8 Ocak 2014 Çarşamba

ALGIYI ETKİLEME VE FİKİR DAYATMA III


Selamın aleyküm.

Aynı başlıklı ilk iki yazıda olduğu gibi; kültürümüze ve hayatımıza sonradan giren, bizlere yanlış anlatılan veya hiç anlatılmayan, insanların doğruyu değil yanlışını bildikleri fakat yanlışını bilmekle övündükleri; doğrusunu söylediğinde ''napıyım, bilsem noljak?'' gibi terliksi yaratık savunmaları yaptıkları konular hakkında konuşmaya biraz daha devam edelim ciğersizler.


Empati'de demiştim ya hani; insanlar öyle bir hale gelmiş ki, doğrusunu bilmiyor fakat yanlışını bilmekle övünüyor. Doğrusunu anlattığında da bunu umursamıyor. E peki daha iki nano-saniye önce yanlışını bildiğin bu şeyi övüne övüne, gerile gerile, kasıla kasıla anlatıyordun millete? Onu napcaz?


Bazı insanlar vardır ki, ''ön yargıııaa, sistem kötüüğ'' diye sürekli bas bas bağırırlar, fakat kendisine bazı şeylerden bahsettiğinde, biraz önce ''abi ön yargıyı parçalamak atomu parçalamaktan zor biee'' diyen bu ukala ama bir o kadar potasyum yoksunu herif; Hollywood filmlerinde, uyku sorunu yaşayan patates ailelerinin uyumak için kulaklarını pamukla veya onun gibi şeylerle tıkadıkları gibi kendi kulaklarını bu yoruma veya bilgiye, veyahut eleştiriye tıkarlar. E hani üç nano-saniye önce ön yargının ne kadar yanlış bir şey olduğundan bahsediyordun sen ya, noldu?


Bu aynı tür adamlar, aynı şekilde sistemi de eleştirir; fakat sistemin verdiği her şeyi kesinlikle değişmez ve değişmesi teklif dahi edilemez doğru olarak kabul ederler. Hacı siz nası bi iki yüzlüsünüz, nası bi dangalakımsı bi varlıksınız ya, ben çözemedim sizi. Sistemi eleştirip de sistem için canını vermeye kalkan, insan vücuduna fakat terliksi hayvan beynine ve karakterine sahip yaratıklar bunlar.
O eli de indir.
Neyse.
Biz gelelim kafamıza çakılan algı etkileme ve fikir dayatmalara..
Bahsedeceğim birçok şeyi hayatımızdan atmak ya çok zor, ya da artık imkansız. Fakat gelin biz konuşalım bunları.


Mesela yazıya yine yavaştan ve küçükten başlayalım.
Banka ve operatör reklamları..
bayram kredisiymiş, sanarsın elini öptürüp hayrına verecek krediyi
Eğer biraz dikkat ederseniz, televizyonda veya gazetelerde en çok reklam veren sektör bankalar ve operatör şirketleridir. Bu iki sektör, ülkedeki neredeyse bütün ünlüleri reklamlarında kullanırlar. Ne kadar ünlü, o kadar fazla para demek de olsa, biliyorlar ki bu yöntem onlara harcadıklarından çok daha fazlasını getirecek.

Hani ekonomide arz ve talep diye bir olay vardır ya, işte aynı mantık burada geçerlidir. Reklamlarla size ''bir şeye ihtiyacınız varsa bize gelin'' diye bir fikri aşılarlar, sanki kimsesizlere hayrına yardım eden bi hayır kurumu falanlar ya anasını satayım.

Medyaya, yani insanlara en rahat ulaşabilecekleri her organa kendilerinden ve insanlara ne kadar yardım edebileceklerinden, insanlara hizmet aşkıyla nasıl tutuştuklarından bahsetmek için reklamlar verirler. Bunu yaparken de, etkili olmasını sağlamak için pozitif algı oluşturma yoluna giderler ; ünlüler.


''Bakın falan ünlü de bizde..
''Bakın falanca ünlü bizi seçti, siz de bizi seçin..''
''Bakın falanca ünlü o kadar marka arasından bizimle çalışıyor, onunla aynı imkanlara sahip olun..''

gibi mesajlar etrafında dönen bir sürü reklam yalakalığı yani.
Tabi bankaların insanlara kredi vermesi için, onların buna ihtiyaç duyduklarına inandırmaları gerekir. Bu yüzden de dünya finans sistemi, faiz sistemi, kapitalist sistem tarafından insanlara yepyeni ürünler tanıtılır, ve bu ürünlere sahip olmanın bir ayrıcalık olduğu fikri verilir.

tek bir fareymiş, iki taneyi napacan anasını satayım
Her çıkan yeni üründe, insanların sahip oldukları biraz daha eskimiş olur. Ve elit mahalle baskısı başlar ; ''oha sen hala bunu mu kullanıyon lan :)) en son taş devrinde görmüştüm ben bunları :)))''
Haliyle bu da insanları o yeni ürünü satın almaya iter.
Böylelikle insanlar oturma organlarından ihtiyaç üretmiş ve bu ihtiyaca göre bir ürün elde edilmiş olur, bu da bankaların en çok sevdiği şeydir; ''daha iyisine sahip olmak için bizden kredi alın hacı, seni hiç sıkmayız bak, olduğunda ödersin, şöle şöle kampanyalarımız da var, sen gel hallederiz'' senaryosu hayata geçer.

