8 Ocak 2014 Çarşamba

ALGIYI ETKİLEME VE FİKİR DAYATMA III


Selamın aleyküm.

Aynı başlıklı ilk iki yazıda olduğu gibi; kültürümüze ve hayatımıza sonradan giren, bizlere yanlış anlatılan veya hiç anlatılmayan, insanların doğruyu değil yanlışını bildikleri fakat yanlışını bilmekle övündükleri; doğrusunu söylediğinde ''napıyım, bilsem noljak?'' gibi terliksi yaratık savunmaları yaptıkları konular hakkında konuşmaya biraz daha devam edelim ciğersizler.


Empati'de demiştim ya hani; insanlar öyle bir hale gelmiş ki, doğrusunu bilmiyor fakat yanlışını bilmekle övünüyor. Doğrusunu anlattığında da bunu umursamıyor. E peki daha iki nano-saniye önce yanlışını bildiğin bu şeyi övüne övüne, gerile gerile, kasıla kasıla anlatıyordun millete? Onu napcaz?


Bazı insanlar vardır ki, ''ön yargıııaa, sistem kötüüğ'' diye sürekli bas bas bağırırlar, fakat kendisine bazı şeylerden bahsettiğinde, biraz önce ''abi ön yargıyı parçalamak atomu parçalamaktan zor biee'' diyen bu ukala ama bir o kadar potasyum yoksunu herif; Hollywood filmlerinde, uyku sorunu yaşayan patates ailelerinin uyumak için kulaklarını pamukla veya onun gibi şeylerle tıkadıkları gibi kendi kulaklarını bu yoruma veya bilgiye, veyahut eleştiriye tıkarlar. E hani üç nano-saniye önce ön yargının ne kadar yanlış bir şey olduğundan bahsediyordun sen ya, noldu?


Bu aynı tür adamlar, aynı şekilde sistemi de eleştirir; fakat sistemin verdiği her şeyi kesinlikle değişmez ve değişmesi teklif dahi edilemez doğru olarak kabul ederler. Hacı siz nası bi iki yüzlüsünüz, nası bi dangalakımsı bi varlıksınız ya, ben çözemedim sizi. Sistemi eleştirip de sistem için canını vermeye kalkan, insan vücuduna fakat terliksi hayvan beynine ve karakterine sahip yaratıklar bunlar.
O eli de indir.
Neyse.
Biz gelelim kafamıza çakılan algı etkileme ve fikir dayatmalara..
Bahsedeceğim birçok şeyi hayatımızdan atmak ya çok zor, ya da artık imkansız. Fakat gelin biz konuşalım bunları.


Mesela yazıya yine yavaştan ve küçükten başlayalım.
Banka ve operatör reklamları..
bayram kredisiymiş, sanarsın elini öptürüp hayrına verecek krediyi
Eğer biraz dikkat ederseniz, televizyonda veya gazetelerde en çok reklam veren sektör bankalar ve operatör şirketleridir. Bu iki sektör, ülkedeki neredeyse bütün ünlüleri reklamlarında kullanırlar. Ne kadar ünlü, o kadar fazla para demek de olsa, biliyorlar ki bu yöntem onlara harcadıklarından çok daha fazlasını getirecek.

Hani ekonomide arz ve talep diye bir olay vardır ya, işte aynı mantık burada geçerlidir. Reklamlarla size ''bir şeye ihtiyacınız varsa bize gelin'' diye bir fikri aşılarlar, sanki kimsesizlere hayrına yardım eden bi hayır kurumu falanlar ya anasını satayım.

Medyaya, yani insanlara en rahat ulaşabilecekleri her organa kendilerinden ve insanlara ne kadar yardım edebileceklerinden, insanlara hizmet aşkıyla nasıl tutuştuklarından bahsetmek için reklamlar verirler. Bunu yaparken de, etkili olmasını sağlamak için pozitif algı oluşturma yoluna giderler ; ünlüler.


