17 Ekim 2013 Perşembe

KUR'AN VE SÜNNET II


Selamın aleyküm.

Tüm Müslüman kardeşlerimize hayırlı bayramlar.


İlk yazıda Kur'an'da sünnetin yerini konuşmuştuk. Ve Kur'an'dan çıkan tartışmasız sonuç ''peygamberin sünnete uyun'' idi. Fakat işin karıştığı ve muhaliflerin çıktığı yer ''sünnet ve hadislerin değiştirildiği ve yalan hadisler uydurulduğu'' idi. Keza bana mail atan birçok arkadaşın da kafalarının karıştığı nokta bu.


Bu konu hakkında birazcık daha konuşalım istedim.
Zira insanların kafası karışık.
Tabi hemen şunu söyleyeyim, ''peygamberin sözlerine inanmam ben'' diyenler hakkında bir yazı dizisi değil bu, zira peygamberin sözüne inanmayan, Stalin gibi kafir olur. Öteki tarafta Ebu Cehil ve Ebu Leheb ile yan yana bu konuyu konuşurlar. Firavun ve Nemrut da onlara ''biz de sizdeniz pampa'' diye el sallar. Yani benim konum kafirler değil, bilakis Kur'an'a ve İslam'a inanan fakat hadislerin sağlam kalamamasından endişe edenler.


Kur'an'ın hiçbir şekilde değişmeyerek geldiğini biliyoruz, yani istersek bir kütüphaneye gider ve 500 yıl önce yazılmış bir Kur'an'ı alırız ve elimizdeki ile birebir aynı olduğunu görürüz.


Edip Yüksel gibi tiplerin ''sahte ayetler var, bu ayetler Kur'an'ın değil'' deyişine, Kur'an da şöyle cevap verir ;
''Hiç şüphe yok ki, Kur'an'ı biz indirdik ve onu koruyacak olan da biziz'' Hicr, 9


Ben daha önce sizlere Edip Yüksel'in de içinde olduğu birkaç sapık hocayı dinlememenizi işte tam da bu yüzden tavsiye etmiştim. Zira bu gibi adamları dinlerseniz, o kadar etkileyici ve ikna edici şekilde Kur'an'dan ayetler göstererek, yok bilimsel çalışmalar yaparak falan şeyler anlattıklarını görürsünüz ki, içinizden ''acaba'' dersiniz. Ve şeytan da başlar size bunları telkin etmeye ''acaba Kur'an da değişti mi, acaba hepsi yalan mı....'' gibi. Bu gibi sapık adamları havada uçsalar dinlemeyin derim ben, acizane bir tavsiye olarak.


Sünnetin dindeki yerine gelirsek eğer, sünnet, bu dinin anlaşılması ve yaşanmasının temelidir. Zira Kur'an'ın emirlerini yerine getirmek için bize Peygamber sav tarafından gösterilmiş bir yol vardır. Hadisler ise Kur'an'ın ilk tefsirleridir. Hadisler her şeyden önce Kur'an'ı açıklarlar ve anlatılmamış yerleri tamamlarlar.


En basit ve aşikar örnek olarak namazı almamız bizim için yeterlidir. Kur'an'da ;

''Namazı dosdoğru kılın'' Bakara, 43
''Onlar ki gayba iman edip, namazı dosdoğru kılarlar'' Bakara, 3
''Siz namazı hakkıyla kılmaya bakın ve zekatı verin.'' Bakara, 110
''Ey iman edenler! Sabır ve namazla yardım isteyin'' Bakara, 153
''Namaz müminlere belirli vakitlerde yazılı bir farzdır.'' Nisa, 103
''Ey Muhammed! İman eden kullarıma söyle, namazı dosdoğru kılsınlar'' İbrahim, 31

Der.
Namaz, 87 kez geçer. Fakat hiçbir ayette nasıl kılınacağına dair bir kelime yoktur. Eğer biz duruma bakarak ''Allah namazı emretmiş ama nasıl kılacağız?'' dersek, bu dinde ve kitapta bir sıkıntı olduğunu kabul etmiş oluruz.


Kendi kafamıza göre bir namaz tanımı yapar ve bunu fiile geçirirsek, bu kez de ''dosdoğru kılın'' ayetine muhalif oluruz. Namazın nasıl kılınacağı hakkında hiçbir kaynak yoktur ; hadisler dışında. Sahabe Resulullah'a namazın kılınışının  Kur'an'da olmadığını, bu nedenle nasıl kılacaklarını bilmediklerini söylediklerinde Hz. Muhammed sav; ''Ben namazı nasıl kılıyorsam, siz de öyle kılın'' demiştir.