Bankalar hakkında ''Para ve Faiz Ekonomisi'' başlığı altında daha çok konuşacaz inşallah.
Operatör reklamlarına geçelim.
Bu herifler de aynı yöntemleri izlerler tabiki. Ünlüler falan filan.


Bir de benim sürekli dikkatimi çeken saçma salak, insanın zeka seviyesine küfredercesine yapılan bi numara vardır operatör reklamlarında ; ''Türkiye'nin %99'u kapsama alanımızda :))''

He anam ya oldu. Bi kişi de çıkıp demiyo ki ''lan o zaman az daha dişinizi sıkın da, şu %1'lik kısmı da tamamlayın, her yerde çeksin boluuuumm''


Bu reklamları yapanlar size manavın yaptığı ; ''1.99 kuruş abla gieell'' olayından başka bir şey yapmıyor anasını satayım. Bi gün o manavlara gidip ; ''ver lan o zaman bir kuruşumu hıyar'' diyecem.
Bu hat reklamları da size %99 diye bir rakam verirler, çünkü bu durumda çekmeyen bir yerde olduğunuz ve ''burda çekmiyo olum bu nası iş ya'' diye şikayette bulunduğunuzda size ; ''haaa, aabi sen o %1'lik kısımdasın demek ki yaa, tühh'' diyecekler. Sen de ''haa, tamam o zaman yaa'' deyip sineye çekeceksin. Malsın ya anasını satayım.

Hazır bu konuya girmişken aklıma gelen bir şeyi daha yazayım.
Hepiniz biliyorsunuz, fakat dikkat ettiniz mi bilmem. Zira bakmak ve görmek farklı şeyler.
Reklamlarda, dizilerde, filmlerde, hatta gazete ve dergilerde çok sık olarak ''pişti olmanın kötülükleri'' hakkında haberler çıkar. Film ve dizilerde insanlar bunun için özel çaba harcarlar, bu konu hakkında insanlara bir fikir inanılmaz şekilde dayatılır.

Bunun çözümü olarak da şunu sunarlar; ''Hepiniz farklı olun, farklı giyinin, sıradan olmayın, farklı hissedin'' vs.
İnsanlara sıradan olmamayı öğütlerler. Fakat bunu yaparken, aslında insanlara şunu yuttururlar; herkes ''aynı fikre'' sahip olduğu için farklı giyinmiştir veya giyinmek ister, ve bahsettikleri farklılık aynı trend içindeki giysinin yalnızca daha farklı biçim ve rengidir. Ve farklı olduğunu düşünmen için, sana kendi ürettiği seçenekler arasından seçme özgürlüğü verir, tabi bir de kural koyar ; ''bu trendin dışına çıkarsan; ''dışlanırsın, kabul görmezsin, rüküş olursun''.


Yani insanların ne giydiklerinden, ne düşündüklerine kadar belirleyen bir sistem, insanlara farklılık adı altında sıradanlık, bayağılık pazarlıyor. İnsanlar da Hindu inekleri kadar mutlu bir şekilde bunu kabullenip, hayatlarına aynen monte ediyorlar. Olay bu kadar basit yani.


Bu reklamlar ve medyayla ilgili daha anlatmayı istediğim çok şey var ama, inşallah müstakil bir yazıda konuşuruz artık. Zira şuan başlığını attığım ve gıdım gıdım bir ona, bir buna yazdığım o kadar çok yazı var ki..

Neyse.
Şimdi benim de kısa süre öncesine kadar yanlış bildiğim, hatta yazdığım bir konuya gelelim. Bu konuda beni uyaran müstesna bir takipçim vardı, sağolsun bu da beni araştırmaya itti. Konu Hz. Adem ve Hz. Havva'nın yediği meyve.


Taha Suresi, 121. ayette şöyle der;
''Bunun üzerine ikisi de o ağaçtan yediler. Hemen avret yerleri kendilerine açılıp görünüverdi. Ve üzerlerini cennet yaprağından örtüp yamamaya başladılar. Adem Rab'binin emrinden çıktı da şaşırdı.''

Hz. Adem ve Havva yasak meyveden yediler, bu Kur'an'la sabit.
Peki o yasak meyvenin ne olduğu hakkında herhangi bir bilgiye sahip miyiz?
Kesinlikle hayır.
Ne Kur'an'da, ne hadislerde, ne de tefsirlerde yasak meyvenin ne olduğuna dair bir bilgi geçmez. Bununla ilgi yalnızca acizane tahminler mevcuttur.


Fakat biz yasak meyveyi ne olarak biliyorduk bugüne kadar?
-Elma.