''Bakın falan ünlü de bizde..
''Bakın falanca ünlü bizi seçti, siz de bizi seçin..''
''Bakın falanca ünlü o kadar marka arasından bizimle çalışıyor, onunla aynı imkanlara sahip olun..''

gibi mesajlar etrafında dönen bir sürü reklam yalakalığı yani.
Tabi bankaların insanlara kredi vermesi için, onların buna ihtiyaç duyduklarına inandırmaları gerekir. Bu yüzden de dünya finans sistemi, faiz sistemi, kapitalist sistem tarafından insanlara yepyeni ürünler tanıtılır, ve bu ürünlere sahip olmanın bir ayrıcalık olduğu fikri verilir.

tek bir fareymiş, iki taneyi napacan anasını satayım
Her çıkan yeni üründe, insanların sahip oldukları biraz daha eskimiş olur. Ve elit mahalle baskısı başlar ; ''oha sen hala bunu mu kullanıyon lan :)) en son taş devrinde görmüştüm ben bunları :)))''
Haliyle bu da insanları o yeni ürünü satın almaya iter.
Böylelikle insanlar oturma organlarından ihtiyaç üretmiş ve bu ihtiyaca göre bir ürün elde edilmiş olur, bu da bankaların en çok sevdiği şeydir; ''daha iyisine sahip olmak için bizden kredi alın hacı, seni hiç sıkmayız bak, olduğunda ödersin, şöle şöle kampanyalarımız da var, sen gel hallederiz'' senaryosu hayata geçer.

Bankalar hakkında ''Para ve Faiz Ekonomisi'' başlığı altında daha çok konuşacaz inşallah.
Operatör reklamlarına geçelim.
Bu herifler de aynı yöntemleri izlerler tabiki. Ünlüler falan filan.


Bir de benim sürekli dikkatimi çeken saçma salak, insanın zeka seviyesine küfredercesine yapılan bi numara vardır operatör reklamlarında ; ''Türkiye'nin %99'u kapsama alanımızda :))''

He anam ya oldu. Bi kişi de çıkıp demiyo ki ''lan o zaman az daha dişinizi sıkın da, şu %1'lik kısmı da tamamlayın, her yerde çeksin boluuuumm''


Bu reklamları yapanlar size manavın yaptığı ; ''1.99 kuruş abla gieell'' olayından başka bir şey yapmıyor anasını satayım. Bi gün o manavlara gidip ; ''ver lan o zaman bir kuruşumu hıyar'' diyecem.
Bu hat reklamları da size %99 diye bir rakam verirler, çünkü bu durumda çekmeyen bir yerde olduğunuz ve ''burda çekmiyo olum bu nası iş ya'' diye şikayette bulunduğunuzda size ; ''haaa, aabi sen o %1'lik kısımdasın demek ki yaa, tühh'' diyecekler. Sen de ''haa, tamam o zaman yaa'' deyip sineye çekeceksin. Malsın ya anasını satayım.

Hazır bu konuya girmişken aklıma gelen bir şeyi daha yazayım.
Hepiniz biliyorsunuz, fakat dikkat ettiniz mi bilmem. Zira bakmak ve görmek farklı şeyler.
Reklamlarda, dizilerde, filmlerde, hatta gazete ve dergilerde çok sık olarak ''pişti olmanın kötülükleri'' hakkında haberler çıkar. Film ve dizilerde insanlar bunun için özel çaba harcarlar, bu konu hakkında insanlara bir fikir inanılmaz şekilde dayatılır.

Bunun çözümü olarak da şunu sunarlar; ''Hepiniz farklı olun, farklı giyinin, sıradan olmayın, farklı hissedin'' vs.
İnsanlara sıradan olmamayı öğütlerler. Fakat bunu yaparken, aslında insanlara şunu yuttururlar; herkes ''aynı fikre'' sahip olduğu için farklı giyinmiştir veya giyinmek ister, ve bahsettikleri farklılık aynı trend içindeki giysinin yalnızca daha farklı biçim ve rengidir. Ve farklı olduğunu düşünmen için, sana kendi ürettiği seçenekler arasından seçme özgürlüğü verir, tabi bir de kural koyar ; ''bu trendin dışına çıkarsan; ''dışlanırsın, kabul görmezsin, rüküş olursun''.


Yani insanların ne giydiklerinden, ne düşündüklerine kadar belirleyen bir sistem, insanlara farklılık adı altında sıradanlık, bayağılık pazarlıyor. İnsanlar da Hindu inekleri kadar mutlu bir şekilde bunu kabullenip, hayatlarına aynen monte ediyorlar. Olay bu kadar basit yani.


