18 Nisan 2014 Cuma

KUR'AN'I OKUMAK

Selamın aleyküm hacı.

Konuşmak istediğim, anlatmak istediğim, paylaşmak istediğim o kadar çok şey var ki, hala yazmak istediğim şeylerin başlıklarını atıyor ama bir türlü yazmaya fırsat bulamıyorum. Ya da kafamı toparlayamıyorum.

Kafam çok karışık.
Fakat bir yandan karışırken, bir yandan da her şey yerli yerine oturuyor.

Çünkü insanların nasıl bu kadar inanılması güç bir şekilde kör olabildiğini, sağır olabildiğini anlayamıyorum. Bilhassa Müslümanların nasıl bu kadar imanlarının gevşediğine inanamıyorum.


Hala ve hala tüm dünyada akan Müslüman kanı için çıtını çıkarmayan Müslümanların olduğunu görünce, ''lan ben mi başka bir dindenim, yoksa bunlar mı?'' demeden edemiyorum.

Müslümanlar birbirlerinden o kadar kopmuş ki, kendisi yaşadığı sürece diğer Müslümanların ölümüne üzülmüyorlar. Kendi karınları doydukları sürece, başkalarının açlıktan ölmelerine önem vermiyorlar.


Tabi bu arada namaz kılıp, oruç tutup, Kur'an da okuyorlar.
Camiye gidiyorlar.
Fakat ne Kur'an'ı anladıkları var, ne İslam'ı, ne imanı.

Bu ara bazı kesimlerde moda oldu Kur'an okumak.
Tabi okuduklarını millete duyurmak ayrı bir moda.


Fakat Kur'an okuyan, namaz kılan, Allah'a ve ahiret gününe inanan o adamlara bakıyorsun, bu ameller dışında Müslümanlıkla uzaktan yakından alakası yok. Hayatı tamamen bir ateistin hayatı gibi. İnandığı şeyler, ideolojisi, hal ve hareketleri, konuşmaları veya düşünceleri İslam'la tamamen zıt. Yani dışarıdan bakan bir insan, karşıdakinin Müslüman olduğunu asla anlayamaz. Zira bir Hristiyan'dan veya ateistten farksız bir hayata sahip.


Kur'an'ı kitap okur gibi okuyan insanların, elbette ki okudukları boğazlarından aşağıya geçmez. Çünkü bir çoğu kendilerine bile itiraf edemese de entel olmak için okuyordur. Birisi bir şey sorduğunda Kur'an okuduğunu söyleyebilmek için okuyordur Kur'an'ı.

Çünkü bu kitabın bir kısmına inanıp, diğer kısmını reddetmenin sebebi başka ne olabilir?
Allah Kur'an'da iki şeye hitap ediyorken, bu iki şeyden birincisi ''insan'', ikincisi de ''devlet'' iken, sen nasıl oluyor da yalnızca insana emredilen şeyleri alıyor ve devlete emredilen şeylerin uygulanmasına karşı çıkıyorsun?

Ben kafayı yiyorum ya.

Örneğin Allah-u Teala;
''Namaz kılın'' der.
Bu emir insanlar içindir.
Müslüman olan birinin namaz kılması farzdır, Allah'ın emridir.


Yine Allah-u Teala;
''Oruç tutun'' der.
Bu emir de insanlar içindir.

Sonra Allah-u Teala;
''Zekat verin'' der.
Bu da yine insanların üzerine farzdır.

Fakat Kur'an-ı Kerim bununla sınırlı değildir ki.
Bir de devletin üzerine farz olan ayetler, emirler vardır.
Allah, devletin yapması gerekenleri, yasaları anlatmıştır Kur'an'da.

Örneğin Allah-u Teala;
''Hırsızlık yapanın elini kesin'' der.
Bu emir sana bana değil; devlete farzdır. Devlet için inmiş, devlet görevlilerinin uygulamakla yükümlü olduğu emirlerdir. Farzlardır.