Neden elma diye sormamıza gerek bile yok aslında, zira bugüne kadarki aynı tahrif kaynağına götürecek bizi ; -Hristiyanlık, batı, Avrupa. Link


Hristiyan fikir ve inanışları bizi öyle kaplamış ki, artık bunlar bizim özbeöz ve değişmez doğrularımız olmuş ne yazık ki. Ben de kısa süreye kadar bunu hep böyle bildim, hepimiz böyle bildik. Zira beynimize çıkarılması çok zor kelepçeler takan o okullarda hep böyle öğrettiler. Hep böyle tiyatrolar, böyle filmler, böyle diziler izledik. Masallarda bile hikaye buydu. Ve toplumu oluşturmak için var edilen bir yalan sistemine göre yetiştirildiğimiz için, ve elbette bir de ağaç yaşken eğildiği için, parçalarının nereden geldiği belli olmayan toplama bilgisayar gibi beyinlere ve hayatlara sahip olduk. Ne milli değerlerimiz kaldı, ne imanımız.


Yasak meyve hakkında çok ilginç bir yazı buldum, okumanızı tavsiye ederim ; Link
Ayetlerle karşılaştırma için de şurdan sağa sapın, ilk kapı ; Link

Gelelim bir başka fikir dayatmaya.
Bir yakınınızın evlendiğini düşünün, nikah akşam üzeri. Damat da nikahtan önce gelinle biraz konuşmak istiyor. Tam bu sırada gelinin hemen yanı başında bekleyen o kız arkadaşları var ya hani, bunlar tam bu sırada damada ne der?

-Ayyy, napıyosooon, nikahtan önce gelini görmek uğursuzluktuooorr!!!!!!...!!


Artık neredeyse hepimizde var bu düşünce. E peki bunun kaynağı ne? Nereden çıkmış, kim demiş, nasıl demiş? Tabiki kaynak her zamanki gibi yine aynııı, yine aynı.

Hristiyanlar, batılılar.
Araştırdım biraz, hiçbir yerde böyle bir inanışa rastlamadım. Büyüklerimizden kimse de böyle bir şey bilmiyor. Fakat geçenlerde yabancı bir dizi izliyordum. Damat nikahtan önce gelini görmek istedi ve arkadaşları da; ''aa come on maan, bu uğursuzluktur, yapma böle adamımm'' dedi hacı.


Amerikalılar bizden bir inanış, bir kültür alamayacağına göre anlamak hiç de zor değildi; bu da Hristiyanların, batılıların adeti. Ve biz özgürlüğümüzü kazanan Müslüman Anadolu evlatları olarak, nedense mağlup ettiğimiz düşmanın nesi varsa hepsini almışız(!). Bunlar garip olaylar.


Hazır gelin damat demişken, düğünlerden de bahsedelim.
Bugün tüm Anadolu'ya yayılan şu davullu zurnalı, insanların bir salon tutup, tam orta yerinde şarkılar türküler eşliğinde halaylar çekip, göbek attıkları düğünler var ya hani, işte maalesef bu düğünler de bizim tarihimizde veya kültürümüzde yok. Şuanki haliyle yapılanan düğünlerin zaten Anadolu insanına ait olması beklenemez, zira kadınlı erkekli, davullu zurnalı, herkesin orta yerde göbek attığı bir kutlama şekli, yine olsa olsa Hristiyan Ermenilerin kültüründe olabilir; muhafazakar Anadolu'nun tarihi ve kültüründe değil.


Sonra pasta kesme, ayakkabının altına isim yazma, gelinin elindeki buketi fırlatması.. Hepsi, hayatımızın gidiş yönünü belirleyen Holywood filmlerinden alınmış Hristiyan batı gelenekleridir.


Hapşırana neden ''çok yaşa!'' denir meselesine gelelim mesela.
Sokakların insan dışkılarından, pis kokudan ve daha her bir rezaletten geçilmediği orta çağ Avrupa'sında, çok büyük bir veba salgını olmuştu duymuşsunuzdur. Öyle ki koca kıt'a nüfusunun üçte ikisi bu salgında öldü. O sıralarda halk ve devlet üzerinde tam bir otorite kuran ve ''dünya yuvarlaktır'' diyen insanları aforoz edip asacak, hatta yakacak kadar da malum bir kafaya sahip olan kilise, insanların, hapşurdukları zaman vücutlarındaki vebadan adım adım kurtulduklarını düşündüğü için bir yasa çıkarır ;

''Hapşuran herkese ''god bless you'' (yani; çok yaşa) denilecek!''


Evet bu, kilisenin inandığı ve insanlara dayattığı bir kanundu. Bilin bakalım orta çağ Avrupa'sının insanlara dayattığı, sonra da yasa kalkmasına rağmen insanların artık ağızlarının alışmış olması sebebiyle söylemeyi sürdürdükleri bu söz, şuan hangi yan sanayi insan topluluğu tarafından kullanılıyor..?


Kendi tarihimizden, kendi kültürümüzden, örfümüzden ananemizden bizlere kalan bir şeyler var mı çok merak ediyorum ben. Büyük tarihçi ve düşünür İbni Haldun der ki ; ''Mağlup olanlar, galipleri taklit ederler. Bu bir kuraldır.''

Fazla söze ne hacet..