Bu reklamlar ve medyayla ilgili daha anlatmayı istediğim çok şey var ama, inşallah müstakil bir yazıda konuşuruz artık. Zira şuan başlığını attığım ve gıdım gıdım bir ona, bir buna yazdığım o kadar çok yazı var ki..

Neyse.
Şimdi benim de kısa süre öncesine kadar yanlış bildiğim, hatta yazdığım bir konuya gelelim. Bu konuda beni uyaran müstesna bir takipçim vardı, sağolsun bu da beni araştırmaya itti. Konu Hz. Adem ve Hz. Havva'nın yediği meyve.


Taha Suresi, 121. ayette şöyle der;
''Bunun üzerine ikisi de o ağaçtan yediler. Hemen avret yerleri kendilerine açılıp görünüverdi. Ve üzerlerini cennet yaprağından örtüp yamamaya başladılar. Adem Rab'binin emrinden çıktı da şaşırdı.''

Hz. Adem ve Havva yasak meyveden yediler, bu Kur'an'la sabit.
Peki o yasak meyvenin ne olduğu hakkında herhangi bir bilgiye sahip miyiz?
Kesinlikle hayır.
Ne Kur'an'da, ne hadislerde, ne de tefsirlerde yasak meyvenin ne olduğuna dair bir bilgi geçmez. Bununla ilgi yalnızca acizane tahminler mevcuttur.


Fakat biz yasak meyveyi ne olarak biliyorduk bugüne kadar?
-Elma.

Neden elma diye sormamıza gerek bile yok aslında, zira bugüne kadarki aynı tahrif kaynağına götürecek bizi ; -Hristiyanlık, batı, Avrupa. Link


Hristiyan fikir ve inanışları bizi öyle kaplamış ki, artık bunlar bizim özbeöz ve değişmez doğrularımız olmuş ne yazık ki. Ben de kısa süreye kadar bunu hep böyle bildim, hepimiz böyle bildik. Zira beynimize çıkarılması çok zor kelepçeler takan o okullarda hep böyle öğrettiler. Hep böyle tiyatrolar, böyle filmler, böyle diziler izledik. Masallarda bile hikaye buydu. Ve toplumu oluşturmak için var edilen bir yalan sistemine göre yetiştirildiğimiz için, ve elbette bir de ağaç yaşken eğildiği için, parçalarının nereden geldiği belli olmayan toplama bilgisayar gibi beyinlere ve hayatlara sahip olduk. Ne milli değerlerimiz kaldı, ne imanımız.


Yasak meyve hakkında çok ilginç bir yazı buldum, okumanızı tavsiye ederim ; Link
Ayetlerle karşılaştırma için de şurdan sağa sapın, ilk kapı ; Link

Gelelim bir başka fikir dayatmaya.
Bir yakınınızın evlendiğini düşünün, nikah akşam üzeri. Damat da nikahtan önce gelinle biraz konuşmak istiyor. Tam bu sırada gelinin hemen yanı başında bekleyen o kız arkadaşları var ya hani, bunlar tam bu sırada damada ne der?

-Ayyy, napıyosooon, nikahtan önce gelini görmek uğursuzluktuooorr!!!!!!...!!


Artık neredeyse hepimizde var bu düşünce. E peki bunun kaynağı ne? Nereden çıkmış, kim demiş, nasıl demiş? Tabiki kaynak her zamanki gibi yine aynııı, yine aynı.

Hristiyanlar, batılılar.
Araştırdım biraz, hiçbir yerde böyle bir inanışa rastlamadım. Büyüklerimizden kimse de böyle bir şey bilmiyor. Fakat geçenlerde yabancı bir dizi izliyordum. Damat nikahtan önce gelini görmek istedi ve arkadaşları da; ''aa come on maan, bu uğursuzluktur, yapma böle adamımm'' dedi hacı.


Amerikalılar bizden bir inanış, bir kültür alamayacağına göre anlamak hiç de zor değildi; bu da Hristiyanların, batılıların adeti. Ve biz özgürlüğümüzü kazanan Müslüman Anadolu evlatları olarak, nedense mağlup ettiğimiz düşmanın nesi varsa hepsini almışız(!). Bunlar garip olaylar.


