. Siz karşı karşıya pozisyonda topu taca atarsınız.


Zira ideoloji denilen şey, insana daha ilkokulda aşılanmaya başlar. Senin önüne bir tarih tezi sunarlar, bu tarih tezinde her şey adeta bir masal gibidir. İnanılmaz derecede destansı kahramanlıklar anlatılır. Geçmiş ile bugün arasında kıyaslama yapılır. Geçmişimizden kurtulduğumuz için çok şanslı olduğumuz fikri resmen ve alenen dayatılır o yaştaki çocuklara. Bu yüzden geçmişe de, geçmişteki kişilere de, geçmişteki inançlara da nefret besleyen beyinler yetiştirilir. Ve en kötüsü de, bu sistem yıllardır uygulandığı için, bu çocukların ana babaları da aynı sistemle yetişmiş ve aynı düşünce dayatmalarına maruz kalmıştır. Okulda öğrendiklerini evde doğrulayan anne babalar oluşur böylece.


Maalesef ki, ilk öğrendiği şeyler çocukların hayatlarında çok önemli yer tutar. Çünkü çocuk beyni kayıt cihazı gibidir; ne duyarsa, ne görürse kaydeder. Sorgulama yeteneği olmadığından da, hemen inanır. Sebebe veya sonuca ihtiyacı yoktur. Bir bilginin, her şeyi doğru bildiğini düşündüğü öğretmeninin söylemesi yeterlidir onun için.

Peki yıllardır kendisine öğretilen, hatta yemişim öğretilmesini dayatılan bu bilgiler, bu tarih, bu fikirler tamamen bir yalandan ibaretse? Ya da yanlışsa?


Aradan 20 yıl geçer ve 20 yıllık hayatı boyunca öğrendiği şeylerin tamamen yalan olduğunu kimse kabullenemez. Çünkü hayatı boyunca buna inandı. Hayatı boyunca böyle düşündü, böyle yaşadı. Ve o kadar yıl sonra birisi gelip de ''ama bunların hepsi yanlış'' derse, elbette bunu demekteki sebeplerini, gerekçelerini dinlemeden es geçecektir. Hatta birçoğu her şeyi görse de, içinden inanmak gelmeyecektir. O güne kadar inandığı şeyden vazgeçemeyecektir.


Bu yüzyılın tüketim çılgınlığının anası olan kapitalizme karşı olanlara, kapitalizmin kontrolünde bir karşı ideoloji verildi; komünizm.

''Eğer tüm dünyayı sömüren bu kapitalizm canavarına karşı olmak istersen, yapman gereken tek şey komünist olmak'' dediler.

E peki bunun üçüncü şıkkı nerede?
Ben başka bir şey düşünemeyecek miyim?
Komünist olmazsam, kapitalist mi olacam?
Kapitalizme karşı çıkmanın tek yolu komünizm mi?

Ah be hacı, nası bi zoka yuttuğunu bi fark etsen.
Yıllarca bu ülkedeki filmlerin ve dizilerin neden komünizm propagandası yaptığını bi düşünsen, anlayacaksın neyin ne olduğunu. Neden bu ülkedeki neredeyse bütün ünlülerin aynı görüşe sahip olduğunu hiç mi düşünmedin kanka?

Neden Tarık Akan'ıydı, Levent Kırca'sıydı, Zeki Alasya'sıydı, Müjdat Gezen'iydi, Mehmet Günsür'üydü, Halit Ergenç'iydi, M.Ali Alabora'sıydı, Levent Üzümcü'süydü, Pınar Altuğ'uydu, İlyas Salman'ıydı ve daha ne kadar ararsan ünlü, neden hep aynı görüşe sahip bu ülkede?
Ülkemizin ünlüleri..
Ya aralarında beş on tane de farklı dünya görüşüne sahip insan olmaz mı abi?
Bu adamların hepsi laik, hepsi seküler, hepsi solcu, hepsinin İslam ile sorunu var, hepsi aynı görüş etrafında birleşmiş. Zaten gezide neyin ne olduğunu gördük. Katılmayan birkaç ünlüye resmen linç girişimi yaptılar hani hatırlarsanız, yalaka dediler, korkak dediler, niye destek olmuyorsun dediler. Faşist misiniz olum siz? Sizin görüşünüzde olmayan herkesi bu şekilde dışlayacak mısınız lan?