Sonra Allah-u Teala;
''Mirasta kadına bir, erkeğe iki'' der.
Bu emir de devletedir.
Devletin yapmakla yükümlü olduğu bir farzdır.


Fakat benim geri zekalı Müslüman kardeşlerim, Allah'ın insana verdiği namaz, oruç gibi emirleri kabul ederken; devlete verdiği emirleri umursamıyor. Hatta birçoğu şeriata karşı bu yüzden. Laik anayasa ile devam edilmesi lazım diyor, laikliği savunuyor.

Ya bi kere şeriatın kelime anlamı nedir kardeşim, onu biliyor musun sen?
Onu bi de bana.
Şeriat ''hukuk'' demektir.
Yalnızca hukuk demektir hem de.
Başına İslam şeriatı getirirsen, İslam hukuku olur.


Ama senin beynine şeriat kelimesini öyle bir yerleştirdiler ki, seni bu kelimeye öyle bir düşman ettiler ki, bu kelimeyi duyduğun anda kafanda kötü şeyler canlanmaya başladı.

Yazık.
Bi de sen güya sisteme karşısın.
Yazık be hacı.
Seni çok acayip bi şekilde keklemişler.

Neyse.
Şeriat başlıklı bir yazı düşünüyorum, -ki ne zaman yazacağımı Allah bilir- orada bunu uzunca ve mantıklıca konuşuruz inşallah.


Benim demek istediğim, Müslümanların ölçüleri değişmiş.
Etraftakilere bakarak, kendisi evliya sanan bir sürü Müslüman var maalesef.
Çünkü etrafı zina, içki, kumar ve her türlü haramla dolu.
Kendisini bir nebze bunlardan uzak tuttuğu için, bunun onu evliya yaptığını sanıyor işte.
Cennetlik olduğu fikrine kapılıveriyor.


Fakat şeytanın en büyük hilesini, en büyük zokasını yutuyor da, farkında değil.
Çünkü etrafındakilerin kötülüğünü, kendisine ölçü edinmiş.
Bu nedenle de ideal bir Müslüman gibi değil de, etrafındakilerden biraz daha iyi Müslüman kimliğine bürünmüş durumda.

Allah Resulü Hz. Muhammed sav'in hayatını bilmediği için, kendisine örnek alacak bir modeli yok.
Sahabenin hayatını bilmediği için, nasıl yaşaması gerektiğini bilmiyor.


Müslümanların bile örnek aldığı insanların alayı yabancı oyuncular, şarkıcılar, mankenler olmuş.
Kimsenin Hz. Muhammed sav'i ve sahabeyi örnek aldığı yok.
Çünkü içinde bulundukları çağ buna hiç müsait değil.
İçinde bulundukları sistem, onlara örnek almaları gereken insanları dayatıyor.
''şu mankeni örnek al, bu oyuncu gibi giyin, bunun gibi şarkı söyle...''


Tüm bu sistem dayatmalarına karşı, onları bırakıp da Peygamber sav'i, sahabeyi örnek alan insanlar da, gavurların zaten hayat şiarı edindikleri üzere yaptıkları şekilde dışlanıyor. Gerici, yobaz ilan ediliyor. Fakat benim gavurlara hiçbir sözüm yok hacı. Onların adı belli; gavur. Ne derse desinler. Onların bunları demeleri ancak bizim imanımızı artırır.


Fakat işi bozan Müslümanlar.
Çünkü ''cübbe giyenler yobazdır'' diyen Müslümanlar var bu ülkede.
Tabi bu cübbe giyenlere, sarık falan takanlara düşmanlık göstermek, onları yobaz diye adlandırmak da yalnızca bizim ülkemize ait bir şeydir ha.

Orası da bi acayip.

Peki şu cümleyi kurabilen ve Müslüman olduğunu söyleyen bir adama ne dicez şimdi biz?
Napacaz bununla?
Bu gibi öküzlere ne diyecez olum ya?
Gezi zekalı Müslüman.

