4 Nisan 2014 Cuma

ŞEHZADE MUSTAFA


Selamın aleyküm hacı.

Kısa bir yazı olacak.
Sadece konuşmak istediğim birkaç şeyden bahsedecem; gerisi size kalacak.

Ama önce Mısır'da darbe karşıtı 529 kişiye verilen idam kararıyla başlamak istiyorum.
Hatta önce bu karara Müslümanların verdikleri tepkiyle başlamak istiyorum.


İslam'ı ve Müslümanlığı yalnızca namaz kılmak, oruç tutmak, Kur'an okumaktan ibaret sanan geri zekalılar, sözüm size;

Resulullah sav'in deyimiyle; sizin okuduğunuz Kur'an, boğazınızdan aşağı geçmemiş ve hala da geçmiyor.
Kız arkadaşına dallamanın teki yan baktığı için dünyayı ayağa kaldıran, bütün arkadaşlarını toplayan veya kendisine etmedik küfrü ve tehdidi bırakmayan gavatlar, Allah'ın kendilerini kardeş kıldığı ve birbirleri üzerine sorumluluk yüklediği diğer Müslümanlar için ağzını açıp tek kelime etmiyor bugün.


İş siyasete gelince herkes William Wallace, kapitalizme gelince herkes Tyler Durden, komünizme veya sosyalizme gelince herkes Karl Marx, sözde ırkçılığa gelince herkes Nelson Mandela...


Ama İslam'a, Müslümanlığa gelince herkes kendisine Müslüman.
Herkes namaz kılan Müslüman.
Herkes oruç tutan Müslüman.
Herkes kendince İslam'ı anlayan ve yaşayan, bunun sonucunda da Allah'ın kendisinden razı olduğunu ya da olacağını, onun sonucunda da cennete gireceğini düşünen bedavacı, uyanık, babasının en zeki çocuğu Müslüman...


Ben birilerinin yüzüne tüküreceksem eğer, önce bu zulmü yapanların yüzüne değil; bu zulmü görüp de Lady Gaga'nın kıçındaki tek göz kadar konuşmaya değer görmeyen Müslümanın yüzüne tükürürüm. Eline klavyesini alıp da ona buna umursamaz ergen tavırlarıyla, bol esprili ve küfürlü bir şekilde yazı yazan, fakat işine gelmeyen şeyler için susan insan kırmaları var ya hani, hepiciğinin yüzüne tüküreyim ben.

Dünyadaki akan Müslüman kanından, televizyonda gördüğü sex yazısı kadar rahatsız olmayan dallamaların alayının ağzına rövöşeta çekeyim emi. Hakaret yemeyi bile kendilerine pay sayan heriflerdir zaten bunlar. Ön yargıdan veya sistemden dem vurup, kendi ön yargılarıyla dost olmuş ve sistemi eleştirirken bile onu koruyan insanlardır bunlar.


Bu konu hakkında birazcık daha konuşmak istediğim için ''Ahir Zaman'' isimli bir yazı yazmayı düşünüyorum bundan sonra. Bize bu gibi insanların gelişi haber verildi zaten Allah Resulü sav tarafından. Biz onları biliyoruz da, onlar kendilerini bilmiyor yani. Sorun da orada zaten. Bazıları hadislere inanmayarak, aslında kendilerini anlatan hadislerden kurtulduklarını sanıyor hacı.

Neyse.
Gelelim mevzuya.

Ben hani hep ''medyanın insanlar üzerindeki gücü''nden bahsederim ya, şu insanları gözlemledikçe ne kadar yerinde bir saptama olduğunu görüyorum bunun.

Toplumun fertleri, düşündükleri şeylerin yüzde doksanını medyada duyduğu ve gördüğü için düşünüyor. İnandığı şeye medyada gördüğü için; inanmadığı şeyi de medyada görmediği için inanmıyor.

bunun sakalsız hali de yolunmuş tavuğa benziyo anasını satayım
Arada mesaj gelir bana; ''bence televizyon o kadar etkili değil, her şey bizim elimizde sonuçta'' gibisinden cibisinden. Fakat biraz konuşsan, göreceksin ki 11 Eylül'e hala inanıyor veya zamanında inanmış. Sosyal paylaşım ağlarına bakıyorsun, tüm paylaşımları gündemle alakalı. Konuştuğu her şeyi, medyada geçtiği için konuşuyor. Kısacası etkilenmediğini söyleyen adam da, öyle veya böyle televizyona göre yaşıyor bu dünyayı.