Yani eğer siz bugün ellerinizi kaldırıp ''Allahu ekber'' diye tekbir alıyor, ellerinizi bağlıyor ve Sübhaneke, Fatiha ve sonrasında kısa bir sure okuyorsanız ; rükuda ''Sübhane Rabbiel aziym'' diyor, kalkarken de ''Semiallahu limen hamideh'' diyor ve devamını getiriyorsanız, inkar etmenize rağmen hadislere uyuyorsunuz demektir. Zira başka türlü namaz kılamazsınız.


Ve dinin en önemli ibadeti olan namazı farz eden Allah'a, ''madem emrettin, nasıl kılınacağını da söyleseydin ya'' dersiniz. Bu İslam anlayışına uyar mı peki? Eğer Allah namazı bu kadar emrediyorsa, Kur'an'ı koruduğu gibi, namazı da korumaz mı? Kur'an'ı koruyan Allah, sünneti de korumaz mı? Eğer sünneti korumasa idi, Hz. Muhammed sav'in mesajı, nasıl kıyamete kadar geçerli olacaktı? Çünkü O'ndan sonra gelen tüm bir insanlık hem namazdan, hem hacdan, hem zekattan mahrum kalacaktı. Yani bu dini yaşayamayacaktı.


Kur'an'da hac ve tavaf yapın der, fakat haccın nasıl yapılacağını ve kaç kez tavaf edileceğini söylemez. Zekat verin der, fakat kaçta kaçını vereceğimizi söylemez. İslam'ın temelini oluşturan tüm bu ibadetlerin nasıl yapıldığını bilmeyen ileriki Müslümanlar, bu dini nasıl yaşayacaklar? İşte bu İslam'ın bozulması demektir. Zira kuralların anlaşılamaması söz konusudur.


Ve bu olay 1400 sene evvelinden cereyan etmiş ve yine hemen orada çözüme bağlanmıştır;

''Ashab-ı Kiram'dan Hz. İmran bin Hüseyin şefaatle ilgili bazı hadisler nakleder. Oradakilerden biri der ki ;

''Siz hadislerden bahsediyorsunuz, fakat biz bunları Kur'an'da bulamıyoruz.''

Hz. İmran bin Hüseyin der ki ;

-Sen Kur'an'ı okudun mu?

-Evet.

Kur'an'da sabah namazının farzının iki, akşamın üç, öğle, ikindi ve yatsının farzının dört rekat olduğuna dair bir ayete rastladın mı?

-Hayır.

-Peki bunları kimden öğrendiniz? Bizler, yani Peygamber sav'in ashabından öğrenmediniz mi? Biz de Resuluulah sav'den öğrenmedik mi? Hac Suresinde ''Kabe'yi tavaf etsinler'' ayetini okumadın mı? Peki orada Kabe'yi yedi defa tavaf edin diye ifadeye rastladınız mı?

-Hayır.

Allah-u Teala'nın Kur'an'da şöyle buyurduğunu okumadınız mı ; ''Peygamber size neyi verdiyse onu alın, neyi yasakladıysa da ondan kaçının. Haşr, 7 ''

Hz. İmran bin Hüseyin devam eder ; ''Sizin bilmediğiniz ve bizim Resulullah'tan öğrendiğimiz daha çok şey vardır.''


Şimdi konuyu biraz değiştirip geriye gidelim. Hadis ve sünnetlerin reddedildiği ilk zamanları bulabilmek için elimdeki kitapları karıştırdım biraz. Bulduğum bütün sonuçlar aynı yola çıktı ; 1700'lü yıllar, Muhammed bin Abdülvahhab ve Vahhabilik.


Elimden geldiği kadar bu konudaki bazı bilgileri sizlerle paylaşayım. Sizlere okumanızı tavsiye ettiğim kitaplar arasında bulunan ''İngiliz Casusunun İtirafları'' kitabında, Hepmher'ın mektupları ve anılarından bazı maddeler ve paragraflar şöyle ;

Sömürgelerimiz ve sömürmek istediğimiz yerlerin üzerinde bulunan İslam Birliği yani Osmanlı Devleti'nde, amaçlarımıza ulaşmak için çok çalışıyor; fakat bir türlü başarılı olamıyorduk. Sömürgeler bakanlığına bunlarının sebebini şöyle sıralamıştım ;

1. Müslümanlar İslam'a çok derinden bağlı.
2. Müslümanların tarihini kötülemek, onlar bu derece eğitimliyken mümkün değildir.
3. İslam alimlerinden çok rahatsızdık. Çünkü çok büyük alimler vardı, ve planlarımız önünde aşılmaz engellerdi.