Bunu diyenler sistem karşıtıdır haa, unutmayın onu da.
Ön yargıdan bahseder, sistemden bahseder, karşıdır bunlara.
Fakat bu sistemin dayattığı şekilde giyinir, konuşur, müzik dinler, düşünür ve en kötüsü de inanır.
Her fırsatta sisteme karşı durduğunu söyler, fakat;
Amerikalı iki tane geyin belirlediği modaya uymayanı gerici diye yaftalar.
E peki bu sistem ne yapıyo başka ya?
Sen bir taraftan karşı çıkarken bu sistemin bana dayattığı şeyi savunuyorsun ya la?


Sen, herkes öyle giyindiği için Amerikalı gibi giyiniyorsun.
Seni dışlamalarından korktuğun için.
Herkes öyle giyinmeseydi, sen de giyinmeyecektin.
Fakat bu adamlar herkes gibi değil, Amerikalı gibi değil; Müslüman gibi giyiniyor.


Hem de toplumun %99'u tarafından dışlanacaklarını bile bile.
Çünkü sistemin kölesi değiller.
Çünkü sistem denilen bu lanet şeyin dayattığı giysileri giymek zorunda olmadıklarını biliyorlar.
Dışlanma pahasına da olsa bunu yapıyorlar.
Çünkü imanları sağlam.
Bu abimiz Müslüman olduktan sonra Yusuf Estes ismini almış bir Amerikalı gerici, yobaz Müslüman. Çünkü ne zoru varsa cübbe giyip, sarık takıyor. Gerici işte (!)

Öte yandan Kur'an'ı okuduğunu söyleyenlerin neredeyse alayı, yalnızca bir hikaye kitabı okuyormuşçasına okuyor bu kitabı. İçindekilerden habersiz. İnceliklerinden habersiz. Mesajlarından habersiz.

Biraz dikkatli okusa, biraz çözmek için okusa çok farklı sonuçlar doğuracağından da habersiz.
Mesela Kur'an'ın ilk suresi Allah'a hamd edilerek başlar.
Dua ile başlar.
Ki burada bize nasıl dua etmemiz gerektiği işaret edilmiştir.
Öncelikle bu Kitabı, Peygamberi gönderdiği için hamd etmemiz gerektiğini, şükretmemiz gerektiğini söylüyor bize Kur'an.


Ve Kur'an bile şükür ile başlıyorsa, bizim de her işe şükür etmemiz gerektiğini, şükür ile başlamamız gerektiği mesajını veriyor. Mesela dua etmeden önce ilk olarak Allah-u Teala'ya hamd ederek başlamamız gerekir, sonra da Resulüne salavat getirmemiz. Zira bu ikisi olmadan edilen dua, eksiktir.


Ve bu duadan, şükürden sonra Kur'an'a giriş yapılıyor.
Kıssalar başlıyor.
Çok fazla kıssa var, çünkü her bir kıssadan bir hisse almamız gerekiyor.

Bakara Suresi'ni bir açıyorsun, ''Elif, Lam, Mim'' ile başlıyor.
Ne olduğu konusunda asla kesin bir bilgi yok.
Sadece tahminler var.
Bir sır.

Ve devamında, kıssalara girmeden önce şöyle diyor Kur'an bize;
''Bu kitap ki, kendisinde asla şüphe yok''

''Yani eline aldığın bu kitapta birazdan okuyacağın her şey doğru'' diyor Allah bize.
En öncesinde bunu bildiriyor.


''Birazdan okuyacaklarından asla şüphe etme''
''Birazdan okuyacakların tamamen Allah katından inmiştir'' diyor Kur'an bize.

Bir sözleşme ile başlıyor.
''Şüphe ile bakarsan bu kitaptan hiçbir şey anlamazsın'' diyor.

''İnananlar için yol göstericidir'' diyor hemen ardından.
Yani ''eğer inananlardan isen ve bir yerde yolunu kaybettiysen, zora düştüysen bu kitabı okumalısın ki yolunu bulasın'' diyor.