Hazır gelin damat demişken, düğünlerden de bahsedelim.
Bugün tüm Anadolu'ya yayılan şu davullu zurnalı, insanların bir salon tutup, tam orta yerinde şarkılar türküler eşliğinde halaylar çekip, göbek attıkları düğünler var ya hani, işte maalesef bu düğünler de bizim tarihimizde veya kültürümüzde yok. Şuanki haliyle yapılanan düğünlerin zaten Anadolu insanına ait olması beklenemez, zira kadınlı erkekli, davullu zurnalı, herkesin orta yerde göbek attığı bir kutlama şekli, yine olsa olsa Hristiyan Ermenilerin kültüründe olabilir; muhafazakar Anadolu'nun tarihi ve kültüründe değil.


Sonra pasta kesme, ayakkabının altına isim yazma, gelinin elindeki buketi fırlatması.. Hepsi, hayatımızın gidiş yönünü belirleyen Holywood filmlerinden alınmış Hristiyan batı gelenekleridir.


Hapşırana neden ''çok yaşa!'' denir meselesine gelelim mesela.
Sokakların insan dışkılarından, pis kokudan ve daha her bir rezaletten geçilmediği orta çağ Avrupa'sında, çok büyük bir veba salgını olmuştu duymuşsunuzdur. Öyle ki koca kıt'a nüfusunun üçte ikisi bu salgında öldü. O sıralarda halk ve devlet üzerinde tam bir otorite kuran ve ''dünya yuvarlaktır'' diyen insanları aforoz edip asacak, hatta yakacak kadar da malum bir kafaya sahip olan kilise, insanların, hapşurdukları zaman vücutlarındaki vebadan adım adım kurtulduklarını düşündüğü için bir yasa çıkarır ;

''Hapşuran herkese ''god bless you'' (yani; çok yaşa) denilecek!''


Evet bu, kilisenin inandığı ve insanlara dayattığı bir kanundu. Bilin bakalım orta çağ Avrupa'sının insanlara dayattığı, sonra da yasa kalkmasına rağmen insanların artık ağızlarının alışmış olması sebebiyle söylemeyi sürdürdükleri bu söz, şuan hangi yan sanayi insan topluluğu tarafından kullanılıyor..?


Kendi tarihimizden, kendi kültürümüzden, örfümüzden ananemizden bizlere kalan bir şeyler var mı çok merak ediyorum ben. Büyük tarihçi ve düşünür İbni Haldun der ki ; ''Mağlup olanlar, galipleri taklit ederler. Bu bir kuraldır.''

Fazla söze ne hacet..

4 Ocak 2014 Cumartesi

YAHUDİ DEVLETİ III


Cümleten selamın aleyküm.

Kaldığımız yerden devam edelim hacılar.
Tek başlık altında birden fazla konu olduğu için, elmalarla armutlar birbirine karışmasın deyü birkaç yazı halinde yazmayı daha doğru buldum.


Bugünkü dersimizin konusu; inançlar, kavramlar, inançlara göre yapılan faaliyetler ve verilmeye çalışılan mesajlar. Arkanıza yaslanın, çiçek olun, telefonlarınızı kapatın ve uçuşun tadını çıkarın.


Yahudileri, dolasıyla da bugünkü düzeni anlamayı istiyorsanız; tüm tarihlerine, Kur'an'da onların nasıl anlatıldığına, özellikle de Hz. Musa ve Hz. Süleyman dönemlerine bakmanız, bunları iyice araştırmanız lazım. Bilgisayarın karşısına geçip; yutuba ''illuminati, masonlar, yahudiler, şeytan, satan, lucifer'' yazmakla, ve oradan derlenmiş ergen bilgilerine dayanan yazıları okumakla bi cacık bilemez ve anlayamazsınız.
Son umudumuz Sabri, sen de mi olumm  :(((
Ben burada kendimi de işin içine katıyorum elbette, ben de internette bir blog yazarıyım. Benim size tavsiyem bu saçma sapan ergen işlerinden, aptalımsı yutub videolarından ve bilgi çöplüğünden kurtulup, daha güvenilir bilgi kaynaklarına bakmanız.