Haa, demek ki iş belli aga.
Bu ülkede ünlü olmanın belli şartları olduğunu hepiniz bilirsiniz. Televizyona çıkıp; ''Ben Müslümanım, şeriatçıyım'' diyen bir tane ünlü gördünüz mü bugüne kadar? Görmediniz, çünkü sistem tamamen bunun üzerine kurulu. Bu sistemde başörtülüler ancak dizi ve filmlerde temizlikçi rolünde oynayabilir, asla başörtülü ama zengin, zeki, güzel bir başrol oyuncusu göremezsiniz.Tabi şu ara atv'de Huzur Sokağı diye bir dizi var, o da Türk televizyon tarihinde bir ilktir yani.


Hani Ousmane Sembene demişti ya;
''Kendilerini temizlemek için sanatçılarına ve fikir adamlarına, yalnızca kendilerini kapsayan insan tarifleri yaptırdılar.''

Ne kadar haklı olduğunu bir kez daha tecrübe etmiyor muyuz?

Ne kadar ünlü varsa hepsi aynı görüşe sahip, hepsi sokakta komünist, sosyalist, ekranda kapitalist.
Hepsinin dünya görüşü aynı.
Hepsi bir yandan halktan insan ayağına yatarken, diğer yandan halkı batının kültürüne ve inanç sistemine alıştıran tetikçiler.
Bilim adamı diye ortalığa sürülenlerin hepsi sanki bilim adamı değil de, batı adamıymış gibi batının her türlü sözcülüğünü yapıyor ekranda. Haber sunucuları hakeza aynı şekilde. Uğur Dündar'ı, Birand'ı, Kırca'ları, Karan'ları, Fatih Portakal'ları...


Bir devletin, ülkenin resmi bir ideolojisi olmaz.
İdeoloji insanların benimsedikleri fikirlerdir.
Fakat bu ülkede doksan senedir resmi bir ideoloji söz konusu.
Ve bu ideolojiye karşı çıkan, benimsemeyen herkes gerici, yobaz, vatan haini, kapitalist...

İdeoloji öyle bir şey ki, Almanya'daki akrabalarının çocuklarına zorla ''Alman'ım doğruyum, çalışkanım'' dedirtilmesine kesinlikle izin vermezken, bu ülkede ''Türk'üm doğruyum, çalışkanım'' demeyene vatan haini, bölücü gözüyle bakarlar. Ya güzel kardeşim, biz Türküz, tamam. Fakat Kürt kardeşlerimiz neden ''Ben Türk'üm'' demek zorunda bu ülkede ya? Neden doksan sene boyunca bunu söylettirdiniz her insana? Neden Arnavut arkadaşım burada okula gelince, olmadığı halde ''Türk'üüümm!'' diye bağırmak zorunda?

Bakın bunu Almanya'da, Amerika'daki Türklere yaptırsınlar, aynı insanlar ortalığı ayağa kaldırır.
Fakat işin içine Türkiye girince, ideoloji de giriyor.
Birinin ırkıyla övünmesi kadar saçma bir şey olabilir mi lan?
Sanki uğraşmış, didinmiş sonunda Türk olmaya hak kazanmış anasını sattığımın gavatı!

Peki Kürt vatandaşlarımız, Kürt olduklarından dolayı utanmalılar mı?
Çünkü okula girerken onlara Türk olduklarını söyletiyorsun sen.
İşte bunun sonucu ne olur biliyor musun?
Başkaldırı.

Bakın geçen Kürt bir abinin kafesinde bir şeyler yedik arkadaşımla. Abiyle sohbet etmeye başladık. Dedi ki;
''Geçenlerde Türkçe bir şarkıdan sonra, televizyonda Kürtçe bir şarkı çıktı. Müşterilerden bir grup geldi dedi ki; ''Kapatın şu Kürtçe şarkıyı, burası Türkiye!''