Sonra da o inananları tanımlıyor Allah;
''Onlar gaibe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızk olarak verdiklerimizden de Allah yolunda harcarlar. Ve onlar ki hem sana indirilene iman ederler, hem de senden önce indirilene. Ahirete de kesin olarak inanırlar.''

Ey kendisini namaz kıldığı için Müslüman gören hacı cavcav, Allah'ın Müslüman tanımına uyuyor musun onu söyle sen bana..?


Müslümanı tanımladıktan hemen sonra, bir de kafirleri tanımlıyor Allah.
Kafirlerin gözlerinde ve kalplerinde bir perde olduğunu, söyledikten hemen sonra bu kez de münafıklardan bahsedilir.

Kur'an'daki sıralamalar çok önemlidir bu yüzden.
Her biri bir anlam taşır.
Her bir cümlede bir sır vardır.
Dikkatli bakarsan sana çok derin şeyler anlatır.


Mesela Bakara Suresi'nin 11. ayeti benim yine dikkatimi çeker;
''Onlara ''Yeryüzünde fesat çıkarmayın'' denildiğinde; ''Biz ancak ıslah edicileriz'' derler.

Tıpkı batılıların, Amerika'nın orta doğuya girerken ''size demokrasi ve özgürlük getireceğiz'' diyerek girmesi gibi. Batılıların her seferinde bu topraklara iyilik yapmayı vaad ederek girip, bozgunculuk yapması gibi.


13. ayette de kafirlerin; ''Biz de o aptalların inandıkları gibi mi inanalım?'' dedikleri yazar.
Tıpkı Aziz Nesin'in ''Ben aptal mıyım Allah'ın varlığına inanayım'' demesi gibi.

Ben bu yüzden ''Kur'an okumak'' ile ''Kur'an'ı okumak'' arasında fark vardır diyorum.
Yaşadığın hayatı, dünyayı, insanları anlamak için Kur'an'a bak ki, Allah'ın seni nasıl uyardığını gör.
O kıssalar boşuna anlatılmadı, unutma.


Mesela hepiniz bilirsiniz, Hristiyanlar Hz. İsa'yı ''son akşam yemeği'' ile bilirler hep. Bu yemekten sonra havarilerinden birinin onu sattığını falan.

Geçenlerde Kur'an okurken şu ayeti fark ettim ben de;

''Havariler; ''Ey Meryem oğlu İsa! Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir mi?'' demişlerdi. İsa da; ''İnanıyorsanız Allah'tan korkun!'' demişti. Maide,112

''Meryem oğlu İsa da; ''Allah'ım, Rabbimiz! Bizim üzerimize gökten bir sofra indir ki, bizim için, önce ve sonra gelenlerimiz için bir bayram ve senden bir mucize olsun. Bizi rızklandır. Sen rızk verenlerin en hayırlısısın.'' dedi.'' Maide,114

''Allah buyurdu ki; ''Ben onu size indireceğim. Fakat bundan sonra içinizden kim inkar ederse, ben ona alemlerden hiç kimseye yapmayacağım bir azap yaparım.''  Maide,115

Maide, ''ziyafet'' veya ''sofra'' manasına gelir.
Daha çok üzerinde yemek bulunan sofra anlamında kullanılır, ki, bu da Hz. İsa ve havarilerinin kıssasını anlatmak içindir.

Hristiyanlar için çok önemli bir nokta olan Son Akşam Yemeği, aslında Kur'an'da çok açık bir şekilde geçiyor. Bizim elimizde öyle bir kitap var ki, her bir sırrı çözmeye mazhar olabiliriz. Ama dediğim gibi, kitap okur gibi okursak hiçbir şey elde edemeyiz.

Allah bilir bu kıssada daha neler neler saklı.
Ne sırlar gizli.