Ben Muhteşem Yüzyıl hakkında bir yazı yazmıştım geçenlerde, orada anlatmak istediğim şey tamamen buydu.
Çünkü bu dizi, amacına ulaştı.

İşte medyanın gücü budur.
Beş vakit namaz kılan adam bile; ''vay vicdansız Kanuni, nasıl kıydı oğluna be!'' der medyanın gücüyle.


''Evlat bu yaa, nasıl kıyar insan evladına?'' hissiyatı tüm toplumda baş gösterdi zira. Zaten televizyonun olayı budur, işin içine duyguları katarak bir şeyler yaparlar. Sana reklam gösterirlerken, o ürünü sattırmak için duygularına odaklanır ve operatör reklamı diye aile dramlarını konu alan acayip reklam filmleri yaparlar. Ufacık bebeklerin sevimliliğini kullanırlar.
Annesini çok özleyen bir çocuk; çocuğunu çok özleyen bir anne senaryosu yazarlar.
''En sevdiğiniz insana bunu almalısınız'' diyerek, karşınızdakinin onu istemesini sağlarlar.
Kısacası duygularınız, mantığınızdan daha önemlidir onlar için. Bu yüzden duyguları kullanarak size her şeyi söylettirir, her şeyi satın aldırır ve sizi her şeye inandırırlar.


Şimdi gelin Şehzade Mustafa'yı konuşalım biraz.
Tabi ben tutup da uzun uzadıya bu olayı anlatmayacam, zira çok teferruatı var. Genel bağlamda birkaç şey söyleyecem ve üzerine kısacık yorum yapacam sadece.

O zaman konuya direk girelim hacı.
Şehzade Mustafa'nın öldürülme sebebi ve öldürülmesi kısaca şu şekilde cereyan etmiştir;

Kanuni Sultan Süleyman artık yaşlanmıştır.
Dedelerinde de görülen bir hastalık, kendisinde baş gösterir; nikris hastalığı.
Eklemlerinde, bilhassa dizlerinde çok şiddetli ağrıları vardır, ateşi sürekli yükselir.

Bu nedenle planlanan İran Seferine çıkamaz.
Ortalıkta ise Kanuni'nin artık yaşlandığı, sefere dahi çıkamadığı ve bu nedenle tahta artık Şehzade Mustafa'nın geçeceği söylentisi, ''birileri'' tarafından yayılır.


Bu söylentiler Kanuni'nin kulağına kadar gelir hatta.
Tam da bu sırada, Şehzade Mustafa'nın, İran şahıyla olan konuşmaları Kanuni'nin eline geçer.
Bu mektupları Şehzade Mustafa kendisi mi yazdı, yoksa birileri onun adına mu yazdı bilemiyorum. Fakat bu mektuplar su götürmeyecek şekilde Şehzade Mustafa'nın tahta göz koyduğunu gösteriyor.


Tüm bunlar şöyle bir kenarda dursun, bu infazda en önemli olaylardan biri meydana gelir;
Şehzade Mustafa sakal bırakır.

Şehzade Mustafa'nın temsili heykeli
Şehzadelerin sakal bırakması yasaktır.
Sakal bırakan şehzade tahtta hak iddia ediyor demektir.
Bu da, Şehzade Mustafa'nın taht için ayaklanacağı fikrini çok ama çok daha yükseltir. Hatta artık şüpheleri ortadan kaldırır.


Bunun üzerine Kanuni bir mahkeme kurdurur.
Mahkeme boyunca Şehzade Mustafa'nın böyle bir girişimde bulunup bulunmayacağı araştırılır.
Ve mahkeme sonuçlanır; ''Taht için ayaklanacak, artık katli vaciptir.''


Fatih Kanunnamesi açıkça beyan eder bunu;
''Nizam-ı alem için, fitneyi çıkaran hanedandan dahi olsa öldürülmelidir.''

Zira bundan önceki taht kavgalarında binlerce insan ölmüş, vatan bölünmüş ve fetret devri yaşanmıştır.
Şeri hükümlere göre fitneyi çıkaranın öldürülmesi caizdir zira. Fitnenin ortadan kaldırılması ise farza yakındır. Hatta farz da olabilir, tam emin değilim.


Mahkeme kararını vermiştir; Şehzade infaz edilecektir.
Ve Osmanlı'da hukuk, padişahın da; padişahın otoritesinin de, baba-oğul sevgisinin de üzerindedir.
Bu karar mahkeme tarafından alınmış, dönemin şeyhülislamı Sakaleyn Ebussuud Efendi tarafından da onaylanmıştır.


