18 Mart 2015 Çarşamba

ÇANAKKALE PARADOKSU


Esselamu aleyküm.

Son Osmanlı ve Hilafet Düşerken adında iki yazı yazmıştım, hatırlarsınız. Okumayanlarınız veya hatırlamayanlarınız varsa, o yazıları okumadan bu yazıyı okumasınlar. Zira o iki yazı olmadan bu yazıda neden bahsettiğimi pek anlayamayabilirsiniz.


Yeni bir devlet kurulacaksa eğer, ya kahramanlıkla kurulur; ya da kahramanlık yalanıyla. Bu, kuraldır. Çünkü kurulacak yeni devlete insanların güvenmesini sağlamanız gerekir. 19. yüzyıl, tüm dünyanın bir veya birçok yalanın peşinden gitmeye başladığı bir çağın başlangıcı olduğu için de, tüm dünyanın olduğu gibi, bu coğrafya da bir yalana inandırıldı yıllarca. Sanal, zahiri bir dünya çıktı ortaya. Cam kavanozun içinde mutlu mesut yaşayan, hazları ve arzularının istediği her şey o kavanozun içinde olduğu için de kendilerini özgür addeden, kibirlerinin ve egolarının; dolayısıyla da hazlarının ve arzularının kölesi olmuş bir insan güruhu çıktı ortaya.


Kısa bir yazı olacak bu.
Bugün tüm ülkede bir ''Çanakkale Zaferi'' sarhoşluğu yaşanırken, bunları konuşmadan edemedim. Yediremedim kendime. Kanıma dokundu.


1914 yılında başladı I. Dünya Savaşı. Zamanın 4 büyük gücü Osmanlı, İngiltere, Fransa ve Rusya idi. Savaşta bütün süper güçler, dünyanın dört bir yanından getirdikleri sömürge köle askerleriyle ve son teknoloji silahlarıyla Osmanlı'nın üzerine çullanmışlardı.


1915'de İngilizler, Çanakkale'den payitaht İstanbul'a girmek ve savaşın kontrolünü tamamen eline alıp, kısa sürede olayı bitirmek istiyordu. Fransa'nın da destek kuvvetleriyle birlikte İngilizler, Çanakkale Boğazı'na kadar geldiler. Tabi İngilizlerin yanında yalnızca Fransız destek kuvvetleri yoktu. Resmi tarih tezine göre ''Anzak''lar yani ''Avustralya ve Yeni Zelanda Askeri Kuvvetleri'' getirilmişti Çanakkale'ye.


Avustralya'nın o tarihteki erkek nüfusu bir-iki milyon kadardı. Yeni Zelanda'nın ise birkaç bin. İngiltere, bu asker sayısının kendi işlerine pek yaramayacaklarını bildiklerinden, başka bir kolonisi yani sömürgesinden asker getirmeye karar verdi; ''Hindistan''. Hindistan'ın daha o zamanki nüfusu 400 milyonun üzerindeydi.


İngiltere, Hindistan'dan çok şey kazanmıştı şüphesiz. Çünkü hem Baharat ve İpek yollarının ve ticaretin hakimiyetini bu şekilde elinde tutmuş, hem de her ihtiyacı olduğunda bu milyara yaklaşan nüfusu kullanmıştır.


I. Dünya Savaşı başladıktan sonra İngiltere, Hindistan'da; ''Almanlar Osmanlı Hilafetine ve Halife'ye savaş açtı'' diye haberler ve propagandalar yapmaya başlar. Bunun üzerine Halife'nin cihat çağrısı da manipüle edilerek Hintli Müslümanların ellerine geçer. Ve İngilizler, sayısı belki de milyonlara varan Hintli Müslümanı savaş boyunca bu şekilde kullanır.


Yani bizleri, birkaç Anzak gemisinin yanında, düşman diye ''Hintli Müslümanlar''la savaştırdılar. Bugün Anzak mezarlıklarının olduğu yerlerin çoğunda aslında İslam ve Hilafet için savaşan Hintli Müslümanlar yatmakta.

Lakin ne yazık ki, ne acıdır ki ne Hintlilerin ne de Türklerin, ne de herhangi başka bir Müslüman toplumunun bundan haberi dahi yok. Kardeşi kardeşe kırdırdılar, ama biz bugün hala Anzak'ları yendik, İngilizleri yendik diye sevinç çığlıkları atıyoruz.