Sonra dikkatimi çeken bir başka şey oldu benim;
Muharref Tevrat'ta Hz. Musa başta olmak üzere bir sürü peygambere iftiralar vardır.
Onlardan biri de Hz. Musa'nın, İsrailoğulları altından buzağı yaptıktan sonra kendilerine gelip ''birbirinizi öldürün!'' demesidir.


Fakat Kur'an'da Bakara Suresi 54.ayette şöyle der;
''Hani bir zamanlar Musa kavmine dedi ki; ''Ey kavmim! Cidden siz o buzağıyı put edinmekle kendi kendinize zulmettiniz. Gelin Rab'binize tövbe edin de nefislerinizi öldürün...''

İnsanların fark edemediği, çok ince bir mucize daha işte.
Tahrif edilmiş Tevrat ''birbirinizi öldürün'' derken, Kur'an ''nefislerinizi öldürün'' diyerek, hem Hz. Musa'yı bir kez daha aklıyor, hem de Tevrat'ın değiştirildiğini bir kez daha gösteriyor bize.


Bir başka dikkatimi çeken şey ise Bakara 37. ayette şöyle der;
''Derken Adem Rab'binden birtakım kelimeler aldı. Allah da tövbesini kabul etti. Şüphesiz O, tövbeleri çok kabul edendir, çok bağışlayandır.''


''Adem Rab'binden kelimeler aldı.''

Demek oluyor ki, dua ederken veya tövbe ederken, birtakım kelimeler var ki bunlar, duayı kabul ettirebilme gücüne sahip. Tabi duanın makbul olması, mantıklı olması, uygun olması, kalpten ve samimi olması elbette birinci şarttır. Şimdi tutup da ''şu kızı tavlamak için bu duayı ediyim mi yanee?'' gibi mesajlar atmayın lütfen hacı.
Kelimeler çok önemlidir.
Peygamberler, mucizeleri gerçekleştirmeden önce ''İsm-i Azam'' ile başlar ve kendilerine verilen özel kelimelerle dua ederler. Nitekim hatırlarsınız Yahudi Devleti IV'de Kabala'da bu özel kelimelerden bazılarının bulunabileceğini söylemiştim. Keza büyü de aynı şekilde yapılır. Birtakım özel kelimeler kullanırsınız, özel dualar edersiniz. Yani kelimeler bu bağlamda çok ama çok önemli yer tutar.

Bu arada alimlerin dua kitapları yazmaları, dua kitaplarında çok çeşitli duaların bulunmasının sebebi de budur. Kendisini tek evliya gören ve onu bunu inkar edenlerin kulakları çınlasın mı burada?


Tefsir yönteminde en iyi yol, öncelikle Kur'an'ı Kur'an ile tefsir etmektir.
Nitekim muhkem olan ayetlerin yanında, bir de müteşabih ayetler vardır.
Çok derin anlamları vardır.

Bakara Suresi'nin bu ayetinde bahsedilen ''birtakım kelimeler'' ile tövbe edilmesi, Araf Suresi 23. ayet ile tefsir edilebilir sanırım;

''Dediler ki; ''Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize merhametinle muamele etmezsen şüphesiz hüsrana uğrayanlardan oluruz.''


Sonra Enbiya Suresi 87. ayette aynı ifade var;
''Zünnun (Yunus)'u da hatırla. Hani öfkelenerek (halkından ayrılıp) gitmişti de kendisini asla sıkıştırmayacağımızı sanmıştı. Derken karanlıklar içinde; ''Senden başka ilah yoktur. Sen münezzehsin (''sübhan''sın), şüphesiz ben zulmedenlerden oldum.'' diye dua etti.''

Arapçası şöyle; ''La ilahe illa ente sübhaneke inni küntü minezzalimin''


Bunun akabinde ise şöyle bir hadis var;
''Balığın karnında bulunurken Hz. Yunus'un yaptığı dua şu idi; 'La ilahe illa ente sübhaneke inni küntü minezzalimin.'' Herhangi bir Müslüman, bir şey hakkında bu duayı yapacak olursa, Allah onun duasını kabul buyurur.''