Bu da demek olur ki, Kanuni istese de bu infaza karşı çıkamaz.
Kaldı ki, bugün bir devlet yetkilisi, çocuğunun işlediği suçu örtse ve mahkeme kararına; ''ben mahkeme falan dinlemem, benim oğlumu kimse öldüremez'' dese, ne olur?

Herkes; ''vay şerefsiz, senin oğlun zembille gökten mi indi lan, adalet nerede?'' der.
Fakat kanuna, adalete boyun eğen Kanuni bugün zalim ilan ediliyor.

Zaten bu dizinin amacı da tam olarak buydu.
Tam olarak hem de.

''En büyük olduğu dönemde, dünyaya hükmettiği, süper güç olduğu dönemde bile Osmanlı'nın haline bakın!!!''  demek ve dedirtmekti.

Cahiller üzerinde de başarılı oldular nitekim.
Zaten ideolojisi gereği Osmanlı'dan nefret eden insanlara, aleyhte ne göstersen inanır. Lehte ne göstersen de reddeder. İdeoloji de budur zaten.


Bilakis burada hanedanın takdir edilmesi gerekir.
Hukukun, adaletin verdiği karar kendi evlatları aleyhinde bile olsa asla ve asla karşı çıkmadılar.
Hatta kendi aleyhlerinde olan kararlara bile karşı çıkmadılar.
Fatih Sultan Mehmet'in mahkemede yargılanması, mahkemeden elinin kesilmesi kararı çıkması ve Fatih'in buna itiraz edememesi, bunun en açık ve bilindik kanıtlarından biridir. Sen tahtaya konuşanları yazmaya kalktığında bile kendi arkadaşını ''lan yazarsam kırılacak, küsecek şimdi'' diye düşünüp yazmazken, televizyonda izlediğin filmlerdeki polislerin en iyi arkadaşlarını kayırdıklarını görünce ''helal olsun lan, dostluk bu işte'' derken, adalet kavramını kafanda bu denli boşaltmışken, bunun ne olduğunu anlayamazsın zaten. Senden bunu anlamanı bekleyen de olmaz.


Sen, sisteme karşı çıkan ender insanlardan biri olduğunu düşünen, ama tam olarak sistemin verdiği sonuçlara odaklanan milyonlarca sistem karşıtı insandan birisin çünkü. Eline aldığın klavyen, açtığın bloğun, yutuba yüklediğin videoların, feysbuk ve tivitırda yaptığın paylaşımlarınla kırmızı noktalara dokunmadan bir şeyler yapmaya çalışıyor ve çevrene toplanan insanlarının sayısına bakarak kendini haklı ve doğru yolda addediyorsun.


Bu dizide canlandırılan o sahne, tamamıyla bir İtalyan elçisinin yazdıklarına bakılarak canlandırılmış.
Ki Şehzade Mustafa öldükten sonra Avrupa'da piyesler, operalar düzenlendiğini bilmiyorsan; tarih biliyorum ben diye ortaya çıkmayacaksın kardeşim. Bir tarihi olay nasıl ele alınır onu bile bilmeyen adamlar kalkmışlar bugün ahkam kesiyorlar anasını satayım. Zaten bu ülkede herkes alim, herkes evliya, herkes tarihçi. Eline klavyesini alan Einstein kesiliyo. Lan ben bir konu hakkında bir yazı yazmak için günlerce, haftalarca araştırma yapıyorum. Kitaplar, makaleler, araştırmalar, belgeseller izliyorum, ki bir şeyden bahsedeceksem insanlara, bunun doğru olması lazım. Öle televizyondan veya okul kitaplarında öğrendiğin şeylerle bir şeyler yazmaya veya konuşmaya çalışırsan, embesilsindir ve daima embesil kalacaksındır.
Fransızların bu konuyla ne kadar ilgilendiklerine bir örnek 
Şehzade Mustafa'nın infazı sırasında padişah çadırda falan değildir. Bunu ispatlamanın onlarca yolu var, fakat ben iki tanesini söyleyeyim size;

1. Hanedan veya devlet ricalinden birinin infazı sırasında padişahlar olay mahallinde bulunmazlar.
Usul budur. Şehzade Mustafa'nın infazı sırasında da Sultan Süleyman'ın orada olması o güne kadarki usule aykırıdır.