Alimler ve dinine bağlı Müslümanlar sayesinde planlarımız bir türlü hayata geçemiyordu. Fakat biz çok azimliydik ve pes etmeye niyetimiz yoktu.
.....

Marangoz dükkanına arada bir ilim talebesi görünümünde bir delikanlı uğrardı. Arapça, Farsça ve Türkçe biliyordu. İsmi Muhammed bin Abdülvahhab idi. İnsanlarla hep yüksekten konuşurdu. Bir Sünni idi, fakat Sünnilerin dört mezhebinden birine tabi olmaya gerek görmüyordu ; ''Kur'an'da bu mezheplerle ilgili bir delil yok'' diyordu. Hadisleri de inkar ediyordu ve onlara hiç önem vermiyordu. Kendisine yalnızca Kur'an'ın yeteceğini düşünüyordu. Kendini beğenmiş bu genç, Kur'an'ı anlamakta da nefsine uyardı. Yalnızca alimlerin ve müçtehidlerin değil, dört büyük halifenin görüşlerini bile hiçe sayardı.


Aradığımı bu gençte bulmuştum. Zira bu gencin alimlere saygısızlığı, dört halifeye önem vermeyişi, Kur'an'ı ve sünneti anlama konusunda müstakil bir görüşe sahip oluşu, onu avlayıp elde etmek için en zayıf noktalarıydı.
Bu mağrur genç nerede, İstanbul'da tanıştığım Ahmed Efendi nerede! O alimin imanı dağa benziyordu, hiçbir kudret onu yerinden oynatamazdı. Ebu Hanife'nin ismini zikretmek istediği zaman kalkar abdest alırdı. Buhari isimli hadis kitabını eline almak istediği zaman yine abdest alırdı.


Bu Necd'li (Arabistan'da bir şehir) genç ile çok iyi arkadaşlık kurdum. Daima onu övüyordum. Bir gün ona ''Sen Ömer ve Ali'den daha büyüksün. Peygamber şimdi hayatta olsaydı seni halife tayin ederdi. Ben İslam'ın senin elinde yenilenmesini umuyorum. Onu tüm cihana yayacak olan sensin'' dedim.


Onunla Kur'an'ı, sahabe ve alimlerin aleyhine tefsir etmeyi kararlaştırdık. Kur'an'ı okuyor, kendi kafamıza göre tefsir ediyorduk. Bundaki amacım onu tuzağa düşürmekti. Zaten o da kendini devrimci olarak göstermek istiyordu.
.....

Onunla içkinin haramlığı konusunda tartıştık, başta itiraz etti ama sonunda ''sarhoş etmeyecek kadar içmek helaldir'' fikrimi ona kabul ettirdim. Ona bir de kadın buldum ve yasak olmasına rağmen muta nikahı kıydık, kadın da benim gibi bir Hristiyan ajanıydı ve o içeriden, ben dışarıdan bu genci ele geçirdik.
...

Hatta bir gün ona ''namaz da farz değildir'' dedim. O da biraz karşı çıktıktan sonra bunu kabullenir gibi oldu. Onu bilerek geç saatlere kadar konuşturuyordum, böylece sabah namazına kalkamıyordu. Namazlarını bazen kılar, bazen kılmaz olmuştu.
Gençliğimin en kıymetli günlerini vererek ektiğim bu fidan, meyvesini vermeye başlamıştı.
....

Londra'da bakanlıklarla görüşürken bana İslam'ı yok etmenin ana maddelerini sıralayan bir kitap verdiler. Bunları hayata geçirecektik.


1. Müslümanlar tüm namazlarını camide kılıyorlar, bu yüzden birbirlerine çok bağlılar. Onları camiden uzaklaştırmak lazımdır.

2. Müslümanları eğitimden mahrum bırakmalıyız. Kitaplarını yakmalıyız. Ve Müslümanları cahillikle suçlamalıyız.

3. Zulmü temin için ; ''İslam ibadet dinidir, onunla devlet ilişkisi olmaz'' demeliyiz.

4. Alimleri halkın gözünden düşürmeliyiz. Kendi ajanlarımızı alim kılına sokarak dine aykırı şeyler yaptırmalıyız. Böylece halkın alimlere olan güveni azalır, ve önümüzdeki en büyük engellerden biri kalkmış olur.

5. Hadisleri yalanlamalıyız ve hadislerin sonradan uydurulmuş şeyler olduğunu söylemeliyiz.

6. ''Bu zayıf, bu uydurma'' denilerek hadislerin güvenilir olmadığı söylemeli, hadislerin kaynak olmaktan çıkarmalı ve ''yalnız Kur'an'' denilmeli.