Bir başka hadis şöyle;
''Allah Celle Celalühü'nün ismi öyle bir isimdir ki, onunla dua edilirse Allah kabul eder. Onunla bir şey istenilirse Allah verir. O isim Yunus bin Metta'nın yaptığı duadır.''
Another hadis;
''Bir şey hakkında muztar kalan kimse abdest alsın, abdestini güzelleştirsin. İki rekat namaz kılıp, selam versin. Namazdan sonra secde ederek şunu söylesin; ''La ilahe illa ente sübhaneke inni küntü minezzalimin.'' Ve bunu 40 defa tekrarladıktan sonra isteğini arz etsin. Nerede ve ne vakit olursa Allah onun duasını kabul buyurur. Ancak bunu gece yarısı yapmak daha güzeldir.''


Hz. Adem ve Hz. Yunus'un ettikleri dualar aynı.
Ve Hz. Muhammed sav de bu dua ile bir şeyler istememizi tavsiye ediyor.
Demek ki bu kelimelerin bir özelliği var.
Tabi anlayana.

Kur'an-ı Kerim'in en sevdiğim inceliklerinden biri de ''zinaya yaklaşmayın'' ayetidir mesela.
''Zina etmeyin'' değil.
''Yaklaşmayın''.

Harika ötesinde bir incelik bu.
Zira zina yapmak zaten çok büyük bir haram, onu biliyoruz.
Ve bu duyguya karşı koymanın ne denli zor olduğunu da Hz. Yusuf aleyhisselam'ın kıssasından biliyoruz.
Yusuf Suresi'nde; ''Rab'binin delilini görmeseydi az kalsın Yusuf da meyledecekti.'' der.

Hz. Yusuf'un bile az daha nefsine yenileceğinden bahsediyor Kur'an.
Bunun sebebi ne?
Zinaya zemin oluşması. (Güzel bir örnek)

Yani bir kadın ile bir erkeğin, hiç kimsenin olmadığı bir yerde yani halvet ortamında bir arada durması. Bu, zinaya zemindir işte. Gerek göz, gerekse diğer zinalara zemin oluşturur. Bir erkek bir kız ile flört etmeye başladığında, ''zinaya yaklaşmış'' olur. Yaklaşmanın bile ne derece tehlikeli olduğunu herkes bilir zaten. Sonrası ardı arkası kesilemez şekilde ilerler.


Ha sonra, Nur Suresi 30. ayette şöyle der Allah;
''Mümin erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar.''

Fakat bizim bazı geri zekalı Müslümanlarımız, gavurların kullandığı şu cümleyi kullanmaktan pek hoşlanırlar;
''Güzele bakmak sevaptır.''

Allah sana gözünü haramdan sakın diyor, sen ise bir yandan Müslüman olduğunu söylerken, bir yandan da Allah'ın emrine tamamen zıt bir şeyi savunuyor. Allah'ın emrine zıt bir şey söylemek de ''küfür''dür bu arada. Söyleyeni de ''kafir'' yapar, hatırlatayım.

Müslümanlar bu hale nasıl geldi anlayamıyorum.

Devam edelim.

Kehf Suresi adında bir sure var bildin mi?
Kur'an-ı Kerim'in belki de en gizemli suresi.
İçine girince, çıkamayacağın bir sure bu.

Kehf mağara demektir.
''Mağara ashabı''nı anlatır.
Kehf denilen mağaraya uzaktan baktığında, yalnızca bir mağara görürsün.
Her şey normaldir.
Fakat mağaranın içine girdiğinde, bambaşka bir manzarayla karşılaşırsın.
Her şey farklıdır.

Bu da Kehf Suresi'nin gizemlerinin başında gelir.
Bu sureyi yalnızca okuyan insanlar mağaraya uzaktan bakan insanlar gibidir, yalnızca bir mağara görürler.
Her şey normaldir.
Fakat bu surenin içine giren insanlar, bambaşka anlamlar çıkarır. Bambaşka şeyler görür.
Her şey farklıdır.