Bak şimdi.
Önce o eli indir.

Dedim ki; ''Ah ulan, ben oradayken gelmez ki bu tür gavatlar!''

Bakın size ideolojinin nelere kadir olduğunu çok basitçe açıklayacam şimdi;

O gavatlar sözde milliyetçidir.
Vatanını milletini sever ayaklarına yatarlar her zaman bu gibi dallamaoğulları.
Fakat orada Kürtçe şarkı değil de, Rihanna çıksaydı size yemin ediyorum ki ağzını açmayacaktı.
Eminem çıksaydı, Justin Bieber çıksaydı, Madonna çıksaydı, Beyonce çıksaydı kimseden tek kelime çıkmayacaktı.

Fakat çıkan şarkı Kürtçe olunca, herkeste bir milliyetçilik kabarması oluverdi nedense.
Yani Rihanna, Madonna, Beyonce Türk zaten di mi.
Bunların şarkılarının çıkması kimsede zerre kadar rahatsızlık uyandırmaz.
Lakin senin vatandaşların, senin komşuların, senin arkadaşlarının dili olan Kürtçe şarkı seni kıllandırır.
Ve sen İngilizceye, Fransızcaya, İtalyancaya zerre kadar tepki göstermez, hatta ve hatta tepki göstermeyi bırak bu dilleri duymayı ve konuşmayı marifet sayarken; birlikte yaşadığın insanların anadilini duymaya bile tahammül edemezsen, bu insanlar sana elbette ki başkaldırır.

Bu ırkçılık değil de ne peki?
Bakmayın Türkiye'de ırkçılık yok diyenlere, bizdeki geri zekalılar ırkçılığı yalnızca zencilere yapılandan ibaret sanıyor da ondan öyle diyor. Amerika'da zencilere yapılan ırkçılığı duyunca ''vay şerefsizler yıaa'' diyenler, yıllardır vatandaşları Kürtlere aynı ırkçılığı uyguluyor. Çünkü resmi ideoloji bu ülkedeki insanlara bunu dayattı yıllarca. İsmet İnönü ''Bu ülkede yalnızca Türkler yaşama hakkına sahiptir'' derken kimse bu adamı ırkçı diye isimlendirmedi, çünkü kendileri de aynen öyle düşünüyordu.


Düşünün ki Ahmet Kaya yalnızca Kürtçe şarkı yapmak istediği için, bu ülkenin beyaz Türkleri tarafından sahneden indirildi ve yuhalandı. Tabi hemen ardından da onuncu yıl marşları falan okundu, bilirsiniz. Fakat Ahmet Kaya orada Kürtçe şarkı değil de, İngilizce şarkı yapacam deseydi sizce zerre kadar ses çıkar mıydı oradaki beyaz Türklerden? Ben Petek Dinçöz'ün, Mustafa Sandal'ın, Tarkan'ın İngilizce şarkılarını hatırlıyorum, hiçbirisinde ''biz Türküz, burası Türkiye'' diye naralar atılıp, onuncu yıl marşları falan okunmadı.


İşte ideoloji böyle bir şeydir.
Sırf Akp andımızı kaldırdı diye çıkıp etrafta andımızı okurlar. Sırf bu yüzden ''Kürtleşiyoruz'' derler. Fakat gezide Apo'nun resminin yanında poz verirler, ''Kürt kardeşlerimizle birleşelim bu hükumeti yıkalım'' derler. Benim için Türkmüş, Kürtmüş, Papua Yeni Gineliymiş zerre kadar önemli değil aga. Bu ülkede milliyetçilik diye yıllarca ırkçılığı şiar edindirdiler halka, kimsenin haberi yok.


