16 Eylül 2013 Pazartesi

GEZİ GÜNLÜKLERİ


Kısa bir aradan sonra tekrar selam ciğersizler.


Biraz tatil yapıp kafa dinlerken, bildiğiniz kafamı dinledim hakkaten. Kendi kendime şuanki olayların çok daha önce, defalarca yaşanmasına rağmen nasıl hala yaşanabildiğini sorup durdum. Ama çok geçmedi, cevabı bulmak kolaydı zira.


Çünkü bizlere tarih yerine anlaşma maddelerini ve senelerini öğrettiler. ''Kanuni Avusturya-Macaristan'a neden gitti?'' yerine, ''Savaşın sonunda hangi anlaşma ve kaç tarihinde imzalandı, maddeleriyle yazınız.'' denildi. Haçlı Seferlerinin asıl nedenleri yerine, tarihlerini ve sözde sebeplerini öğrettiler.


Her neyse. Bu konuyu zaman zaman yine konuşacaz inşallah, fakat şimdi kameralarımızı Tyler'ın Gezi Günlükleri adlı belgeseline çeviriyoruz.


Gezi olaylarından bugüne, ülke içinde fark edilmemesi sığırlıktan öte sığırcılık olan olaylar cereyan edip duruyor. Önceki yazılarda gezi olaylarına inanılmaz bir beynelmilel destek verildiğini göstermiştim acizane elimden geldiğince, elbette daha birçoğu mevcuttur ama ben sadece bir fikir beyan etmek ve görüş oluşturmak için kısa tuttum.

algı oluşturma
Fakat istiyorum ki, olayları topluca bir değerlendirelim birlikte. Biraz değişken ve farklı pencerelerin olduğu bir yazı olacak. Öncelikle merak ettiğim bir şeyle başlayalım, batı medyası, Türkiye'de otuz yıldan fazladır devam eden bir pkk terörü hakkında neden bu kadar sustu da, Gezi'de devlete karşı ayaklanan grupların gözlerinin yaşarmasına bu derece inanılmaz bir destek verdi? Şunu bi düşünün ciğersizler.


Ülkede teröre 40 bin şehit verilmiş ve 400 milyar dolar su olup akmışken, batı medyasından bu denli bir duygusallık görmek isterdim ben. Veya teröre karşı yürüyen milyonları görmek isterdim Taksim'de, New York'ta, Münih'te, İsrail'de.. Ne kadar salakça olduğunu içinizden geçirmenize gerek yok ciğerler, zaten öyle.


Lafı fazla uzatmadan olayı heyecanlandıralım. Çeşitli konuşmalar, harika resimler, güzel karikatürler, sıcak dokunuşlar, inceden kıpırdanmalar görelim birlikte.

Bakınız bu adam John McCain ;


Kendisi Amerika'da senatördür, en sevdiği şarkıcı Kahtalı Mıçı'dır, ve arada bir ''yatcaz kalkcaz uop uordayım''  diye mırıldandığı ve kendinden geçtiği görülmüştür.
nöbet hallerinden biri
Sevgili McCain abinin şöyle bir konuşmasını göstermek istiyorum sizlere ;


Açamayan olursa ; LinkLink

Bu konuşma olaylar devam ederken yapılıyor ve senatör McCain, medyanın kullandığı her suçlamayı ve her kelimeyi neredeyse aynen kullanıyor.


''Diktatör'' kelimesini yeterince vurguluyor ve olayı ''İslami hareket''e getirerek, halkın aslında buna direndiğini söylüyor kendileri. Tıpkı gazetelerin yazdığı, televizyonların söylediği gibi. Hatta Le Monde'un çizdiği gibi.


Bu çok ilginç çünkü alkol yasası Amerika'dan alındı. Link, Hatta muasır medeniyet dediğiniz Avrupa'da daha sert ; LinkLink LinkLinkLink

Yani demek istediğim, kendi ülkesinde ve neredeyse tüm AB ülkelerinde bu yasa olmasına rağmen, neden bu yasanın Türkiye'ye gelmesine diktatörlük diye bir değerlendirme yaptı? Yoksa bizi kendi yasalarına layık görmüyorlar mı..