Mesela Hz. Musa ile Hz. Hızır'ın kıssası anlatılır.
Çok acayiptir.

Hz. Musa, Hz. Hızır ile bir yolculuğa çıkar.
Bu yolculukta Hz. Hızır birtakım ilginç şeyler yapar.
Dışarıdan bakıldığında olaylar tamamen günahtır, haramdır, akla ve mantığa aykırıdır.
Hz. Musa da bu yüzden her seferinde itiraz eder.

Fakat yolculuğun sonuna gelindiğinde her şey, aslında göründüğünün tam tersidir.
Görünen ile gerçek tam olarak zıttır.

Çok fazla girmeyeceğim Kehf Suresi'ne, zira hakkında bir yazı serisi bile yapılır.
Ki ben de istiyorum yapmayı Allah'ın izniyle.


Tam bu sebeple, Resulullah sav ahir zamanda Kehf Suresi'nin sıkça okunmasını tavsiye etmiştir.
Hatta her Cuma Kehf Suresi okumak sünnettir.
Özellikle deccal zamanında Kehf Suresi'ni okuyanın, korunacağını söyler Allah Resulü sav.

Sebebi de çok açıktır.
Zira içinde bulunduğumuz ahir zamanda her şey göründüğünün tam tersidir.
İyi bildiklerimiz kötü, kötü bildiklerimiz iyi. Hayır bildiklerimiz şer, şer bildiklerimiz hayır. Yalancı bildiklerimiz dürüst, dürüst bildiklerimiz yalancı. Güvendiklerimiz aslında en aşağılık insanlar, en aşağılık olarak gördüklerimiz ise güvenilecek insanlar.

Özgür olduğumuzu sanan bizlerin köle oluşu da bunun bir diğer örneği.


Bir diğer mesele benim bu ara çokça bahsettiğim bir mesele; Hucurat Suresi, 10. ayette;
''Müminler ancak kardeştir. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin''den sonra;
''Allah'a karşı gelmekten sakının ki, size merhamet edilsin.'' der Allah.

Neden bu cümlelerden sonra direkt olarak ''Allah'a karşı gelmekten sakınmak''tan bahsedilmiş?
İçinde bulunduğumuz yüzyıla bakarsak, hiç fazla düşünmek zorunda kalmayız.
Hatta bunun sahabe arasında da güzel örnekleri var.
Fakat biz ne Kur'an'ı okuyoruz adam gibi, ne de Peygamber hayatını, sahabe hayatını.


''Allah'a karşı gelmekten sakınmak'' ihtarının geçme nedeni çok açık aslında.
Çünkü Müslümanlar, başka Müslümanları neredeyse hiç mi hiç umursamaz haldeler şuan.
Bir sürü Müslüman da ''napabiliriz ki?'' triplerinde keza.
Tüm Müslüman muhitlerinde Müslüman kanının akması, Müslümanların sömürülmesi, zulme uğraması kimsenin umurunda değil. Tek kelime yazmıyor, tek kelime etmiyor, tek bir tepki göstermiyorlar. Çünkü imanları zayıf, eksik. Sağlam temeller üzerine bina edilmemiş. Şu ayetin ne anlama geldiğini anlamamış, ya da anlayıp da susacak kadar imanı zayıf.

O eli de indir.

Çünkü Allah biliyor ki, bu ayetin inmesine rağmen, buna muhalif şeyler yapacaklar. Kabul etmeyecekler. Gevşeklik gösterecekler. Kardeşleri için hiçbir şey yapmayacaklar. Bu yüzden hemen ardından ''Allah'a karşı gelmekten sakının'' diye ekliyor Allah-u Teala. Ama düşünen mi var?


Düşünmekten bahsetmişken, Kur'an'da düşünmekle ilgili ne kadar çok ayet geçtiğini fark ettiniz mi?
Yaklaşık 75 ayette akıldan, düşünmekten bahseder Kur'an.
Tabi bazı cahil Müslüman kafalar da ''ya dinle aklı çok bağdaştırmıcaksın'' der, onları konuşmak bile zaman kaybıdır. Onları geçiyorum.