Bakanlık sekreteri bana bunları hayata geçirdiğimizde Müslümanları tamamen elimize geçireceğimizi söylemişti. Ve bunu yaparsam madalyalar alacağımı.
.....

Vahhabilik dinini tesis ettik. Böylece fikirlerimiz elimizdeki iletişim gücünün katkısıyla tüm İslam alemine empoze edilecek ve Müslümanlar arasında bölünmelere, şüphelere neden olacaktı.


Bunlar, kitaptan aldığım yalnızca çok küçük bir kısım. Sayfanın sağ tarafında tavsiye ettiğim ''İngiliz Casusunun İtirafları'' kitabını edinmenizi ve okumanızı, bu konularda bilgi edinmek istiyorsanız, şiddetle tavsiye ederim. Bunlar 300 yıl önce yazılmış şeyler.

Bu konuya binaen, bana Vahhabilikten önce sünneti ve hadisleri reddetmiş bir tane alim gösterin. Sadece bir tane gösterin, onu da kabul edeceğim. 1100 yıl boyunca İslam ümmeti Kur'an ve hadislerle yaşamış, fakat İngiliz ajanı Hempher ortaya çıktıktan sonra, peydah olan sözde alimler ''biz doğruyu bulduk'' diyorlar. 1400 yıllık İslam alimlerini cahillikle suçlayan hocalar peydah oluyor. Bu da demek oluyor ki, kendilerini tarihin en zeki insanları olarak görüyorlar.


Bana iyi niyetlerle mail atan arkadaş ve kardeşlerime ise özellikle öneriyorum bu kitabı. Biliyorum ki kendilerinin niyetleri gerçek olduğuna inandıkları şeyleri anlatmak. Bu yüzden Allah hepimizi ıslah etsin ve hidayete erdirsin inşallah.


Son olarak Kur'an'la çeliştiğini söyledikleri hadislere bir göz atalım.

''Allah ahirette kimliğini göstermek için bacağını açıp baldırını gösterir.'' Müslim

Öncelikle bir şeyi söylemek zaruridir arkadaşlar, hadis ilimi diye bir şey vardır, ve sadece hadisleri anlamak ve yorumlamak için hayatlarını bu eğitime adamış insanlar ve bu insanlar için de hadis bilimi vardır. Her hadis, tıpkı her ayet gibi zahiri anlam içermez.

Örneğin Ali İmran Suresi, 103. ayette ; ''Allah'ın ipine sarılın'' der. Şimdi bu ayete bakarak Allah'ın elinde bir ip tuttuğuna mı hükmetmek gerekir?


Açıklamaya devam etmeden, bu hadisi reddeden ve saçma bulan arkadaşlara şu ayeti göstermek isterim ;

''Hatırla ki o gün, baldırların açılacağı ve kendilerinin secdeye davet edileceği bir gündür.'' Kalem, 42


Bu hadise uydurma diyenlere Kur'an okumalarını tavsiye etmemek elde değil. Baldırların açılması tabiri bizzat Kur'an'da geçmekte. Ve bu tabir ''gizli olan her şeyin ortaya çıkarılacağı, tüm gerçeklerin çırılçıplak ortaya çıkarılacağı'' diye tefsir edilmektedir. Yani hadisteki mana ; ''Allah kimliğini açıklayacak, kendisini gösterecek'' tir.


''Allah benimle görüştü, el sıkıştı'' Hanbel

Bu hadis de yine cımbızlanmış bir hadistir. Eğer Ahmed İbn Hanbel'in hadis kitabını okursanız bunu kendi gözlerinizle görürsünüz.

Bu hadiste Peygamber sav, gördüğü bir rüyasını anlatır. Gece namaz kılarken uyuyakaldığını, rüyasında Allah Teala'nın gözlerine göründüğünü ve ellerini omuzlarına koyarak O'na ibadet ve iman hakkında birçok vahiy edildiğini anlatır.


Hadis biliminden haberdar olmayanlar yine zahir anlama hükmetmişlerdir elbette. Fakat bu hadisin tefsirine bakarsanız, burada ''Allah'ın eli''nden kasıt, Allah'ın rahmeti, nimeti ve hikmetidir. Yani o dokunuştan sonra Peygamber sav, bilmesi gerekenleri öğrenmiştir.


Bu hadise karşı delil olarak ''Hiçbir şey O'nun dengi değildir'' ayetini göstermek de akıl karı mıdır sizce? Bu hadiste Allah'a denk koşulan bir şey mi var? Tıpkı Kur'an'daki baldır ifadesi gibi mi yoksa? Ya da ip?
Amaç inkar etmek olunca, bunlar elbet olacaktır haliyle.