Tos pembe günler geride kaldığında, ülkede bir operasyon zamanı geldiğinde halkın yeterince bölünmesi, yeterince birbirine düşman olması, kullanılması mükemmel bir silahtır. Tam da bu sebepten halka bir bakın. Sağcısı solcusundan nefret eder, gayrimüslim ile Müslüman arasında düşmanlık vardır, alevi ile sünniler arasında hep bir çatışma olmuştur, Kürt ile Türk arasında kırk yıldır kardeş kavgası hat safhaya çıkmıştır, Türk ile Ermeni, Ermeni ile Kürt arasında aynı düşmanlık vardır.


Ya Allah aşkına, şunu hiçbiriniz mi fark etmedi?
Neden bu ülkedeki her kesim birbirine bu kadar düşman?
Ülke içine o kadar çok düşünce akımı, o kadar çok farklı ideolojiler soktular ki, bunları benimseyen her kesim insan, karşı taraftan nefret etti. Çünkü bu bir proje idi. Bu ülkenin her gelişmeye karar verdiğinde, gelişme ve ayağa kalkma emareleri gösterdiğinde karışması, halkın birbirine girmesi bunun sonucunda da darbeler yapılması, bankaların boşaltılması, her şeyin tekrar başa dönmesi bir proje idi.

Fakat hepimiz kendi ideolojimizin doğru olduğunu, kendimizin haklı olduğunu düşünmeye o kadar daldık ki, ne bunun farkına vardık; ne de bunu önlemek için herhangi bir şey yaptık. İncelemekten yoksun kaldık, öğrenmekten nefret ettik, araştırmaya alerjimiz oldu hep. Amerika'ya bakamadık mesela. Ülkede cumhuriyetçiler ve demokratlar diye iki ideoloji olmasına rağmen, halk arasında bu partilere oy vermek dışında hiçbir zıtlık olmadığını göremedik. Televizyon programlarında, sunucular her iki partiyi de eleştirmesini, bir yandan hükumeti, bir yandan da muhalefeti eleştirmesini göremedik. Çünkü halk arasında bir düşmanlık yoktu, herkes oy vermeye gider ve bu iş o gün biterdi.


Mesela bizim ülkemize bakalım tekrar.
Bu ülkede iki taraf arasında genel bir kutuplaşma vardır.
Biri Akp'liler, diğeri Chp'liler.

Kardeşim bu ülkede bu iki partiye oy veren insanların, oy verme sebepleri tektir;
Akp'ye oy verenler;
Yıllarca başörtüsü ile okula gidememiş aileler, Kur'an kurslarının kapatılmasına ve çocuklara eğitim verilmesinin yasaklandığına şahit olanlar, çocuğu şehit olduğu veya yemin edeceği halde başörtülü olduğu için askeriyeye alınmayanlar vs vs... Kısacası Akp'ye oy veren insanlar, kendi dinlerini yaşamak isteyen insanlar. (Aman şimdi sadece Müslümanlar oy verir gibi bir anlam falan çıkarmayın gözünüzü seveyim, her şeyi bok etmeyin)

Chp'ye oy verenler ise;
Laikliği savunanlar, kamu alanlarında dini hiçbir simge görmek istemeyenler, kemalistler, komünist veya sosyalistler. Yani genel bağlamda iki partiye oy verme dağılımı budur, herkes de biliyor zaten.

Yani Akp'ye oy veren adama; ''Olum bak bu adamlar Amerika'nın adamı, İsrail'e hizmet ediyo, çalıyo çırpıyo'' diyemezsin abi. Çünkü bu adamlara oy veren insanların tek amaçları İslam'ı yaşayabilmek, başka hiçbir şeyi düşünemezler bu ülkede. Zira bugüne kadar bu insanların haklarını elinden alırsan, onları bilersin. Onlar da Chp'nin karşısında kim varsa, gider ona oy verirler. Bu böyledir yani.

Bak mesela ilk seçimlerde halk Chp'nin icraatlarından o denli bıkmış usanmıştı ki, Chp'nin karşısında kimi bulduysa o partiye yüklendi. Demokrat Parti de koca bir uçurumla iktidar oldu yıllarca.