Çanakkale'de Savaşan Hintliler
Çanakkale Savaşı kesin Osmanlı zaferiyle sonuçlandı, burası tamam, doğru. Ama bu zaferi kazanırken kardeşlerimizi öldürdük, haberimiz yok. Onlar da Hilafet'i korumak için, İslam için savaşıyordu, biz de. Ama ortada koca bir yalan vardı. Bundan sonra açılacak yeni çağın tamamen bir yalandan olacağını gösterircesine hem de..

Bir diğer Hint askerleri
Bir diğer mesele de İran Cephesi'dir.
Birçoğunuz ''İran Cephesi ne lan? İran bizim toprağımız mıydı anasını satayım?'' demiştir muhtemelen. Çünkü büyük çoğunluğunuz böyle bir cepheyi duymamıştır.

Lakin Osmanlı, İngiliz ve Ruslarla bir de İran Cephesinde savaşmıştır. Bu savaş sırasında Osmanlı İran'ın bir kısmını, Azerbaycan'ı, Dağıstan'ı ve Kafkasların bir kısmının kontrolünü tamamen eline almıştır. Ta ki Montrö Anlaşmasına kadar..


Sonra ''Kut'ül Ammare'' diye bir zafer vardır bilir misiniz?

%99'unuzun adını bile duymadığına bahse girerim. Çünkü bu millet, beyinlerinin içindeki göremedikleri bir elin varlığını bilmez. O el, beynimizin her bir damarına ve merkezine hakim olduğu için, o neyi isterse biz onu görür, neyi isterse onu duyarız. Neleri istemezlerse de, onları ne görür, ne duyar, ne de biliriz...


Ku'ül Ammare, ismini Irak'ın Kut şehrinden alır. Kan kokusu almış köpek balığından daha tehlikeli olan petrol kokusu almış İngilizlerin ilk saldırdığı topraklardandır Kut şehri. 1915 yılında işgal edilir. Fakat hemen arkasından Osmanlı bölgeyi kuşatır ve çok ağır ve kesin bir zaferle bölgeyi tamamen kontrolü altına alır. Yani önce Çanakkale'de, ardından Irak topraklarında İngilizler çok ciddi, çok ağır yenilgiler alırlar.


Hatta ordu kumandanı Halil Paşa, ordusuna şöyle der;

''Aslanlar! Bütün Türklere şeref ve şan, İngilizlere kara meydan olan şu kızgın toprağın güneşli semasında, şehitlerimizin ruhları sevinçle gülerek uçarken, ben de hepinizin pak alınlarından öperek cümlenizi tebrik ediyorum. Ordum gerek Kut karşısında, gerekse Kut'u kurtarmaya gelen ordular karşısında 350 subay ve 10 bin erini şehit vermiştir. Fakat buna karşılık Kut'ta 13 general, 481 subay, ve 13.300 er teslim alıyorum. Bu teslim aldığımız orduyu kurtarmaya gelen İngiliz kuvvetleri de 30 bin zayiat vererek geri dönmüşlerdir. Şu iki farka bakınca, cihanı hayrete düşürecek bir fark görülür. Tarih bu olayı yazmak için kelime bulmakta müşkülata uğrayacaktır. İşte Türk sebatının İngiliz inadını kırdığı birinci zaferi Çanakkale'de, ikinci zaferi burada görüyoruz.'' 


İngiliz tarihçi James Morris de, Kut'un kaybı hakkında şöyle der;
''Kut'un kaybı, Britanya Askeri tarihindeki en aşağılık şartlı teslimidir.''


Peki Çanakkale'nin hemen ardından kazanılan bu zafer neden bugün hiç kimse tarafından bilinmiyor ve kutlanmıyor? Bırakın zaferi böyle bir savaşın, böyle bir şehrin bile varlığından habersiz bu millet. Sebebi nedir?


Ben söyleyeyim sebebini;
Çünkü Kut'ül Ammare zaferinin gerçekleştiği toprak, bugünkü Türkiye Ulus Devleti'nin sınırları dışındadır. İşte tek sebebi budur. Çünkü yeni ortaya çıkarılacak olan ve aynı şeyleri düşünmelerini istedikleri neslin kafasını karıştırmak istemediler.

Ve size şunun garantisini vereyim;
Eğer Çanakkale de bugünkü Türkiye Ulus Devleti sınırları dışında kalsa idi, üzerine yemin bile edebilirim, tıpkı Kut'ül Ammare zaferi gibi üstü örtülecek ve hiç kimse tarafından hatırlanmayacaktı.