''Altın ve ipek ümmetin kadınlarına helal, erkeklerine ise haramdır.'' Müslim

Bu hadise karşı delil olarak da şu ayeti gösterirler ;
''De ki ; Allah'ın kulları için çıkardığı süsü ve temiz rızıkları kim haram etti?'' Araf, 32


Fakat ben de onlara şu ayetleri gösteririm ;

''O Peygamber, güzel şeyleri helal ; çirkin şeyleri haram kılar.'' Araf, 157

''Allah ve Resullerinin emirlerini birbirinden ayırıp, ikisi arasında bir yol tutmak isteyen kafirdir.'' Nisa, 150


Sanki Kur'an'da ''altın ve ipek erkeklere helaldir'' diye bir emir mi var? Fakat haram olduklarına dair hadis var. Ve ayetle sabit ki, peygamber haram veya helal kılma yetkisine sahiptir, zira bu yetki O'na Allah'tan gelmiştir, aynı zamanda bu yetki de vahiydir. Peygamber nefsinden konuşmaz. Ayrıca bu ayetler kafirler hatta özellikle Yahudiler hakkında inmiştir, zira onlar kendilerine Allah'ın helal kıldıklarını haram kılarlardı.


Sonra bir de ''kadın düşmanlığı'' adı altında şu hadisi gösterip ;

''Kadınlar arasında iyi kadın, 100 karga arasında alaca bir karga gibidir.'' Buhari

Şu ayetle çeliştiğini savunuyorlar ;

''Ben sizden erkek olsun, kadın olsun hiçbir çalışanın ürettiğini boşa çıkarmayacağım. Hepiniz birbirinizdensiniz.'' Ali İmran, 195


Zaten fark etmişsinizdir ama, ben yine söyleyeyim.
Yukarıdaki hadis ile, ona karşı delil olarak gösterilen hadisin bir ortak noktası var mı?
Hadiste ''kadınlar arasındaki iyi kadın, kendisini hemen belli eder'' manası varken; söz konusu ayette ''kimsenin emeğinin boşa çıkmayacağı'' söz konusu.


Ayrıca ayetleri cımbızlamak da böyle bir şey, zira söz konusu ayetin başını sonunu okusalar, ne derece saçmaladıklarının farkına varırlar elbet.


Bu konuyu ''kadın düşmanlığı'' diye adlandırmaları da manidar olmuş doğrusu. Peki bu arkadaşlar Yusuf Suresi 28. ayette; ''Siz kadınların tuzağı çok büyüktür'' vurgusunu görmemişler mi?
Veya Nisa Suresi 11. ayette ; ''Erkeğe iki kadın payı verin'', yani kadınların erkeğin aldığı mirasın yarısını aldıklarını okumamışlar mı?


Bir başka çelişki iddiaları da şu ayet ile ;

''Zulmedenler dedi ki ; ''Siz olsa olsa büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz!'' Furkan, 8

Şu hadistir ;

''Peygamber sav, Medine'de bir Yahudi tarafından büyülendi. Günlerce ne yaptığını bilmeden dolaştı.'' Buhari, Hanbel


Şimdi eğer birazcık olsun tefsir okuyan varsa, Peygamber sav'e büyü yapıldığını bilir. Yahudiler, dönemin en büyük büyücüsüne gider ve Peygamber sav'e büyü yaptırırlar. Fakat yapılan büyü Resulullah sav'in yalnızca hastalanmasına ve fiziksel sıkıntılar duymasına neden olmuştur. Yani peygamberliğine veya kalbine, ruhuna bir sıkıntı vermemiştir. Bu olay üzerine başta Cebrail olmak üzere melekler gelir ve büyüyü bozarlar. Ardından da ''Felak ve Nas'' sureleri iner. Yahudiler de yaptıkları büyünün büyüklüğünü bildikleri için ''Muhammed büyülenmiştir, siz ancak büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz!'' derler. Bunun ardından da Furkan Suresinin söz konusu ayetleri iner.

Yani bunları bilmek için aynştayn olmaya gerek yok, açıp biraz tefsir okusak yeter.


