22 Haziran 2016 Çarşamba

İFTARLIK GAZOZ


Uzun bir aradan sonra tüm ciğerlere ve ciğersizlere selamun aleyküm ve hayırlı Ramazanlar.

Çok uzun aralıklarla yazabiliyorum farkındayım, lakin bu aralıklar içerisinde sürekli mesaj atan ve destek olan herkese tek tek selamlarımı ve saygılarımı gönderiyorum. Kendimle yüzleşecek gücü bile bulamazken, sizlerin var olduğunu bilmek ve bunu hissetmek, elime laptopumu aldıran sebeptir.


Şimdi birçoğunuz demekte ki ''bu çocuk ne ayak, bi görünüyo, kayboluyo, bi yazıyo, iki yazmıyo, hayırdır, nedir?''


tyler epey yoğun bir sene ve süreç geçirdi. Yine birçok şey yaşadım, birçok şey gördüm, gözlemledim. Kendimden biraz daha nefret ettim mesela bu süreç içerisinde. Zaten şu dünyada en nefret ettiğim varlık kendimim. Hani birisiyle tanışırsın, sevemezsin, anlaşamazsın da ''ya karakterlerimiz uymuyo, yıldızımız barışmıyo'' dersin ya, hah, işte benim de kendimle ne karakterim uyar, ne de yıldızım barışır.


İşte bir sebebi de bu yazamayışımın. Kendime olan nefretim ve öfkem dinmedikçe, insanlarla ne paylaşabilirim kafasına girdim uzun süre. Bu süre zarfı içerisinde de kafamda çoook şey biriktirdim. Çok uzun, teferruatlı konular, meseleler var kafamın içinde. Hani kışın sıcacık yataktan çıkıp sabah namazına kalkmak çok zor gelir ya insana, halbuki o zorluk üzerindeki yorganı bir hamlede kaldırmana bakar. O hamleyi yapıp yorganı kaldırdıktan sonrası kendiliğinden gelir. İşte belki ben de ufak da olsa bir şeyler yazayım da, gerisi kendiliğinden gelir eski günlerdeki gibi dedim kendi kendime.


Şaka maka dört senedir beraberiz. Dört senedir ben yazıyorum, siz yorum yapıyorsunuz, anlaşıyoruz veya kızıyoruz birbirimize, lakin öyle böyle dört senedir beraberiz. Heyt bee. Tam olarak şu an gaza geldim.


Aklımda çok konu var dediğim gibi, mesela ''kibir'' hakkında yazmak istiyorum, sonra ''insanlar ve davranışları'' hakkında, daha sonra ''X Faktörü ve Teğet Geçme Teorisi'' adında çok uzun zamandır telefonumun not kısmında yazılı olan kendi minik beynimin aciz ürünü olan bir teori yazısı yazmak istiyorum... İstiyorum da istiyorum.

Telefonumdaki not kısmını bir görseniz zaten, aklıma gelen her şeyi unutmayayım diye not aldığımdan Fenerbahçe'nin transfer listesinden daha kabarık yeminle..

Neyse siz dua edin de, biraz önce birkaç müstesna takipçim duacınız dedi, hemen tesir etti mübarek. Yani binlerce insan etse demek ki, ooo, burdan Kız Kulesi'ne uçarak giderim herhalde.


Lafı çok uzatmayıp konunun başlığına gelirsek eğer, kısaca birkaç kelam edelim. Geçenlerde sinemaya girmişti bu film hatırlarsınız ;


Cem Yılmaz'ın oyunculuğunu falan beğendiğimden, gidelim dedim arkadaşa. Lakin film boyunca acayip acayip, tuhaf tuhaf şeyler gördüm, birçok sahnesinde ''oha'' falan dedim. Çünkü çok güzel şeyler vardı filmde, fakat bu güzel şeylerin yanında zehirli sarmaşıklar, dışı çok güzel ama içi zehirli olan kırmızı kırmızı elmalar gördüm.


Benim zaten uzun bir süredir dikkatimi çeken bir olay olduğundan, bu filmde de görünce, konunun ciddiyetinin farkına vardım aslında. Dedim ki yine dizilerle, filmlerle; eline senaryosu tutuşturulmuş, kendisini finanse edenler tarafından allanmış pullanmış, isminin başında ''profesör doktor'' bulunan fikir tetikçileriyle bu fikri de bu topluma yedirecekler.


''Neymiş o fikir?'' diyecekseniz.. O fikir ''Sol görüşlü, Sosyalist ve/veya Komünist İslam''dır. Geçen yüzyılda ''Seküler İslam'' diye bir şey attılar ortaya ve tuttu. Bugün birçok Müslüman kişi, kendisini seküler olarak tanımlıyor ve İslam'ın da öyle olması gerektiğini veya İslam'ı da öyle anladığını söylüyor.


