28 Aralık 2014 Pazar

MALALA DAY


Selamlar.

Televizyon ve medya dünyasından uzakta, kendi meşgalelerimle yaşadığımdan daha önce adını sanını duymuşluğum yoktu Malala Yusufzay'nin. Yabancı hocalarımdan bir tanesi bahsetti geçenlerde kendisinden. Hakkında hiçbir fikrim olmadığını söyleyince de epey bir şaşırdı. Zira geçenlerde Nobel Barış Ödülü kazanmıştı. Bense hayatlarını koca bir yalan içinde yaşayıp, bu yalanı desteklemek için birilerinin birilerine verdiği ödüllerden ve o ödülleri kazananlardan kendimi uzak eyleyeli epey olmuştu.


Herkesin koca bir aptallık içinde ne kadar zeki olduklarını anlattığı, dünyaya ve dünyadakilere ne derece hassas bir gözle baktığı ve bir şeyleri umursadıkları yalanlarına karnım o kadar toktu ki, bir tane daha bu gibi sun'i bir duygusallık, kahramanlık veya duyarlılık hikayesi duyarsam kusacaktım.


Nasıl bir dünyada yaşadıklarının birazcık bile olsa farkında olmayan günümüz insanları kendilerini inandırmak, aç bırakılan duygularını ve egolarını tatmin etmek için bazı sahte şeylere ihtiyaç duyar. Bütün dünyanın yanıyor ve bütün insanların öldürülüyor olmasını, onlar için tek bir şey, bir anda geçersiz ya da unutulmaya değer kılabilir; ''Tüm dünyadaki zalimlere, hırsızlara ve kadın hakları düşmanlarına, ya da kapitalizm ve emperyalizme karşıyım'' diyen birinin ortaya çıkıp birkaç ödüle layık görülmesi...

Bir kahraman yani..

İşte biz, böylelikle istediğimiz şeyi elde ederiz. Çünkü içimizden geçirdiğimiz ve haykırmak istediğimiz şeyleri, birisi çıkıp tüm dünyanın gözü önünde söylemiştir. Böylece içimizdeki o özgürlük ya da eşitlik isteyip tepinen küçük çocuk susturulmuş, bastırılmış olur. Yapılması gerekenin yapıldığına inanırız. Ve böylece hayatlarımıza kaldığımız yerden devam ederiz.

Peki sonuç nedir?

Hayatlarımıza bir önceki gün gibi devam ederiz. Aynı işlerde çalışır, aynı maaşları alır, aynı eğlence merkezlerine ya da sinemalara gideriz. Tepkilerimiz aynıdır. Hala savaşa ve insan katliamına, ya da çevre katliamına karşıyızdır. Birisi ekranların karşısına geçip tüm bunları bizim yerimize söylemiştir. Bu da bize yapılacak bir şey kalmadığı anlamına gelir. Fakat diğer taraftan savaşlar da, çevre ve insan katliamı da, hırsızlık da, yolsuzluk da, sömürü de devam eder. Ama içimiz artık bir nebze daha rahattır çünkü dünya medyası, dünyada olan bu kötü şeylere karşı birilerine söz hakkı vermiştir; bu da demek olur ki artık yüksek mevkideki birileri de tıpkı bizler gibi bunları umursuyor demektir.


Sizi en çok sömüren, dünyanın süper güçleri değil. Sizi en çok sömüren şey beyinleriniz. Çünkü gerçek olmasını istediğiniz her şeye inanıyor ve onu gerçek sanıyorsunuz. Ama aynı zamanda da, asıl gerçeklerden bir o kadar uzaklaşıyorsunuz.


Şöyle düşünün;
Sağ tarafımızda insanlar ölüyor, sömürülüyor. Her şey kargaşa içinde. Birileri bir öğünlük yemeklerine, diğerlerinin bir aylık maaşını ödüyor. Birileri o yemekleri yer ve arta kalanları çöpe atarken; çöpe atılanların yarısından azı, binlerce insanın bir aylık yemek oranına eşit.