İnkar edenler şu hadisi de çelişkili sayarlar ;

''Cehennemde en büyük azaba uğratılacak olanlar ressamlardır.'' Buhari

Karşı delilleri ise şu ayettir ;

''Gerçekten Allah kendisine ortak koşulmasını affetmez. Bunun dışında kalanı ise, dilediğini bağışlar.'' Nisa,48


Daha önce de dediğim gibi, insanlar bir şeye karşı çıkmak istediklerinde, ellerine geçen her şeyi delil olarak kabul ederler. Hiç araştırmadan, bilmeden, öğrenmeden..
Bu hadiste ressamdan kasıt, heykeltıraştır. O zamanlar şimdiki gibi fabrikadan çıkma kağıtlar üzerine yapılan resimler yoktu. Ressam kelimesi ''suret oluşturan'' manasındadır. Ve suret oluşturmak da bildiğiniz üzere ''heykel yapmak''tır. Ve bu konuda da gölgesi düşen suret gibi şartlar vardır. Öyle iki tane hadis ezberleyip anlaşılacak konular değildir bunlar.


Heykel yapımı ise kesin suretle haramdır. Zira o zamana kadar insanlık, daima tapmak için heykel yapmıştır. Kabe'nin içinde her gün için bir put olduğunu ve Peygamberlerin babası Hz. İbrahim'in putlarla verdiği savaş sanırım hepinizin malumudur. İşte bu yüzden heykel yapmak; bir sureti olduğu, gölgesi düştüğü ve kendisine tapıldığı için ''ŞİRK''tir. Hiçbir İslam alimi de bunun aksini söyleyemez.


Yani burada gördüğümüz gibi, ayetle çeliştiğini söyledikleri hadis bizzat ayete dayanmakta ve onu desteklemekte. Daha bunun gibi nice hadisleri ayet göstererek çürütmeye çalışırlar. Hadisin kaynağı nedir bakmadan etmeden. Hadis bilimi hakkında tek kelime bilgileri olmadan.


Sahih-i Buhari en güvenilir hadis kitabıdır örneğin. Ebu Davud, Tirmizi, Müslim, Hanbel, Taberani.. Öyle nereden geldiği belli olmayan hadislere elbette temkinli yaklaşılmalı, fakat kaynaklar böyle sahihse o zaman oturup tekrar düşünülmeli.


Zira Kur'an'da bile anlaşılması çok zor ayetler vardır. Öyle bazılarının dediği gibi herkes en ince ayrıntısına kadar anlayamaz Kur'an'ı. Hatta örneği de yine Kur'an'dan verelim ;

''Sana bu kitabı indiren O'dur. Kitabın bir kısım ayetleri muhkem olup, onlar bunun esasını teşkil ederler. Diğer kısımlar ise müteşabih ayetlerdir. Kalbinde eğrilik olanlar ise yalnızca onun müteşabihleriyle meşgul olurlar. Bundan maksatları sırf fitne çıkarmak ve kendi anlayışlarına göre yorumlamaktır. Halbuki onların gerçek manalarını yalnıza Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar ise, onların manalarını anlamaya çalışmakla beraber, asıl maksat ve manalarını Allah Teala'ya havale edip ; ''Allah'ın maksadı ne ise biz ona inandık. Gerek muhkemi, gerek müteşabihi hepsi Rab'bimiz tarafından gönderilmiştir. Bunu ancak kamil ve öz akıl sahipleri düşünebilirler.''  Ali İmran, 7


Yani her okuyan Kur'an'ı tam anlamıyla anlar diye bir şey yok ; Kur'an'la sabit.
Şimdi zaten şu ayeti anlamak için bile yeterli bir lügat ilminiz olması gerekmekte. Muhkem ne demek, müteşabih ne demek, hangi kökten gelir, ne anlama gelir, cümle içinde ne anlamda kullanılmış...?
Aynı şey hadisler için de söz konusudur. Tüm bunları bilmeden kalkıp da tüm hadisleri inkar etmek akıl karı olamaz.


Son olarak mezheplerden bahsedelim ve bitirelim.

''Ben mezheplere inanmam, benim tek kimliğim Müslüman olmak'' derler mezhepleri inkar edenler, tıpkı hadis inkarcılarının ''Bize yalnız Kur'an yeter'' dedikleri gibi yani. Aradaki benzerliğin kaynağını bulursunuz umarım.

Neyse.
Mezheplerin doğuşu konusunu bir kere doğru bilmek ve anlamak gerekir. Her mezhep biraz önce örnek verdiğim Vahhabilik gibi kurulmamıştır. Ki bizlerin dört hak mezhep dediğimiz mezhepler ise, bunlardan tamamen münezzehtir.


Şimdi bu konuda konuşmak için önce Hanefi, Şafi, Maliki ve Hanbeli mezheplerinin dayandıkları şeyleri ve ayrılma yönlerini bilmek lazım. Bunların dördü de ehli sünnettir. İman konusunda da en ufak bir ayrılıkları söz konusu değildir. Birbirlerinden ayrıldıkları noktalar, yalnıza ameli konulardır. Bunlar da farklı yorumlamaların neticesidir.