Bu da elinize birkaç kitap almakla olur. Gidin bi kitapçıya, gözünüze kaliteli gelen veya daha önceden birinin tavsiye ettiği bir kitabı alıp okuyun. Her şey hakkında okuyun tabi; tarih, araştırma, bilim..
Ben birkaç sene evveline kadar sınavlarda bile soruyu okumaya üşenen, tamamen okumadan göz gezdirerek cevapları yazan, bi okuma veya anlatma ödevi olunca üzerine eşek yükü yüklendiğini düşünen bi adamdım, şimdi masamdaki kitapları gören ''hadi canım bunların hepsini okuyo olamazsın'' diyor.


Neyse, fazla uzatmayalım bu kısmı, yazıya gölge düşürmesin.
Yahudi Devleti demiştik..

Bu üçüncü yazıda, insanların bu fikre bakışlarının nasıl normalleştiğini konuşacaz.
Hani Algıyı Etkileme ve Fikir Dayatma yazılarında bahsettiğim olaylar var ya, hemen hemen aynı şeyler. Hepimizin her yerde karşısına çıkan ve yine her konu hakkında olduğumuz gibi, hakkında üstünkörü bilgilere sahip olduğumuz şeylerin teferruatını konuşacaz inşallahu Rahman.


O zaman set me free hacı.
Geçen yazıda Hz. Süleyman'dan bahsetmiştik biraz, yine O'nunla devam edecez.
Zaten Hz. Süleyman ve Hz. Musa'yı çözerseniz, hayatları, yaşadıkları ve yaptıkları hakkında yeterince bilgiye sahip olursanız, bugünkü ve dünkü olayları %99 anlarsınız.


Hz. Süleyman aleyhisselam için ''en farklı peygamber'' desek hata olmaz herhalde.
Zira Hz. Süleyman dünyaya hükmeden krallığı zamanında şeytanları ve cinleri emirleri altına almış ve onları çalıştırmıştır. Başka bir özelliği ise rüzgara hükmetmesidir.


Hz. Süleyman'ın yaptırdığı büyük mescidi hepimiz biliyoruz artık. Zira Mescid-i Aksa'yı yaptıran da Hz. Süleyman'dır. Bugün tapınak tepesi olarak bilinen yerin tamamını içine alan saray, kale ve mescid aynı yerdeydi. Tüm bu yapılar Hz. Süleyman tarafından ''şeytanlara'' yani cinlerin kötülerine; şeytan olanlarına yaptırılmıştır. Bunu da sahip olduğu yüzükle yapar. Hani şu ''Yüzüklerin Efendisi'' var ya, işte Hz. Süleyman'a öyle denirdi. O filmi dikkatli bakarak izlerseniz, konunun tamamıyla Hz. Süleyman ile alakalı olduğunu şıp diye anlarsınız.

Kur'an'da şöyle der ;

''Rab'binin izniyle cinlerden bir kısmı Süleyman'ın önünde çalışırlardı. Onlardan kim emrimizden sapsa, ona zelil ve perişan eden bir azap tattırırdık. O cinler Süleyman'a kaleler, saraylar, kalıplar, havuz büyüklüğünde çanak ve leğenler, sabit kazanlar gibi istediği şeyleri yaparlardı.''   Sebe, 12-13

''Süleyman için dalgıçlık yapan ve bundan başka birtakım işler de yapan cinleri emrine verdik..''  Enbiya,82

''Bina yapan, dalgıçlık yapan her şeytanı, zincirlerle bağlı olan başkalarını da Süleyman'ın hizmetine verdik.'' Sad, 37-38

Aynı ayetin bir başka meali ; '' Mimar olan ve dalgıçlık yapan her şeytanı..''
Bir başka meal ;  ''Duvar ustası olan ve dalgıçlık yapan her şeytanı...''

Yani Hz. Süleyman'ın emrinde çalışan ve onun emriyle Kudüs'ü baştan aşağı imar eden cinler dalgıç ve mimar idiler. Duvar ustası idiler.


Duvar ustaları deyince aklımıza ne geliyor peki?

Bu tür adamlar.
Yani masonlar.
Zira masonlar kendilerini duvar ustaları olarak tanımlıyorlar bildiğiniz gibi.