Amerikan senatörleri, Beyaz Saray basın sözcüleri, dış işleri bakanları bu konu hakkında neden birinci ağızdan konuşma yaptılar hiç mi düşünmediniz anasını satayım. Tutuklu gazetecilerden falan da bahsediyorlar ya hani, gelin sizi biraz geriye götüreyim ;


Bundan birkaç ay önce Abd'nin Türkiye elçisi Riccardione ''içerideki askerlerin tutuklanma sebebi bile yok''  diyerek hem Türkiye, hem de dünya medyasında gündem oluşturmuştu. LinkLink

Hemen ardından Almanya başbakanı Merkel de ; ''tutuklu gazeticiler'' den bahsetmiş ve aynı şekilde hem Türkiye, hem de dünya medyasının gözünü buraya çevirtmişti. LinkLinkLinkvideo

Ve Gezi olayları sırasında aynı elçi Riccardione inanılmaz bir oyunculuk sergiledi ; Link


Riccardione, Atatürk'ten sözler söyleyerek Türkçe mesajlar verdi Gezi hakkında. Hatta bi ara La Fontene'den masallar da sölicek zannettim ben.
Ve şimdi buraya kadar olan küçük kısmı toparlayalım.


Öncelikle şunu söyleyeyim ciğersizler, bu yüksek derecede kapitalist ülkelerin, yani kısaca tüm dünyaya etki eden kişiler ve başbakanların her bir konuşması, kişilik ve iletişim uzmanları tarafından önceden hazırlanır. Ve konuştukları her bir kelime, yaptıkları her bir hareket, her bir mimik kendilerine bu kişiler tarafından deklare edilir. Yani bu gibi önemli adamlar kameraların önüne geçip doğaçlama konuşmazlar ve akıllarına geleni katiyen söyleyemezler. Çünkü ağızlarından çıkan her bir kelime belli bir kuralla ve cımbızla seçilen kelimelerden oluşmalıdır. Obama'nın ellerini kaldırarak yaptığı konuşmayla, ellerini kullanmadan yaptığı konuşma aynı değildir yani. Başka bir yazıda bu konu üzerinde dururuz inşallah, ama şimdi konumuza dönelim canlar. Seviyorum sizi. Oyyy.


Demem o ki, bir büyük elçi ve başbakanın bu konuya değinmesi, kesinlikle plansız değildi. Ardından da Gezi olaylarına ne derece planlı bir destek vardı yazdık zaten. Dünya kamuoyuna, ''Türkiye'de bir şeyler ters gidiyor''  imajı verilmek istendi ve çok da başarılı olundu.


Sonra olaylar sırasında dünya yıldızlarından konu hakkında tivitler gördük. Daha da ileriye gidildi hatta, dünya devlerinden The Times gazetesi, altında bir sürü dünya yıldızının imzası bulunduğu bir yazı yayınladı ; LinkLinkLink


Fakat olay bununla bitmedi, sanki el sıkışmış gibi, bizim Gezici ünlülerimiz de aynısını yaptı ; LinkLinkLink


Sonra Gene Sharp'ın 198 direniş metodu aynen uygulandı. LinkLinkLinkLink
Medyanın rolü, olayı dünyaya servis etmek tabiki. Link


Ama tarih yine tekerrür ediyordu, çünkü bu olaylar çok daha önce, çok fazlaca olmuştu. 27 Mayıs 1960 darbesi yapıldığında, Menderes aleyhinde gösteriler, eylemler, tv programları, yazılar ve demeçler etrafta fink atıyordu. Hani geçen yazılarda göstermiştim ya, dünyanın çeşitli ülkeleri -ki ilginçtir bunların hepsi batılı ülkelerdir- Gezi için destek mesajları ve eylemleri yapıyordu, bunun gibi ;


Bu olayın birebir aynısı 27 Mayıs darbesinden önce de yaşanmış ve batının demokrasi ve insan hakları aşkıyla yanıp tutuşan insanları ''diktatör Menderes'i indirin, Türkiye'ye demokrasi! ''  diye eylemler düzenlemişti.