Örneğin Peygamber sav namaz kılarken alnına bir taş batar ve mübarek alnından kan gelir. Bunun üzerine Hz. Aişe ra. taşı alır ve yere atar. Resulullah da kalkıp tekrar abdest alır.


İşte burada Hanefi mezhebinin kurucu İmam-ı Azam Ebu Hanife der ki ; ''Peyagmber sav, alnından kan geldiği için abdest aldı. Yani abdesti kan bozar.''

Şafi mezhebinin kurucusu İmam-ı Şafi de der ki ; ''Peygamber sav, Hz. Aişe kendisine dokunduğu için abdest aldı. Yani abdesti kadının değmesi bozar.''


Gördüğünüz gibi ikisi de olan bir olay üzerine doğru bir çıkarım yaptı. Her iki hüküm de haklı bir gerekçeye dayanmakta. Ayrıca İmam-ı Azam bir konuya hüküm verdiğinde şu sözleri söylemiştir kitaplarında ;
''Bu hüküm İmam-ı Azam Ebu Hanife'nin görüşüdür. Bizim çıkarabildiğimiz en güzel hüküm budur. Kim bundan daha iyisini ileri sürerse, doğruya daha yakın olan odur.


İmam-ı Malik de şöyle demiştir ;
''Ben bir beşerim. Bazen hata eder, bazen de isabet ederim. Benim görüşümü inceleyiniz. Kur'an ve sünnete uygun bulursanız kabul ediniz, bulmazsanız reddediniz.''


Gördüğünüz gibi hiçbir müçtehid ''benimki doğru hepsi yanlış'' dememiştir.
Eğer Hanefi iseniz; cemaatle namaz kılarken hocayı dinler ve susarsınız, rükuda ayakların üzerine, secdede burnunuza bakarsınız.
Şafi iseniz; cemaatte hocayla birlikte okur, rüku ve secdede yere bakarsınız.


Zira mezhep ''yol'' demektir. Bir ayrımcılığı ifade etmez. Zaten camide hem Hanefi, hem Şafi, hem Hanbeli, hem de Maliki birlikte namaz kılarlar. Yalnızca pratikte küçük küçük farklılıklar söz konusudur o kadar. Bu bölünmek anlamına gelmez.


Fakat sonradan çıkar uğruna ortaya ve İslam'ı bölmek adına ortaya çıkan mezhepler de vardır elbette. Örneğin en basitinden Şiilik.
Kurucusu bir Yahudi olan İbni Sebe'dir.
Vahhabilik..
Haricilik..
Mutezile..
Rafızilik..

Daha say babam say bitmez. Zaten ne zamanki mezhepler arasında savaş olur, anlayın ki ortaya batıl mezhepler çıkmıştır. Düşünün; Hanefiler ile Şafiler ne zaman savaşmış? Malikiler ve Hanbeliler?

Şiiler namazda dört halifeye lanet okur örneğin
Fakat Alevi-Sünni, Vahhabi-Şii, Sünnü-Şii  vs vs..
Çünkü diğer mezheplerde pratikteki farklılıklar yerini inanç farklılıklarına bırakmıştır.
Örneğin Hz. Ömer'i şehid eden Ebu Lülü'nün İran'da türbesinin olduğunu biliyor muydunuz? Link


Kısacası bizlerin dört hak mezhep dediği Hanefi, Şafi, Hanbeli ve Maliki mezheplerinin dışındaki mezhepler, siyasi ve ayrımcı nedenlerle ortaya çıkmıştır. Ve ''benim hiçbir mezhebim yok'' diyenler, ne kadar bunu savunsalar da mutlaka bir mezhebe göre yaşarlar. Abdestini kanın bozduğuna inanıyorsa Hanefidir, kadının dokunuşu bozduğuna inanıyorsa Şafidir.


Son olarak hadis inkarcılarına şöyle bir tavsiyede bulunmak isterim;
Yalnızca bu gibi müteşabih, anlaşılması zor hadislere bakarak tüm hadisleri reddetmeyin. Bunun yerine biraz da anlaşılması çok kolay olan, güzel hadislere bir bakın.

Örneğin;

''Hiçbir baba çocuğuna güzel ahlaktan daha iyi bir miras bırakamaz.''

''Hayra vesile olan, hayrı yapan gibidir.''

''Müslüman, insanların elinden ve dilinden kimsenin zarar görmediği, emin olduğu kişidir.''