Aynı şekilde Chp'ye oy veren adama; ''Olum bak bu adamlar Amerika'yla iş birliği yapıyo, ülkeye kumpas kuruyolar, ajan bunlar, çalıyo çırpıyolar'' diyemezsin. Çünkü bu adamlara oy veren insanların tek amaçları, kendi ideolojilerini yaşatmak ve yaşamak.
Parlak zırhlı şovalyelerim benim
Demem o ki, bu ülkedeki insanları yolsuzluklarla, Amerikan ajanı olmakla falan etkileyemezsiniz.
Bak Akp hakkında yolsuzluk iddiası çıktı, Chp'liler bağırmaya başladı;
''Lan bu insanlar nasıl yolsuzluk yapanlara oy verir yaa'' gibisinden.
Fakat kendi genel başkanları SSK'yı dolandırmaktan hapse girmiş, yolsuzluk suçu sabit olmuş biri idi.
İstanbul adayları Sarıgül, çarşaf çarşaf yolsuzluk dosyası nedeniyle partiden ihraç edilmişti.
Ama yine Chp tabanı bu adamlara oy verdi.
Neden?
Sebep aynı abi. Akp'liler de buna ne inanır, ne tamah eder; Chp'liler de. Olay o değildir çünkü. Kemalist bir adam, bu ülke dünya hakimi olsa da Akp'ye oy vermez. Maaşları 300 milyar olsa da vermez. Çünkü ideolojisi asla buna müsaade etmez. Oğlunun yemin törenine başörtüsüyle giremeyen o kadın da, Chp bu ülkeyi dünya hakimi yapsa gene oy vermez, gene vermez.


Yani o yüzden bu ülkedeki insanların oy verme sebepleri hakkında düşünmeye gerek bile yoktur. Ha şöyle olsaydı eğer; Chp ezana, Kur'an'a dokunmasaydı, camileri falan kapatmasaydı, kısacası İslam ve Müslümanlarla bu kadar zıt düşmeseydi, belki bu ülkedeki Akp tabanının büyük bir kısmı onlara oy verirdi.

Ha keza geçenlerde bir anket okumuştum, ''Neden Chp'ye oy vermiyorsunuz?'' sorusuna verilen cevap tek;
''Din düşmanı oldukları için.''
Yani olayın başka şeyle alakası yok. Nitekim Chp de bunu anlayınca başörtülü adaylar çıkarmaya falan başladı. Ama doksan sene boyunca halkın üzerinde oluşmuş algıyı değiştirmek o kadar kolay değil tabi. Eğer durum başka türlü olsaydı, bugün bu halk belki bambaşka şekilde, bambaşka bir yerde olurdu.


Bu ülkede inanılmaz bir muhalefet sorunu var zaten.
Ya kardeşim, muhalefet edin, ama gözünüzü seveyim ya, nolur diyorum bak, biraz mantıklı olun, mantıklı olun ki, herkesi körü körüne bir şeyler yapmaya zorlamayın. Zaten bu ülkedeki kutuplaşmanın sebebi de bu. Muhalefet eden insanlar o kadar geri zekalıca argümanlar sunuyorlar ki, karşı taraftaki insanlar da körü körüne savunmaya başlıyorlar.


Mesela yok efendim ülkenin dış borcu 343 milyar dolar mıymış neymiş falan, hani dış borç bittiymiş?
Ya olum.
Dur bak sinirlendim gene.
Hah, tamam sakinim.

Arkadaşım biten borç IMF'ye olan borçtur. IMF'ye olan borcun bitmesi, dış borcun bitmesi demek değildir. Zira IMF dediğiniz çete, bir ülkeye borç verirken eşek gibi anlaşmalar, sözleşmeler dayar önünüze. Bu borcu ödeyene kadar da ağzınızı açıp; ''Ya IMF'ci abi, senin şu gözünün üzerinde kaş mı var ne?'' diyemezsin. Ülke ihalelerinden tut, askeriyeden tut, siyasete kadar her bir şeyinize müdahale ederler. Bu, apayrı bir borçtur.