Çünkü yeni nesillere; ''Bizim bir de böyle zaferlerimiz var, bakın'' der ve bunları öğretirseniz, o neslin çocukları; ''iyi ama madem bu zaferleri biz kazandık, neden şimdi o topraklar elimizde değil?'' diyeceklerdir. ''O topraklara ne oldu?'' diyeceklerdir.

En önemlisi de;
''Öyleyse bizim vatanımız Edirne ile Kars arasına sıkışmış bu toprak parçası olamaz, demek ki oralar da bizim vatanımız'' diyeceklerdir.


Kut'ül Ammare şehrinin nerede olduğuna dikkatli bakın.
Musul, Erbil, Kerkük, Kut ve Kuveyt, hepsi bir hat üzerinde yer alıyor. Ve bu hat, her yönüyle çok önemli.

Öncelikle bu hat bir petrol hattı gördüğünüz gibi. Musul ve Kuveyt arası, petrolün en yoğun bulunduğu hattır. İkinci olarak Suudi Arabistan ve İran topraklarının tam ortasında bir üs konumundadır. Yani burayı elinde bulundurursan, iki tarafın da hem petrolü, hem ticareti, hem de siyaseti üzerindeki hakimiyetini kuvvetlendirirsin. İngilizlerin bir de Hindistan gibi zengin toprakları elinde tuttuğunu hatırlarsak, hem buraya hem de İran Cephesine neden bu denli önem verdiğini anlayabiliriz.


Neyse.

''Çanakkale geçilmez!'' diyor ya hani resmi tarih bize, peki soruyorum o resmi tarihe; ''İstanbul nasıl işgal edildi?''
İngilizlerin Çanakkale'de savaşmasının sebebi, payitaht İstanbul'a ulaşmak, savaşı lehlerine çevirmek, hilafeti kaldırmak ve Osmanlı Devleti'ne son vermekti.

Çanakkale Zaferinden yalnızca iki yıl sonra İngilizler, Çanakkale Boğazı'ndan geçerek imparatorluğun başkenti İstanbul'a ulaştılar. İki sene önce kazanılan destansı zafer, yerini ihanete bırakmıştı çünkü.


Çünkü İngilizler İstanbul'a ulaşırken Çanakkale'den savaşmadan, ellerini kollarını sallayarak geçtiler. Kurulan yeni devlet de, yerini hainliğe bırakan bu kahramanlık hikayesini kendisine şiar edindi. Çünkü dediğim gibi, kurulacak yeni devletlerin ya kahramanlık hikayelerine ihtiyaçları vardır, ya da kahramanlık yalanlarına..

Çanakkale de bugün Türkiye Ulus Devleti sınırları içinde olduğu için, burada kazanılan o zaferi kullandılar. Lakin Türkiye Ulus Devleti'nin sınırları dışında kalan Kut'ül Ammare zaferini kafalardan tamamen sildiler. Çöl Kaplanı Fahreddin Paşa'nın yaklaşık 3 yıl süren Medine müdafaasını, masada kaybettiğimiz Musul'u, Kerkük'ü, Erbil'i, Kuveyt'i, Azerbaycan'ı, Kafkasları tamamen unutturdular millete.


Kahramanlık hikayelerine ihtiyaçları olduğu için de, Çanakkale Zaferini kendi zaferleriymiş gibi gösterdiler. Sonra I. ve II. İnönü Savaşları gibi olmayan savaşlar ürettiler..


Bugün kendilerine milliyetçi ismi takıp, aslında saman altından ırkçılık yapan bu koca güruh, Çanakkale'yi Türk'ün zaferi olarak kabullenir. Türkiye Ulus Devleti'ni kurmak için bu savaşları yaptıklarına inanır. Fakat Çanakkale bir milliyet savaşı değil, bir iman savaşıdır. Çünkü orada şehit olanlar arasında Türkler, Kürtler, Araplar, Hintliler, Iraklılar, Libyalılar, Mısırlılar, Filistinliler, Lazlar vardır.


Hama, Humus, Rakka, Halep, Kudüs, Şam, Varna, Kosova, Beyrut, Diyarbakır, Rize, Kastamonu ve daha nice şehirden, vatan bildikleri toprakları korumak için, bu uğurda canlarını vermek için gelen binlerce insan savaştı o cephelerde. Tek ve yegane amaçları ise; ''İslam Birliğini, Hilafet'i, Halifeyi korumak, kafir işgalinden korunmak, ezanlarına, Kur'an'larına, kadınlarına el sürdürmemekti.''