''İki göz vardır ki cehennem ateşi onlara dokunmaz. Biri Allah korkusundan ağlayan göz, diğeri de gecesini Allah yolunda nöbet tutarak geçiren göz.''

''Hiçbiriniz kendisi için istediğini mümin kardeşi için de istemedikçe iman etmiş olmaz.''


''İşçiye ücretini, alnının teri kurumadan veriniz.''

''Mümin kardeşine tebessüm etmen sadakadır, iyiliği emredip kötülükten sakındırman sadakadır, yolunu kaybeden kişiye yolunu göstermen sadakadır, yoldan taş, diken, kemik gibi şeyleri kaldırmak da sadakadır.''

''Sizin en hayırlılarınız, hanımlarına karşı en iyi davrananlarınızdır.''

''Komşusu açken, tok yatan bizden değildir.''

''Sizin en hayırlınız Kur'an'ı öğrenen ve onu öğretendir.''

''Kur'an okuyun. Zira Kur'an, kendisini okuyan kişiye ahirette şefaatçi olarak gelecektir.''

''Size iki şey bıraktım. Bu iki şeye sımsıkı sarıldığınızda, asla sapıklığa düşmezsiniz. Bunlardan biri Kur'an, diğeri ise benim sünnetimdir.''


''Nerede olursan ol, Allah'tan kork! Her günahın ardından bir sevap işle ki, günahın silinsin. İnsanlara güzel ahlak ile davran.''

''Kimin eliyle biri Müslüman olursa, cennet o kişi için vacip olur.''

''Sabah namazının iki rekat sünneti, dünya ve içindeki her şeyden daha hayırlıdır.''

''Sabah namazının iki rekat sünnetinin faziletini bir bilselerdi, sürünerek de olsa namaza gelirlerdi.''

''Akan bir nehirde olsanız bile, o suyu israf etmeyin.''
.....

Eğer amaç yalnızca reddetmek olursa, elbette karşına aklın hemen almadığı hadisler çıkar ve buna karşı çıkarsın. Zira Kur'an'ı reddedenler de ilk olarak ''bakın Kur'an'da ellerini kesin, kadınlar tarladır, kadınlar erkeklerin yarısı kadar alır, erkek kadından daha üstündür, kadınlarınızı dövün, kafirleri gördüğünüz yerde öldürün diyor'' derler. Çünkü onların amacı, Allah'ın da dediği gibi ''müteşabih'' olanları kurcalamak ve fitne çıkarmaktır.


Biraz güzelliklere bakmayı denesek, elbette güzel göreceğiz. LinkLinkLinkLinkLinkLink

Eğer hadisler ve bunları rivayet eden sahabeler olmasa idi, bizler ne Peygamber sav'in doğum tarihini, ne de vefat tarihini bilirdik. Ne Hudeybiye Anlaşması'nı, ne Bedir, Hendek ve Uhud savaşlarını bilirdik. Bu sahih hadisleri inkar etmek, alsında Peygamber sav'in ve sahabenin tüm hayatını, tüm savaşlarını inkar etmektir. Zira hiçbir tarih kaynağı, bu sahih hadisler kadar güvenilir olamaz. Hz. Ömer'in halife olduğunun kayıtları, bizzat kendisinin rivayet ettiği hadislerden daha mı güvenilir?


İmam-ı Buhari denilen zat, bir evliya olmasının yanında, hadisler bakımından o kadar dikkatli ve teferruatlı davranmıştır ki, her bir hadisi kaydetmeden önce abdest alır, namaz kılar, Kur'an'ı hatim eder ve öyle yazardı. Hatta hadis rivayeti alacağı bir adama gittiğinde, adamın kaçan ata elini boş boş sallayarak ''gel gel'' demesi üzerine, ''Bu adam boş elini göstererek, ata sanki elinde yem varmış gibi yapıyor. Bu atı kandıran adam, ola ki beni de kandırır.'' diyerek hadis rivayetini almamıştır.


Hadis-i Şerifler, bu dinin olmazsa olmazlarıdır. Olmadıklarında ne namaz doğru kılınır, ve hac ibadeti doğru yapılır, ne zekat konusu anlaşılır.


Kendisini alim addedip, ''işte Kur'an'ı çözdüm'' diyen adamlara iki kelime Arapça sorsan bilmez. Yalnız mealden de Kur'an anlaşılmaz. Tefsir de lazımdır, kadim Arapçayı bilmek de. Allah Teala bizleri Kur'an'ı anlayan, yaşayan ve anlatanlardan eylesin.

Selam, saygı ve dua ile..