Hatta kendilerine gönye ve pergeli de bayrak edinmişler.
Yani benim aklıma hep şu soru gelmiştir; ''Lan madem bunlar kendilerine neden duvar ustası diyolar? Duvar ustası iseler, neyin duvarı bu? Nereyi inşa ediyolar? Peki bütün bunları geçtim, babam böle pasta yapmayı nerden öğrendi olum, yoksa o da mı mason heheü''


Yani kendilerine mason diyen, süt içme çağındaki çocukların oynadıkları oyunlar gibi kendilerine aptal aptal ''çırak, kalfa, usta'' gibi isimler takan, elinin hamuru görünmesin diye eldiven, üstü de kirlenmesin diye önlük takmış gibi halleri olan bu adamlar, Kur'an'ın bize 1400 yıl öncesinden bahsettiği, bizim ise her şeyden olduğumuz gibi kendi dinimizin kitabından da gafil olduğumuz için hakkında tek kelime bilmediğimiz; fakat oradan buradan duyduğumuz kulaktan dolma şeylerle; ''ya işte ülkeyi bu masonlar yönetiyo be abi, dünyayı yönetiyo bu adamlar, ooo çok fena..'' diye yorumlar yaptığımız, fakat birazcık mantık ve tarih çerçevesinde yapılacak birkaç araştırmayla neyin ne olduğunu anlayabileceğimiz bir olay bu.


Yani kendilerine duvar ustaları diyen bu adamlar, bizlere bahsedilen ''duvar ustası olan cinler/şeytanlar''ın görevini devam ettiriyorlar. Yani kurulacak olan Yahudi Devleti için Süleyman Mabedini inşa etmek için çalışıyorlar. Onların yaptıkları şey aslında çok kolay; dünya üzerinde kendilerine direnen, karşı gelen hiçbir kimse, hiçbir sistem kalmaması için çalışmak.

Huntsville,Teksas
Bu nedenle kuruldukları her ülkede tek yaptıkları şey, o ülkenin yönetimini ele geçirmek olmuştur. Zira dünyayı belli bir noktaya getirmek için bunun yapılması gereklidir. Tıpkı Fransız Devrimi denilen danışıklı dövüşün bir mason icraatı olduğu gibi. Tıpkı kutsal topraklarda bir Yahudi devletinin kurulması için, o toprakların sahibi olan Osmanlı Devleti'nin yıkılması gibi.


Duvar ustaları bugün özbeöz bizim topraklarımız olan Kudüs'te bir Yahudi Devleti inşa ettiler mi, etmediler mi? Ve bugün Mescid-i Aksa'nın altını kazıyorlar mı, kazmıyorlar mı? O zaman bi kendine gel, bi silkelen hacı.

Duvar ustaları siyasal ve materyal kısmı hallederken, bir de olayın fikirsel bazda insana aşılanması gerekli tabi.
Fikir aşılamanın en iyi yolu da tabiki insanların en çok sahip oldukları, en çok maruz kaldıkları, en çok dinledikleri ve izledikleri, herkesin evinde en az bir tane var olan bir şey; televizyon.


Bunun devamı olarak da sinema tabi. Fakat sinema filmlerinin de birkaç yıl içerisinde televizyonda birçok kez gösterildiğini hesaba katarsak, olay yine televizyona indirgenmiş olur. Zaten Hollywood kelimesi bile insanı kıllandırmıyor mu hacı ?

-Kutsal tahta.

Büyücü ve sihirbazların insanları etkisi altına almak için kullandıkları şeye kutsal tahta derlerdi.
E bugünkü televizyon ve sinemanın bundan farkı ne?

Neyse.
İşin fikirsel kısmına hepimizi zaten yıllar önceden hazırlamaya başladılar.
''İnsanlığın son şehri Zion (Kudüs), hayatta kalınabilen tek yer Zion, Zion'un kurtuluşu'' gibi söylemlere pek yabancı değiliz herhalde.