2. Kaynaklarda Şehzade'nin infaza direndiğine dair malumat var. Dizideki direniş, cellatlarla edilen mücadele sahnesi doğrudur. İşte bu da, Sultan'ın o sırada orada olmadığının kanıtıdır. Zira Sultan orada olsa idi, Şehzade bu karara direnmez, başını öne uzatır ve infazını kabullenirdi.


Fakat Şehzade'ye Sultan ile görüşmek üzere çadıra gelmesi söylenir. Şahzade Mustafa da babası ile görüşmek üzere çadıra gelir, fakat çadırda babasını göremez. Daha sonra cellatlar içeriye girer ve Şehzade, bunun bir komplo olduğunu düşünür. Bu nedenle de direnir. Cellatlarla mücadele eder.


Yani o fazladan geri zekalılık ürünü olan dizide gösterildiği gibi Kanuni'nin ''çabuk olun, yakalayın, gebertin, pertini çıkarın, ağzına rövöşeta çekin, burnuna parmağınızı sokun!'' gibi şeyler dediği falan yoktur. Zira Kanuni çadırda değildir.


İnfaz olayı tamamen hukuk ve adaletin gereğini yerine getirmek üzere gerçekleştirilmiştir.
Bugün batıda ''vatana ihanet, devlete başkaldırı'' gibi suçların cezası nasıl idam ise, bu da aynı şeydir.
Fakat tüm bunların en öküzümsü tarafı da; ''devrim kanlı olur abi'' diyen adamların bu konuda ''yıaa siz nasıl canisiniz yıaa, insan oğlunu öldürür müğüü'' tavrı takınmalarıdır. Şapka giymediği için binlerce insanın asılmasına ''doğruydu abi gerekliydi'' diyen caniler; nizamı alemin, halkın canı yanmasın, kanı akmasın diye adalet doğrultusunda kendi oğullarını bile defa etmelerine ''vicdansızlık'' derler.

İşte bu da ideolojidir.

Bugüne kadar sövdüğü geçmişinin aslında ne denli büyük bir medeniyet olduğunu asla kabullenmek istemez bazıları. Çünkü onlar yobazdır, gericidir, irticacıdır, bağnazdır. Aslında o da biliyordur olmadığını da, bugüne kadar sövmüştür işte, bundan sonra ''ya yok yanılmışız'' diyemez. Egosuna, kibrine yediremez bunu. İdeolojine de yediremez. Bunca sene inandığı şeyin yalan olduğunu kimse bir nefeste kabul edemez zaten. Sen de edemezsin, ben de edemem.


Medyanın bize dayattığı ''bunu kabullenin'' mesajının yine işe yaradığını kendim gözlemlemiş oldum böylece ben de. Zira Müslümanlar bile çıkıp ''ya nasıl iş olum bu, evlat lan bu'' dedi. Dikkat ettiyseniz, dizinin o bölümünden itibaren yaklaşık iki hafta boyunca sürekli olarak ''Şehzade Mustafa neden öldürüldü'' konulu programlar yapıldı. Akşam haberlerinde dahi bu konu haber yapıldı, gündem oluşturdu. Sosyal medyada en çok konuşulan konulardan biri oldu.


Yani bir ülkenin gündemini bir dizi belirlemiş oldu. Tıpkı ahlakımızı, değerlerimizi, inanmamız ve reddetmemiz gereken şeyleri belirlediği gibi. Düşünün ki bir dizi tüm ülkenin ne konuştuğunu belirleyebiliyor. Mahalledeki Güzin ablalar bile günlerinde bu konuyu konuşabiliyor. İnsanların ne konuşmaları gerektiğine karar veren bir takım kodoman var. Hani şu gezide kapitalizme karşı ayaklanıp, kapitalizmin kelime anlamı olan Amerika'dan yardım isteyen gezi zekalılar var ya la, hepsi de bu dizide oynadı. Çorbada benim de tuzum olsun mantığı güttüler herhalde. İkiz kulelere giren güdümlü füzeler bile bu kadar gütmemiştir hatta, o derece gütmüştür bunlar.


Şimdi ben bunları neden anlattım, nasıl anlattım?
Gördünüz işte, yazdım anlattım.
Bunları anlattık da, anlatmadık mı dedik?
Bunlar bi takım uydurma laflardır.

Demem o ki, sığır olmayın. Dana olmayın. Damızlık hiç olmayın.
Cümleten sevgiler, saygılar, selamlar, hürmetler...