şekil A ; Avrupa'da Menderes karşıtı gösteriler
Bu batılıların da sevgi ve şefkat duygularının ne zaman kabaracağı hiç belli olmuyor anasını satayım. Bu herifler için bir ülkenin başına sözüm ona bir diktatör geçmesi, halkın öldürülüp katledilmesinden çok daha vahim galiba.. Neyse.

O sırada yurtta da eylemler devam etmekteydi ki, en meşhuru 555K'dır.


Ve bugün nasıl anlaşılması güç bir şekilde üçüncü köprüye karşı çıkıldıysa, dün de aynısı yapıldı ve Boğaz Köprüsüne karşı çıkıldı ;



Tabi bugün sosyal medyada var olan yalan haber pazarlama, o dönem bizzat basın tarafından yapılmaktaydı ;



Yalan haber yapılır onu biliyoruz, ama boku nasıl çıkarılır onu da öğrenmiş olduk sayelerinde. Hadi bizim gezici ünlülerimizin yediği boklar ortada, ama koskoca gazeteler şunu nasıl yapar anasını satayım. Hatta gelin karşılaştırma yapalım ;


Al birini, vur ötekine.

Öğrenci hareketleri o gün de, bugün olduğu gibiydi ;






Tabi Menderes'in darbeden önce bir uçak kazası geçirmesi de ilgi çekici bir olaydır. Link
14 kişinin öldüğü kazada Menderes sağ kurtulmuştu, demek ki kaderi idam sehpasında can vermekmiş..


Zira kendisi yalan haberler ve eylemler düzenleneceğini çok daha önceden söylemiş, dikkatle dinlerseniz bugünkü olaylarla benzerliğini kavrayabilirsiniz ; Link



Dün gezide başlayan ve bugün hala devam eden bu eylemler silsilesi, tarih boyunca kullanılmış en zekice ve etkili hükumet devirme ve rejim değiştirme stratejisi olmuştur.

Hatta ''tesadüfler''le dolu bir oyunda da bu konu sıkça işlenmiştir.


Dünyada bu yüzyıl en çok işe yarayan yöntem, kitleleri ayaklandırma yöntemidir. İngilizler, I. Dünya Savaşında orta doğuyu tamamen işgal etmiş ve ellerindeki 30 santimlik cetvellerini kullanarak buraya yeni devletler kurmuşlardı. Gözünüzün önüne önce Amerikan haritasını getirin ;


Sonra da orta doğu haritasını ;


Eğer iki ş' li eşşek değilseniz, ne derece benzerlik gösterdiklerini anlamışsınızdır. Zira her iki harita da aynı yöntemlerle çizilmiştir. Vatan kavramıyla değil, siyasi çıkarlar doğrultusunda çizilmişlerdir. Tabi bu devletleri kurarlarken en büyük pay Fransız ihtilali ile başlayan ve dünyaya pazarlanan milliyetçilik kavramıydı. Elbette pazarlanan fikirler bununla sınırlı kalmadı, artık hükumetler, devletler ve rejimler yeni bir stratejiyle devrilecekti ; kitlesel ayaklanma.


Kitlesel ayaklanmanın temelinde de komünizm vardır. Komünizmin kurucusu sayılan Karl Marx ise bir yahudi ve yüksek konsül (sion tarikatı-masonluk gibi gizli örgüt) üyesidir. Ne gariptir ki bu düşüncenin diğer temsilcileri olan Friedrich Engels, Karl Kautsky, Vladimir Lenin, Rosa Luxemburg, Karl Kosch, Antonio Gramsci gibi isimlerin tamamı Yahudidir. Yani ilginç bir ''tesadüf'' daha işte ne diyelim ciğersizler, olur öyle.
Biraz uzun ama konuyla ilgili bir fikir edinebileceğiniz iki yazı ; LinkLink


Neyse.
Devam edelim biz. I. Dünya Savaşı sonrasında batının tamamen rahat bir şekilde doğu ülkelerini ve halklarını sömürebildikleri bir dönem başlamıştır. Petrol, altın, elmas, kauçuk, fildişi, doğal gaz ve daha nice ham madde ihtiyacı, doğu ülkelerinden elde edilmiştir. Fakat bir insan topluluğunu bu kadar uzun süre, onlara çaktırmadan asla sömüremezsiniz. Bunun için çeşitli yöntemler kullanır ve halka ''kontrol sizde'' mesajı verirseniz, istediklerinizi elde etmeye devam edersiniz.