Şimdi bu Solcu-Sosyalist-Komünist İslam çok yeni değil, bir süredir üzerinde çalışılıyor. Hatta meyvelerini bile toplamaya başladılar. Benim bizzat bu tanıma uyan tanıdıklarım var. Hatta onların birçoğunun söyledikleri kopyala-yapıştır cümlelerinden biri de şu;

''Komşusu açken tok yatan bizden değildir'' ve '' Emekçinin hakkını, alnının teri kurumadan verin'' diye hadisler yok mu abi? İşte bak, İslam da zaten sosyalist ve komünist aslında. Hey lele lele, hoy lolo loloo....'' 


Bakın öncelikle şunu söyleyeyim; ''Cehenneme giden yol, iyi niyet taşlarıyla döşelidir'' diye bir söz vardır. Yani doğru yaptığını sanan bir sürü insan, aslında çok büyük ve çok tehlikeli yanlışlar yapar hayatı boyunca. Hele ki içinde bulunduğumuz devirde, bütün yanlışlar öyle bir allanmış pullanmış, paketlenmiş ve etiketlenmiş ki, doğruya çok ama çok yakın hale getirilmiş.


Artık neredeyse her bir yanlış, içerisinde bir veya bazen birden çok doğru barındırıyor. Hatta bazı yanlışlar var ki, %99'u halis muhlis doğru. İşte tam da bu yüzden ki, insanlar bunların yanlış mı doğru mu olduklarını ayırt edemiyor. Daha da kötüsü var ki, inandığı görüşün aslında yanlış yerlere dayandığı ve aslından saptırıldığını söylediğinde, onun içindeki doğru olan şeylere düşmanlık ettiğini sanıyor ve seni o doğruların düşmanı ilan ediyor.


Mesela komünistlerin kendilerine karşı olan herkesi faşist veya kapitalist olarak görmesi gibi. Veya kemalistlerin Mustafa Kemal'i sevmeyen herkesi vatan haini olarak görmesi.. Ya da bazı Müslümanların oruç tutmayan birini gördüğü zaman ''vay kafirr''i yapıştırması gibi..


Yanlışlar, doğrulara çok fazla yaklaştırılmış. Hatta bazen aralarındaki çizgi o kadar ince oluyor ki görmek, ayırt etmek mümkün olmuyor. Hatta bu konuda da bir hadis-i şerif var ki, olayı harika şekilde anlatmış; ''Ahir zamanda, şirki (veya hak ile batılı) anlayabilmek, siyah gecede, siyah taşın üstündeki, siyah karıncayı görebilmek kadar zor olacaktır.''


Özellikle gençler üzerinde sosyalizm, komünizm gibi düşüncelerin epey fazlalıkta olduğunu görürsünüz. Bu elbette ki tesadüf değildir. Son zamanlarda da komünizmi İslam ile evlendirme projesi çok sıkı bir şekilde yürütülüyor. O kadar sıkı ki, bu konuda yapılan dizilerin filmlerin haddi hesabı yok. Ve etrafınıza dikkatli gözlerle bir bakın, bir sürü komünist Müslüman göreceksiniz. Ve bu komünist Müslüman kısma da dikkat ederseniz, komünistken İslam'a geçenler değil; normal bir Müslümanken komünizme geçen insanlar olduklarını görürsünüz.


Çok uzun ve detaylı incelenmesi gereken bir konu bu, öle üstünkörü bir şeyler görüp üzerine kabataslak konuşmaya gelmez yani. Bu İftarlık Gazoz filmine gittiğimde baya bi sinirlenmiştim, gelip başlığı atmıştım o zamandan unutmayayım diye, laptopumu elime aldığımda bu başlığı gördüm Allah'tan da, birkaç kelam da olsa edebiliyorum şuan.


Şimdi bu konuya derinlemesine girilmeli dediğim gibi, çünkü bu konuya girildiğinde, karşınızda size hemen muhalefet edecek olan binlerce insan göreceksiniz. ''Neden olmasın?''lar, ''Ne alakası var?''lar, ''Siz de amma abartıyosunuz bee!!!''ler ile başlayan bir sürü muhalifle karşı karşıya geleceksiniz.

Çünkü zaten halihazırda binlerce komünist Müslüman var ülkemizde, dahi dünyamızda. Nevi şahsına münhasır bir dini, ilahi kattan gelmiş, Allah'tan gelmiş bir dini, insan eliyle ve aklıyla ortaya atılmış şeylerle birleştirmek sizin görüşünüze göre nedir?


İnsan aklıyla ve eliyle üretilmiş hiçbir ''izm'', İslam ile nişanlandırılamaz, evlendirilemez. İslam, hiçbir ''izm''e sığmaz. Cemil Meriç'in dediği gibi ;

''İzm'ler idrakimize giydirilen deli gömlekleri...''