Hiçbirinin bir ulus devlet kurmak gibi bir amacı yoktu. Çünkü öyle olsa Kudüs'teki Arap, Irak'taki Arap, Türkmen, Hindistan'daki Hintli, Varna'daki, Kosova'daki Sırp, Arnavut, Bulgar, Boşnak buraya gelip de Türk Ulus Devleti için savaşmazlardı. Bu şehitleri ''Türkiye için savaştılar'' diye anmak, onlara yapılan en büyük saygısızlıklardan bir tanesidir.


İngilizler Hindistan'dan, Fransızlar Afrika'dan Müslüman nüfusu kullandılar bize karşı. Dünyanın daha önce görmediği kadar çok kardeş kanı aktı o savaş boyunca. İşte ta o zamandan belliydi önümüzdeki çağın tamamen Müslümanların aleyhine olacağı.. İşte ta o zamandan belliydi önümüzdeki çağda Müslümanların sürekli acı çekeceği ve dünyanın hakiminin şeytana kulluk edenlerin olacağı..


Büyük Britanya, savaşın bittiği yıl olan 1918 yılında işgal etti İstanbul'u. O zamana kadar imzalan diğer anlaşmaları geçersiz saydı. Çünkü hala İstanbul'da almak istedikleri birkaç şey vardı. Birincisi Osmanlı hakimiyetinde olan petrol bölgelerini ellerine geçirmek, bir diğeri Osmanlı Devleti'ni tarihe gömmek ve en önemlisi de Hilafet'i yok etmek.


Savaş bittiği halde, İstanbul'dan almak istediklerini almadan, yani Hilafet'i yok etmeden bu savaşı bitmiş saymadılar. 1918'de girdikleri İstanbul'dan, hiçbir savaş olmaksızın 1923'te çekildiler. İngiliz ve Osmanlı ordusu bu süre içinde savaşmadı. Tam 5 sene boyunca kaldılar payitahtta. Bu beş sene içinde ne yaptılar?


Yine daha önceki yazılarımda söylediğim şeyi tekrarlayacağım;
''Onlar bir yeri işgal ettiklerinde, arkalarında kendileri için çalışacak bir cunta, bir sistem bırakmadan oradan ayrılmazlar.''


Eğer Çanakkale şehitlerini anmak ve onlara vefa borcumuzu ödemek istiyorsak, öncelikle yalnızca Çanakkale'de değil, cümle Osmanlı mülkünde şehit verdiğimiz tüm şüheda için aynı hassasiyeti göstermek zorundayız. Sonrasında ise onların neden şehit olduklarını düşünmeli ve onların bu uğurda canlarını boş yere vermediklerini göstermeye çalışmalıyız. Onların uğruna öldükleri şeyi tekrar yaşatmak, tekrar hayata getirmek, onlara vefa borcu duyan, duyması gereken tüm Müslümanların boyunun borcudur..


Ayrıca ''Zulüm 1453'de başladı'' diyenler, kendi tarihlerine küfredip, batının mitoloji tarihini göklere çıkaranlar, ''Kahrolsun Osmanlı, şeriat, hilafet'' diyenler, ''İslam gericiliktir'' diyenler, bira şişeleriyle TC yazanlar, ''Sevişirim evlenmem, hamile kalırım doğurmam'' diyenler ne Çanakkale, ne de başka bir zaferi kutlama ve yad etme hakkına sahip değildirler. Çünkü o şüheda, bunları yapanların dedelerine karşı savaşarak şehit oldu.


Bu saydığım zevat aslında; ''Kahrolsun Çanakkale şehitlerinin, cümle şühedanın uğrunda öldüğü, uğrunda canlarını verdikleri şey!!!'' diye bağırıyor. Mücadeleleri buna karşı. Lakin 20. ve 21. yüzyılın sahiplerinin, yani hükmedenin safında oldukları ve bu şaşalı ve gösterişli hayatların sahiplerini savundukları için, üretilen yalanların en büyük müşterileri onlardır. Ve bu yalan sayesinde de bu şehitlerin bile kendi hastalıklı dünya görüşleri için şehit olduklarına inanırlar, onları sahiplenirler.


Onlar şehitleri ve kahramanlık hikayelerini sahiplenirler, fakat o şehitlerin uğrunda öldükleri şeye lanet okurlar. Milyonlarca şehidin uğrunda öldüğü şeyi bugün yeryüzünden silmek için çabalar dururlar.. Onlar kahramanlık yalanının sahipleridir, kahramanlar ise uğrunda kanları akıttıkları şeyin..