Sürekli olarak ''düşünün'' der Kur'an.
Tefekkür edin.
Aklınızı kullanın.
Ama düşünen, aklını kullanan mı var?


Yani diyeceğim o ki hacı, Kur'an okumakla; Kur'an'ı okumak farklı şeyler.
Allah'ın emirleri arasında ayrım yapmayın ciğersizler.
Namaz kılıp, oruç tutup da zekat vermeyi, sadaka vermeyi es geçmeyin.
Namaz, oruç, zekat emrini yerine getirip de cihad emrini es geçmeyin.
Tebliğ emrini es geçmeyin.
Ahlak emrini es geçmeyin.


Adam namaz kılar, oruç tutar, ama ağzından küfür eksik olmaz. Ağza almaya haya edeceğin her şey bu namaz kılan, Kur'an'ın mucizelerinden bahseden adamın ağzında bulunur. İşte bu gibi adamlar, namazı emir olarak algılamış fakat ahlaklı olmayı reddetmiştir. Namaz Allah'ın emri de, ahlaklı olmak Allah'ın emri değil mi arkadaşım?

İşte çağdaş Müslümanlık diye buna diyoruz.
Yalnızca birkaç ibadet ayetini alır, şiar edinir. Geri kalan tüm ayetlerle ilgili bir mazereti vardır. Laiktir, devlete karışmaz, siyasete bulaşmaz. Yanındaki insanlar ateşe yürürken ağzını açmaz, çünkü ibadetle meşguldür.


Bu gibi adamların dünya ile alakalı planları da ancak bu nispette olabilir zaten. Millet Avrupa Birliği diye tutturur, çıkıp da ''ne Avrupası ne birliği lan, İslam Birliği İslam!'' demez. Diyemez. Çünkü onun için imkansızdır. Fakat imkansız olsa neden Allah'ın bu ayetleri indirdiğini asla düşünmez. ''Allah'ın nurunu tamamlaması''nın ne demek olduğunu anlamaz. İslam'ın en sonunda tüm dünyaya hakim olacağını, güneşin doğup battığı her yerin Allah ismi ile şerefleneceğini bilmez. Bol keseden sisteme sallar. Sistemin köpeği olmuştur ama farkında değildir.


Zaten asıl sorun bu gibi adamlardadır.
Kimisi televizyona çıkar, kimisi oradan buradan insanlara ulaşır ve bunlar aydınlanmış insanlardır. Dünyanın nasıl işlediğini görmüştür ve insanları uyarmaya çalışır. Bir sürü şey deşifre eder kendi kafasınca. Ağızları iyi laf yapar. İnsanlar da bu tür insanların peşinden gider. Fakat en büyük sorun, sizi kurtarmaya gelen adamların sizi bataklığa, köleliğe sürüklediğini fark etmemenizdir. Kimse hükumeti eleştirdi diye özgürlük savaşçısı olmaz, sen kurulu düzenin tamamını reddedebiliyor musun, onu söyle bana?


Söyleyemiyorsan da karşıma çıkma zaten.
Sistemin ''özgürlüüük'' diye havlayan köpeklerinden biri olmuşsun sadece.
Ağzına mama verildi mi susarsın zaten, ben sana kefilim.


Bi de anti-kapitalist Müslümanlar çıktı şimdi. O ne demekse anasını satayım. Kapitalist adamdan Müslüman olur mu ki, Müslümanın bir de anti-kapitalist olanı olsun? Dişi kadın demek gibi bir şey bu. Tabi olayın rengi farklı, amaç Müslümanların aslında kapitalizmin yanında oldukları gibi bir intiba uyandırmak.
Gezi zekalılar.
Neyse.

Başka bir yazıda görüşmek üzere ciğersizler.
Seviyorum sizi.