Bunun için birinci yöntem demokrasidir. Belli aralıklarla ülkede seçimler yapar ve ''istediğiniz kişiyi seçmekte özgürsünüz''  dersiniz. Fakat seçilen adamlar zaten önceden seçilmiştir. Kapiş?
Eğer bu sistemin dışında biri ülkelerin başına geçerse, ikinci plan devreye girer ; askeri darbe. Çünkü şu orta doğuda ne kadar devlet varsa, bilin ki ordusunda bir batı cuntası vardır. Başa geçen adama ''ya istediklerimizi yapar ve başta kalırsın, ya da asker seni indirir''  dersin.


Bu da işe yaramazsa, işte o zaman üçüncü plan devreye girer, ki bu dönemde en etkilisi ve en çok kullanılan bu olmuştur. Zira 90 yılın ardından orta doğu ülkeleri yavaş yavaş askeri tasfiye yoluna gitmişlerdir. Üçüncü plan kitlesel ayaklanmadır. Halkı, hükumeti kendilerinin devirdiği ve rejimi kendilerinin değiştirdiğine inandırırsan, plan tıkırındadır.


Gelin kitlesel ayaklanmalara birkaç örnek verelim ciğerini yediklerim ;

Beynelmilel destekli ilk kitlesel ayaklanma, bugünkü gibi bir öğrenci gösteri bazında, 10 Mayıs 1876'da yapılmış ve Osmanlı sadrazamı Mahmud Paşa görevinden indirilmişti. Link


Ve öğrenci eylemlerinin ne kadar işe yaradığı görülünce, eylemler devam ettirilmiş ve olay Sultan Abdülaziz'i devirmeye kadar gitmiştir. Link


Eylemlerin ve darbenin arkasında olan ise İttihat ve Terakki'nin atası sayılan ve yedi göbek Yahudi, aynı zamanda mason olan Midhat Paşa idi. Abdülaziz'in tahttan indirildikten sonra öldürülmesi ve cesedin ilk olarak İngiliz elçisine gösterilmesi  ve elçinin ''çok fazla kloroform kullanmışsınız'' demesi, olayın zaten açık olan iç yüzünün daha da açılmış halidir.


Bir sonraki eylemler ise Sultan II. Abdülhamid döneminde çıkar ve 31 Mart Vak'ası olarak tarihe geçer. Sanırım Sultan Abdülhamid'i kimlerin, hangi çıkarlar için devirdiğini söylememe gerek yoktur ciğersizler. Ama Abdülhamid ile ilgili müstakil bir yazı düşünüyorum inşallah. Neyse.


31 Mart Vak'ası, yine kitlesel eylemlerin gücünü göstermiştir. Ama kitlesel ayaklanma bununla bitmemiştir Osmanlı döneminde. Abdülhamid'in hal edilmesinden 4 yıl sonra, yine toplu bir eylem ile Bab-ı Ali baskını yapılmıştır İttihat ve Terakki tarafından.


Darbe sonrası İttihat Terakki hükumetin başına geçmiştir. Yabancı değil ya, hani bugün okullarda cumhuriyet kahramanı olarak gösterilen İttihat ve Terakki'den bahsediyorum.


Baskın gününü birazcık okursanız ne derece hürriyet sevdalısı, cumhuriyet aşığı, demokratik ve sevgi dolu kalplere sahip olduklarını görebilirsiniz.


Bundan sonraki darbeler sırasıyla 1960, 1971, 1980 ve 1997 yıllarında gerçekleşmiştir ve istisnasız olarak hepsinin meşrulaştırıldığı nokta toplumun ayaklanmasıdır. Tabi bu anlattıklarım yalnızca bizim tarihimizde olanlar, başka ülkelerde de onlarca örneği vardır bunun. Yakın zamandaki -Canvas ve Otpor'un bizzat üstlendiği- Yugoslavya'nın dağılışı, Kiev'deki Turuncu Devrim, ve en yakın bildiğimiz Arap Baharı, insanların sokaklara dökülmesiyle vuku bulmuştur.