Sol tarafımızda ise, tüm bunları gören, bilen ve aynen de dile getiren biri veya birileri var. Televizyonlara, Birleşmiş Milletlere, meclislere ve konferanslara katılıyor. Ödüller alıyor. Dünyanın ilgisini bu acı şeylere çekmeye çalışıyor. Yani sizin yapmak istediğiniz her şeyi yapıyor.


Biz ise, sol tarafımızda gördüğümüz şeyden çok fazla etkileniyoruz ve bunca zaman bu gibi şeylerin özlemini çektiğimiz, yani birilerinin çıkıp bu kötü gidişatı eleştirmesini beklediğimiz için, artık onunla meşgul oluyoruz. ''Evet'' diyoruz. ''İşte birileri çivisi çıkmış bu dünyanın kokuşmuş sistemine karşı dobra dobra konuşuyor. Hem de dünyanın gözü önünde.'' Yani ''iyi insanlar çoğalıyor, endişelenmeye gerek yok..'' Ve bu, bizleri sağ taraftaki resimden uzaklaştırıyor. Çünkü artık gereğinin yapılacağına inanıyoruz. ''İşte artık büyük devletler, Birleşmiş Milletler ve dünya basını bu olaya el attı, artık bir şeyler değişmeye başladı..'' Bu yüzden de hayatlarımıza kaldığımız yerden, daha mutlu ve umutlu şekilde devam ediyoruz.


Yanıldığımız ise çok açık.

Bir yandan doğu ülkelerine silah satıp, diğer yandan kendi ülkelerinde insan hakları ve özgürlükleri adına yapılmadık reformlar bırakmayan ve ülkelerinin her bir bireyinin refah düzeyini normalin üzerinde iyi bir konuma getiren ülkeler; dünyanın özgürlük ve eşitlik adına konuşacak birine ihtiyaç duyduğunu bilecek ve bunu size kendi elleriyle sağlayacak kadar iyi biliyorlar işlerini.


Bunu bazen kendi yetiştirdikleri insanlara, bazen de halkın içinden seçtikleri insanlara yaptırırlar. Dünya medyasının karşısına çıkıp da o mesajları veren kişinin kim olduğu önemli değildir, ister bir kukla olsun; ister masum ve samimi ve sıradan bir insan.. Önemli olan dünyaya bu mesajın verilmesidir.


''Dünyanın süper güçleri ve Birleşmiş Milletler sizleri önemsiyor ve kötü giden her şey için bir çözüm arayışında...''


İşte böyle düşünmenizi isterler.

Ama bizler dünyanın en zengin ülkelerinin, refah seviyesi en yüksek olan ülkelerinin, en demokratik ve en yaşanılabilir ülkelerinin; aslında dünyanın her yerindeki savaşları birinci elden finanse eden ülkeleri olduklarını fark etmediğimiz sürece, bir avuç aptal olarak yaşayıp, bir avuç aptal olarak ölecek ve gömüleceğiz.


Malala olayına dönersek eğer..
Bildiğiniz gibi Taliban, Afganistan ve Pakistan civarlarında oldukça faal. Tıpkı Işid gibi, kendilerine ''Müslüman ordusu'' lakabı takmış bir avuç kansız embesilden oluşuyor. Rus-Afgan savaşında Amerika'nın birebir organize ettiği, silahlandırdığı bir örgüt Taliban. Tıpkı Usame Bin Ladin gibi, Ruslarla savaşmak için bölgeye sürülmüş ve silahlandırılmış, genelde ABD çıkarlarını korumakla yükümlü yüzlerce örgütten yalnızca bir tanesi. Tabi Rus savaşı bitince, Amerika Afganistan'a girip dünyanın en büyük uyuşturucu yataklarını eline geçirmiş ve milyarlarca dolar ekstra bir gelir elde etmişti. Taliban da rolünü oynayıp, işgalden sonra anti-Amerikacı oldular.


Taliban o bölgede silahlı bir örgüt olduğu için, silahlarına dayanarak bazı dayatmalar yapıyor malumunuz olduğu üzere. O dayatmalardan bir tanesi de kız çocuklarının okula gitmesini yasaklamak. Senaryo tanıdık geldi mi? Bir Işid vakıası daha..