Bu söylemlerin zirvesi olan Matrix'i ele alalım mesela.
Ben izleyeli epey olmasına rağmen, hala aklımda kalan ve dikkatimi çeken bazı yerleri var filmin.
Karakterler, isimler, sistemler..
Örneğin Neo ismi.
İsmin harflerini biraz değiştir, karşına ''one'' çıkıyor, zaten filmde de geçiyor bu.
Tabi bununla bitmiyor filmin mesajları.
Neo'nun sevgilisinin ismi ''Trinity'', anlamı ise ''teslis''. Yani Hristiyanlıktaki üçleme inancı.
şu yani
Bir sonraki isim de Morpheus. Hayatını kurtarıcı Neo'yu bulmaya adayan biri. Fakat bu isim de ilginç bir isim, zira Yunan mitolojisinde düşler tanrısının adı Morpheus'tur.
Morpheus'un gemisinin adı Nebukadnezar'dır. Yani Altın Çağ'daki Yahudi devletini yıkan ve o çağı sona erdirip, Yahudileri süren Babil kralı.


Sonra başroldeki taifeyi ispiyonlayan adamın adı ; Cypher.
Anlamı da ''şifre''.

Rüyalar tanrısı Morpheus'a rüyayı tabir eden bir ''kahin'' var.
Ve bu kahinin korumasının adı da ; Seraph.
Seraph da en yüce meleklerden biri olarak kabul edilir.


Filmde Niobe adında bir karakter var, ve Niobe de bir Yunan mitoloji tanrıçasıdır.
Abel ve Cain adında iki koruma var, ki İngilizce bilenleriniz Abel ve Cain'in; ''Habil ve Kabil'' olduklarını bilir..
Hatta ve hatta Osiris isimli bir gemi bile var.


Zaten gemideki isimlere dikkat ettiyseniz, hepsi bilgisayarlarla alakalı şeyler;
LinkMouseSwitch (bilgisayar donanımı), Cypher (şifre)...
Bunlar benim aklıma gelenler yalnızca.

Ve tabi son olarak ''Mimar''..
Tüm Matrix'i inşa eden kişi. Bu işin sonunda hata yaptığını kabul eden, bazı ''programların'' ona isyan ettiğini söyleyen, iyiyken kötü programlar olan, ve kurtarıcı tarafından sorgulanan bir mimar..


Bana şeyi hatırlattı hacı ;  ''Evrenin ulu mimarı''
Hani sevgi kelebeği mason kardeşler kabul töreninde ''evrenin ulu mimarı adınaaa...'' falan diye konuya giriyorlar ya, hah işte onu.


Zaten bu heriflerin inancı tam olarak bu.
Evreni yaratan bir mimar var; yani tanrı.
Bu tanrı evreni yaratmıştır ve artık gerisine karışmaz; dünyanın yönetimini ''birilerine'' vermiştir.
Tıpkı bir mimarın binayı yaptıktan sonra işini bitirdiği ve gerisine karışmadığı gibi.


Geçtiğimiz yüzyılda insanların beyinlerine materyalizm diye zehir zerk edenler, insanlar bununla meşgul olurken ne kadar inandıkları sapıklık varsa hepsini gerçekleştirdiler. Zira bunları yapabilmenin tek yolu; insanların bunlara inanmamasını sağlamaktı.


Dünyaya bu fikri de bunun gibi milyon dolarlık gişe hasılatı yapmış, bolca reklam edilen filmlerle ve medya organlarıyla aşılıyorlar gördüğümüz gibi. Bizler bunlara o kadar alıştık ki, artık böyle bir fikir bize kesinlikle tuhaf veya gerçekleştirilemez gelmiyor, ''neden olmasın abi'' diye tepkiler vermeye başlıyoruz.


Yok ''ben öle şeylere inanmam ğüğö'' falan diyenler, elle tutulur bir kanıt olarak ortadoğu haritasını açsınlar. Gözlerine 1950'den bu yana etrafındaki ülkelere rağmen sürekli büyüyen bir devlet çarpacak, bildiniz mi o devlet kimdir uşaklar?


Bütün dünyanın gözü önünde füzeler yapıp, gövde gösterisi yaparak bunları medyaya servis ederek dünyaya ''aha bakın hepinizi bunlarla belleyecem anasını satayum ğuhaha'' diye pişkin pişkin mesajlar veren bir devlet var, ve sen hala bu tür şeylere inanmadığını söyleyebiliyor musun hacı?


Neyse, uzatmayalım.
İki yazı daha yazmayı ve öyle bitirmeyi düşünüyorum bu konuyu.
Dua edin demiştim bak, edin haa. Ağırlık var üstümde hacı cavcav.
Seviyorum sizi.

Saygı ve selam ile.