Çünkü insanların, devletlerin, toprakların sömürülmesi, eninde sonunda o insanları isyan ettirecektir. Bu yüzden yapılacak en zekice şey, onları kendi çıkarları doğrultusunda isyan ettirmektir. Tam da bu yüzden Birleşmiş Milletler tüm dünyaya, maddi ve manevi içerik taşıyan bir bildiri olan  İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'ni kabul ettirmişlerdir.

oy sevgi kelebeklerinize kurban siziiiinn
Dünyayı yönetmek için ihtiyaç duyulan şey tez, antitez ve sentezdir. Batı dünyası sömürgecidir ve doğuyu sömürür, bu birinci tezdir. Doğu dünyası ise sömürülür ve insanlar hiçbir zaman emeklerinin karşılıklarını alamaz, bu da ikinci tezdir. Halkın sürekli ayaklanıp özgürlük istemesi, ve hükumet devirmesi, rejim değiştirmesi de onlara yapmak istediklerini yapmış olduklarına inandırır, ki bu da sentezdir.

Yani kapitalist olan batı için, kendi kontrollerinde bir de karşı düşünce gerekiyordu. Bu da komünizmdi. Bu konuda o kadar iyi çalıştılar ki, dünyayı kapitalist batı yani Amerika, ve komünist doğu yani Rusya diye iki bloka ayırdılar.

Batı ülkelerinin hiçbirinin komünist olmaması, doğu ülkelerinin de hepsinin komünist olması tesadüf mü sizce?
Böylece özgürlük arayan ve bir şeyleri değiştirmek, devrim yapmak isteyen gençleri, aslında tamamen kendi çıkarları için eğitmiş ve kullanmış oluyorlar.


Sevmedikleri bir devlet yöneticisi, ilerleyen bir ülke veya kendileri için tehdit oluşturabilecek olan herhangi bir durumda ''işte bu adam diktatördür, işte bu rejim baskı rejimidir, işte bunlar özgürlüklerimizi kısıtlıyor''  diye yaftalarlar ve %99'unun samimi duygularla iştirak ettiği o gösteriler, sonunda yalnızca kuklacıların işine yarar.


Ve bunun önemli bir getirisi de, halkın başarılı olduğunu düşünmesi ve bir süre daha kontrol altında tutulabilmesidir. Demokrasiyi çağımızın putu yapan batı, tıpkı çağlar öncesinde insanların acıktıklarında yaptıkları putları yediği gibi, kendi çıkarlarına ters geldiğinde onu, yani kendi putu olan demokrasiyi yemiştir. Mısır'da Mübarek'i indirirlerken ''halk kendi yöneticisini kendisi seçmeli'' diyen Amerika, halkın kendi seçtiği Mursi'yi, askerin indirmesine darbe bile diyememiştir. Demokrat Parti devrildikten hemen sonra, yeni kurulan hükumeti ilk tanıyanlar yine batılı ülkelerdir.


Demokrasi, insan hakları, özgürlük, eşitlik gibi kavramlar, bu yüzyılın seyrini etkileyen en etkili müdahalelerin tetikleyicisi olmuştur. İnsanların ellerindekini alıp, onları, ellerinden alınanlar için ayaklandırmaya çalışmakla geçti bu yüzyıl.


Karl Marx'ın Komünist Manifesto'su, Das Kapitol'ü, Gene Sharp'ın Pasif Direniş ve Diktatörlükten Demokrasiye kitapları, bu ideolojinin en büyük sermayeleri oldu. Fakat bunlar, insanlara sadece ''kahrolsun Amerikan emperyalizmi, kahrolsun kapitalizm, kahrolsun faşizm, diktatörlüğe hayır, tam bağımsız Türkiye, katil devlet hesap verecek, insan haklarına saygı''  gibi sloganlar attırabildi. Devrilen hükumetler ve değişen rejimler, aslında bizzat kendilerine karşı direndikleri kapitalist, emperyal ve siyonist güçler tarafından atandı ve onlara hizmet etti. Halk kendisini başarılı ve mutlu addetti, çünkü özgür olduğunu, özgürlüğünü kazandığını sandı.


Fakat hiç kimse özgür olduğunu sananlar kadar köle olamazdı.


Selam ve saygı ile..