Malala da, kız çocuklarının eğitiminin yasaklanmasına karşı çıkan gencecik, ufacık, tefecik bir kız. Bir blog sayfası var ve bu konuda yazılar yazar. Çocukların eğitim haklarının ellerinden alınamayacağı, eğitimin önemi tarzı şeyler. Yazdığı yazılar nasıl olduysa epey bir dikkat çeker ve önce 2011'de ülke çapında ''Pakistan Ulusal Barış Ödülü'' alır, daha sonra BBC ve New York Times kendisi ve yazılarıyla ilgilenmeye başlar.


Bundan bir yıl sonra okula giderken yüzünden ve başından vurulur ve tedavisi için İngiltere'ye götürülür. Bütün masrafları İngiltere tarafından karşılanır. Hatta Obama bile çıkıp bu olayı kınar. Bundan iki yıl sonra da Nobel Barış Ödülü'ne layık görülür.


Devam eden sürede de Birleşmiş Milletler, kendisini bir konuşma yapması için davet eder ve bu genç kız Birleşmiş Milletler'de bir konuşma yapar.


Konuşma tahmin edebileceğiniz gibidir. Doğru yerlere vurgu yapılan, güzel ve anlamlı seçilmiş kelimelerin kullanıldığı, derin bir konuşma. Hatta Birleşmiş Milletler 10 Kasım'ı ''Malala Günü'' ilan eder.


Benim inancım o ki, Malala gerçekten de halkın arasından bir çocuk. Duygu ve düşüncelerinde de oldukça samimi. Ki öyle olmaması için bir sebep yok. Zaten benim burada konuşmak istediğim şey Malala'nın kendisi değil. Benim konuşmak istediğim şey, Malala'nın da tıpkı bugüne kadar ortaya bir şeylerin savunucusu veya çok acı çekmiş biri olarak çıkıp, dünyanın gözü önünde bir şeyler söyleyip, sonra da uğruna savaş verdiği her şeyin aynı dünya tarafından unutulması.


Zira onu dünyanın karşısına geçirenler, aslında onun karşı olduğu insanlar. Bunun farkında mı bilmem. Ama maalesef öyle. Dünyanın bir tarafını sömüren ve ürettikleri ve pazarladıkları silahlarla sürekli olarak savaşlar finanse edenler, ve dünyayı da bu konuyla ilgilendiklerini söyleyerek yıllardır oyalayan insanlar; Malala'ya Nobel ödülü veren, onu Birleşmiş Milletler'de konuşturan ve onu saraylarında kabul eden insanlarla aynı kişiler.


Amaç dünyadaki kötülüklere, adaletsizliğe, cinayetlere ve sömürüye dikkat çekmek falan değil. Bu olayın yalnızca iki amacı var;

Birincisi; dünyaya tüm bu haksızlıklara karşı mücadele verdiklerini göstermeye çalışmak. Duyarsız olmadıklarını, tüm bu kötü şeylere karşı bir şeyler yapmaya çalıştıklarını anlatmaya çalışmak.

İkincisi de; Kendi ürettikleri silahlarla silahlandırdıkları terör örgütleriyle savaşma bahanesiyle, bölgede olabildiğince fazla durmak. ''Bize ihtiyacınız var çünkü sizi kötü kalpli teröristlerden koruyoruz'' mesajının kullanılabilirliğini olabildiğince uzatmak.


Birçoğumuz dünyadaki tüm o adiliklere karşı bir şeyler yapmak, bir ses çıkarmak, harekete geçmek, insanlarda farkındalık uyandırmak, dünyaya bunu duyurmak isteriz. Birçoğumuz tanımına girenlerin yaklaşık %95'i de, bunu Nobel ödülleriyle, Birleşmiş Milletler'de veya dünya medyasının öününe geçilerek yapılacak bazı konuşmalarla, ABD başkanları veya İngiltere kraliçelerinin huzuruna çıkmakla başarılabileceğine inanır.