Dış borç ise her ülkede olan şeydir zaten. Dış borcu olmayan ülke yoktur. Zira bir ülke ithalat ve ihracat yapacaksa, mutlaka dış borçlanma yapacaktır. Cari açıklar, kamu borçları, özel sektör girişimleri vs..
Minicik, ufacık bir örnek; Link

Lan olum sen kalkar da IMF'ye olan borcun bitmesini; ''Hani bak 343 milyar dolar borç vaar, gandırıkçı bunlaaarr'' diye yorumlarsan, bu, seni ideoloji denilen zehrin ele geçirdiğini gösterir.

Ha bu arada o gezi zekalılara şunu sorayım yeri gelmişken;
''Lan gavat, dış borç 343 milyar dolar diyosun, gezi olaylarında sen bu ülkeye 100 milyar zarar verdin, o nolacak? O 100 milyarı Uncle Sam mi ödeyecek lan?''


Yani demem o ki gadasını aldıklarım; ideoloji denilen şey sizi normal düşünmekten, tarafsız düşünmekten alıkoyar. Beyninize pranga vurur. Muhalefet etmek veya savunmak uğruna, yalanlardan yana olursunuz ama farkında olmazsınız. Sen körü körüne, saçma sapan muhalefet yaparsın; öteki körü körüne, saçma sapan savunma yapar. Mantık kaybolur. Samimiyet kaybolur. Sadece düşmanlık başlar. Yarın bir gün de ülkenin gideceği yer iç savaş olur. Bu da batı projesidir zaten. Kendi içinde sürekli karışan, asla birlik olamayan bir ülke batıyla savaşamaz.

Adamlar sana 2023 ve sonrasında Türkiye başlığı altında koca bir coğrafyaya yayılmış bir devlet gösterir, sen de kalkar bunu ''ahan da İsrail projesi'' diye yorumlarsın. Fakat onun Türkiye değil, İslam birliği haritası olduğunu, kurulması kaçınılamaz olan İslam Birliğinin ne zaman, nasıl ve hangi coğrafyada kurulabileceğinin bir tahmini olduğunu bilmezsin, anlamazsın.


''2023 2023'' diye konuşur ama ne olduğunu bile bilmezsin.
Bu tarihte Lozan başta olmak üzere tüm anlaşmaların biteceğini bilmediğin için, önemini anlamadan önem atfedersin.

Dün gezide Amerika'dan ve batıdan yardım isteyen gavatlar, kalkmışlar bugün ülkenin özgürlüğünden bahseder mesela. Akp Amerika'nın partisidir, ama bizim yüksek zekalı gezicilerimiz kendi partisini indirmesi için Amerika'dan yardım ister. Yıllarca cemaat Amerika'nın uşağı diyenler, bugün cemaatin partisi olan Chp'ye oy verirler. Bu ülkedeki siyasetin ne kadar illet olduğunu, o meclisin köpek sirki olduğunu anlamaz kimse. Siyasiler yalnızca sizi sömürmenin yasal yollarını ararlar. Buna uygun yasalar yaparlar. Ama senin kafan ideoloji denilen zehirle öyle bir dolmuştur ki, dakka başı Pensilvanya'ya giden Chp'ye oy verirler.


Zaten bugün batılılar gelip de; ''Sizi bu Akp'den kurtaracaz'' diye ülkeye girse, yemin ediyorum ki onları ellerinde bayraklarla karşılayacak olanlar vardır. Bunu sen de biliyorsun, ben de. Zira Jöntürkler de ''Sizi bu Osmanlı'dan kurtaracaz'' diye ülkeye giren İngilizleri bayraklarla karşılamadılar mı? Değişen ne? Hiçbir şey.


Nasıl bir zoka yuttuğumuzun farkına varana kadar, bu ülke asla bir araya gelemeyecek maalesef.
Allah vatanımızı, milletimizi, birliğimizi, bütünlüğümüzü, kardeşliğimizi korusun.
Ne diyelim, başka yapacak bişey mi var?
Dua edecez...

Selam ve saygı ile...