''İdeolojiler, uçurumları aydınlatan hırsız fenerleri. İstemesek de onlara muhtacız. Kaous kozmos yapan insan zekası, tecrübelerini ideolojilerde sergilemiş. İdeolojiye düşmanlık, tek izm'e teslimiyettir; Obskürantizme. İdeolojiler, siyaset dünyasının haritaları. Haritasız denize açılınır mı? Ama harita tehlikeli bir yolculukta tek kılavuz olamaz. Pusulaya da ihtiyaç var. Pusula; Şuur. Tarih şuuru. Milliyet şuuru, kişilik şuuru.''




Filmde şöyle bir replik vardı ;
''Orucun mantığı tokun açın halinden anlaması değil mi? Zengin olanın fakirin halinden anlaması? Sen zaten fakirsin, öyleyse senin oruç tutmana ne gerek var?''

Nasıl güzel yerlerden vurmuşlar di mi? Bu sözü söyleyen adam da anasının gözü bir komünist yani. Adam Marx gibi, Lenin gibi köylülerin arasına girmiş, iki kelimeyi yan yana getiremeyenlerin önünde komünist felsefesini yapıyor film boyunca.

Yalnız buradan o senaryoyu yazan arkadaşa önce bir selam çakıyorum sonra da;
''Oruçtaki tek anlam tokun açın halinden, zenginin fakirin halinden anlaması değildir. Öyle olsa oruç denilen şey yalnızca zenginlere farz olurdu heralde di mi.. Orucun anlamı ve amacı nefsi terbiye etmektir. Nefsi dizginlemek, onu eğitmek, onu köreltmektir. Nefis denilen şey de zenginde de olur, fakirde de; açta da olur, tokta da... Nefsin terbiyesi, bir insanı insan yapan asıl şeydir. İnsanı hayvandan ayırır. İradedir.''


Bakın mikrofonu bir tarafa uzatırsanız ve o kendi düşünceleriyle her şeyi açıklamaya başlarsa, sizi kolaylıkla ikna edebilir. İkinci tarafa mikrofonu uzatmazsanız eğer, dinlediğiniz kadarı sizi her zaman ikna etmeye yeter. Bu film tam bir monologdu mesela.


Kardeşim, komünist olabilirsin, sosyalist olabilirsin, solcu olabilirsin, sağcı olabilirsin, ortanın solunda da sağında da, kenarında köşesinde de olabilirsin; tüm bunları yaparken bir tanrı inancın da olabilir, Allah'a da inanabilirsin, Müslüman da olabilirsin. Amma ve lakin, asla ve kat'ha kendi dünya görüşünle İslam'ı birleştirip bunu insanlığa sunamazsın. Bunu pazarlayamazsın. Git neye inanmak istiyorsan ona inan, lakin Allah'ın indirdiği şeye kendi kıt ve yirmi birinci yüzyıl aklınla bir şeyler eklemeye çalışma.


Birileri çıkıp da ''Bize yalnızca Kur'an yeter'' diye kimsenin itiraz edemeyeceği bir cümleyi kendisine siper ve bayrak edinip de, bunun arkasına Peygamberi bu dinden silme gayesini ve projesini koyuyorsa eğer, Müslüman olan herkes, bu dinin ne olduğunu ve ne olmadığını çok iyi bilmeli.


Tarihe bakıp da; ''vay anasını yaa! Bu İngilizler, bu gavurlar ne oyunlar oynamış İslam ve Müslümanlar üzerinde beeeee !!! '' diyerek diz dövme sevgili kardeşim, zaman geçtikçe oyun daha da büyüdü, eşek kadar oldu lakin sen izlediğin dizinin başrol oyuncusunun hangi kızla veya hangi erkekle birlikte olduğuyla ilgilendiğinden o eşşek kadar olmuş oyunu ve oyuncuyu göremiyorsun.

Televizyonunu kapat, nefsini, istek ve arzularını tatmin etmek yerine; beynini ve kalbini tatmin etmeye başla bir an önce.

Yaşadığın ve yaptığın şeyleri yalnızca sosyal medyada paylaşmak ve insanların senin ne kadar renkli, güzel ve eğlenceli bir hayata sahip olduğunu düşünmelerini sağlamaya çalışmaktan vazgeç. İçindeki ''ünlü olma, takip edilme, ilgi duyulma'' arzusunu biraz olsun körelt artık. Takipçi sayın arttıkça artan, düştükçe düşen bir egon, karakterin ve kişiliğin olmasın artık. Ne kadar çok takipçin varsa o kadar popüler bir insansındır mantığını da bir kenara bırak. Hayatını başkalarının beğen tuşu altında değil, kendi değer yargılarının altında yaşa. El kol da yapma bana.


Hadi kendinize iyi davranın canlar, ciğerler...
Selam bizden...