Fakat ironi odur ki, sisteme karşı bir şeyler yapmak isteyen insanlardan yaklaşık %95'i koskoca bir yanılgı içindedir. Bunlar yalnızca tersine mantıkta bu düşüncedeki insanlara verilen ufak figüran rolleridir.


Lakin Ousmane Sembene gibi ortaya çıkar, ödül törenlerine gider, dünya kameralarının karşısına geçer ve tüm dünyanın önünde kendinize layık görülen bu prestijli ödülleri reddederseniz ve bunu da çok etkili bir konuşma ile yaparsanız, işte o zaman istediğiniz yere, istediğiniz gibi bir ilgi çekmiş olursunuz.


''Ben buraya siz masum görünümlü katilleri eleştirmeye, size nefret kusmaya geldim. Siz katillerin bana verdiği bu ''sus ve bizim için çalışmaya devam et'' ödülünü alırsam, inandığım ve savaştığım şeylerin ne anlamı kalır? Ödülünüzü de, yüz yıldır getirmeye söz vererek dünyayı oyaladığınız barışınızı da, demokrasinizi de istemiyoruz. Eğer gerçekten dünyadaki bu pisliklerle mücadele ettiğinizi göstermek istiyorsanız, ürettiğiniz silahları kimlere sattığınızın makbuzlarını ve banka hesaplarını tüm dünyayla paylaşın. Ya da daha iyisi, madem barış istiyorsunuz, silah üretmeyi bırakın. Kendi sığ düşüncelerinize göre ürettiğiniz özgürlük ve bağımsızlık anlayışınızı, bir sömürü aracı olarak kullandığınız barış ve demokrasi kavramlarınızı alın ve kıçınıza sokun!''


Tarzı bir konuşma çok daha işe yarar emin olun. En azından kendilerine karşı savaştığın bu takım elbiseli teröristlerin sana verdiği ödülü ve parasını kabul etmemiş olur ve en azından kendinize ve davanıza karşı dürüst olmuş olursunuz. İnandığınız ve savaştığınız şeyleri, savaştığınız ve karşı olduğunuz adamlar tarafından önünüze sürülmüş bir popülerlik ve maddiyat uğruna satmamış olursunuz. Ki ilk adımda da bizim önce, idealleri ve inançları uğruna her şeyi reddedebilen insanlara ihtiyacımız olacaktır.


Kapitalizmi eleştirip de banka reklamlarında oynayan, emperyalizmi eleştirip de emperyal güçlerin eylem silahı olan, savaşı eleştirip de o savaşı finanse edenler tarafından ödül alan insanlara ihtiyacımız yok; çünkü onlardan milyonlarca var.


Keşke bu iyi niyetli güzel kızımız da veya ailesi de bunların farkında olabilseydi de, eline bu kadar imkan geçmişken, tüm bu sistemi kökünden eleştirebilseydi. Daha on yedi yaşında bir kız kendisi, ondan bu kadarını beklemek fazla cür'etkarlık olabilir belki de. Ama yazının başında da dediğim gibi, benim konuşmak istediğim şey Malala değil; onun içine düştüğü, hepimizin içine düştüğü bu sistem.


Ama elbet gün gelir, dünyanın en büyük mafyası ve teröristleri olan bu süper güçleri, tüm dünyanın önünde rezil edecek, onlarla hem alay edecek, hem de her gerçeği suratlarına bir Osmanlı tokadı gibi indirecek insanlar olur. Ki olacak. Belki bizler olamayız ama, çocuklarımız olabilir inancıyla, onları böyle yetiştirmeliyiz. Çünkü biz olmazsak çocuklarımız, onlar olmazsa da onların çocukları bunu yapacaklar. Yani yine her şey bizimle başlıyor. Nasıl bir nesil yetiştirdiğimizle..


Çocuklarımızın veya torunlarımızın bu heriflerin suratlarına tükürmesi ve ''ödülünüzü alın bi tarafınıza sokun!'' diyebilmesi dileğiyle...

Saygı ve selamlar..