26 Aralık 2014 Cuma

TUĞÇE KAZAZ İLE


Esselamu aleyküm.

Merak ettiğim bir iki diziden başka, televizyon dünyasıyla ve de özellikle magazin dünyasıyla neredeyse hiç ilgim ve alakam yoktur. Zira magazin dünyası denilen o kavram hakkında görüşlerim de hepinizin malumudur. Magazin kavramı, televizyona çıkarıp ünlü ettikleri insanlara verdikleri hayat tarzını, topluma aşılama aracıdır. Böylece kafamızı çevirdiğimiz her yerde karşımıza çıkan o reklam, dizi ve film yüzlerinin hayatlarının her anında kameraların peşlerinde olduğunu görür ve sonunda da şöhret olma, tanınma, sevilme, popüler olma güdümüze yenik düşeriz. Kısacası onlar gibi olmak isteriz.


Bunun sonucu olarak da bir ülkedeki ünlüler ne giyerse, toplumda onlar gibi giyinmeye başlayan insanlar ortaya çıkar.

Aslında birkaç adım geriye gidersek; tüketime dayalı sistem, önce bir ürün çıkarır. Çıkarılan bu ürünün satması için de pazarlamaya yani reklam edilmeye ihtiyaçları vardır. En büyük reklam araçları da ünlü yüzlerdir. Çünkü bu işi yapan adamlar bilirler ki, toplumun rol modeli ünlülerdir. Bu yüzden bu ünlü yüzlere reklamı yapılması istenen şeyler giydirilir. Böylece istenilen reklam, yani ürün tanıtma ve pazarlama işlemi gerçekleşmiş olur. Bu da ürünü sattırır. Satan ürün sistemin yürümesini sağlar.


Ama tabi burada, ipin ucunu kaçırmış ve kavramlar, sorunlar ve çözümler kafasında iç içe girmiş bir takım bunalımlı insan güruhu gibi konuşmak istemiyorum. Zira satılan veya reklamı yapılan her ürün dünyadaki sömürü sistemine destek oluyor demek değildir bu. Sen kendi markanı ortaya çıkarırsın, kendi modanı, kendi kültürünle kaynaşmış olan şeyleri üretirsin, bu seni sistemin çarklısı yapmaz; tam tersine onun rakibi yapar.


Kısacası herkesin ağzına sakız olan şu kapitalizm ile savaşmak, hiçbir şey tüketmemek anlamına gelmez. Bilakis, onunla savaşmak üretmek anlamına gelir.


Her neyse.
Konumuza dönelim.

Hakkında çok bilgiye sahip olmasam da, herkes gibi ismini duymuşluğum vardı Tuğçe Kazaz'ın. Lakin içinde bulunduğu camiaya mensup olan insanların %90'ının nasıl kafa ve hayat yapılarına sahip olduklarını bildiğim için, kendisi hakkında olan görüşüm de onlardan biri olabileceği idi. Yani içki içmenin, uyuşturucu kullanmanın, kendilerini teşhir etmenin özgürlük olduğuna inanan; hayattaki amacı yalnızca eğlenmek olan insanlardan bahsediyorum.


Birçok model ve oyuncu tanıdım bugüne kadar. İçlerine, ortamlarına girdim. Hayat tarzlarını, kafa yapılarını gördüm. Benim dibe vurup, sonradan bir arayışa girmemdeki en etkili faktörlerdendir hatta bunlar. Çünkü bir noktadan sonra, hayatta hiçbir amacı olmayan yüzeysel samimiyeti kendilerine hayat felsefesi edinmiş insanlarla aynı ortamda olmamam gerektiğini anladım. Birçok sefer, ''benim bu insanların yanında ne işim var?!'' diye sordum kendime. Çok şükür, cevabını da buldum;
''Hiçbir işim yok.''


Geçenlerde Ülke Tv'deki ''Esra Elönü ile Arafta Sorular'' programına gözüm çarptı. Arada da bakarım zaten, bazen dinlemenin ilginç olacağını düşündüğüm konuklar oluyor çünkü. Lakin mankenlerin kafa yapısından pek hoşlanmadığımdan genelde pek dinlemem. Tuğçe Kazaz da bildiğim kadarıyla Türkiye güzeli idi.


Fakat bu aralar hakkında epey bir haber yapıldığından, ve konuşmalarının bazı küçük bölümlerini netten izlediğimden, ilginç olabileceğini düşündüm. Kendisinin daha önce Hristiyanlığı seçtiğini duymuştum, çünkü medyamızın neredeyse tamamı batı menşeili olduğu için, ülkede ünlü bir insanın Müslümanlığa geçtiği asla haber yapılmazken; Hristiyanlığa geçişi tüm ulusta manşetten verilir. Ki bu da bir diğer reklam taktiğidir.


Programının sonuna denk geldiğim için, netten en baştan izlemeye karar verdim. Aynı programa birkaç ay önce de katıldığını görünce, dedim şunu da izleyeyim bari. Ve iki programı ard arda izledim. Yaklaşık 3 saat boyunca, tek bir saniye sıkılmadan. Ve kelimenin tam anlamıyla gerçekten şok oldum. Çünkü karşımda, o camiaya girip de kendisini bu kadar eğitebilmiş ve en önemlisi de kendisini tam anlamıyla İslam'a verebilmiş birini asla beklemiyordum.


Beklemiyordum çünkü, Hristiyan olduğuna dair yurt çapında haber yapılan Tuğçe Kazaz'ın, tekrar Müslüman olduğuna dair tek bir haber yapılmamıştı. En azından bu kadar yankı uyandırmamıştı. Hatta biraz araştırma yapınca gördüm ki, Hristiyan olduğunda ses soluk çıkarmayan ve ''özgür irade, inanç özgürlüğü'' gibi kavramları çokça diline dolayan o insanların, Tuğçe Kazaz Müslüman olup, bugüne kadar Türkiye'de İslam'a karşı olan bu sistemi eleştirmeye başlayınca, o dillerine şiar edindikleri ''özgürlük, inanç özgürlüğü, fikir özgürlüğü'' mavallarını unutup, kendisine yüklenmeye ve hakaret etmeye başladılar.


Programa dönersek eğer, yaklaşık üç saat boyunca ciddi anlamda inanılmaz derecede keyif aldım. Söylediği her bir kelime, savunduğu ya da karşı çıktığı, ya da eleştirdiği şeyler, hatta susmayı tercih ettiği konular bile beni o kadar etkiledi ki, program hiç bitmesin dedim. Hatta iki programının tamamını bilgisayarıma indirdim ve en sevdiğim kaliteli programların arasına ekledim.


Benim için her ama her insanın görüşü veya hayatı önemli. Sokaktaki hiç tanımadığım insanın da, yıllardır tanıdığım insanların da, mesajlaştığım ama yüz yüze tanımadığım takipçilerimin de. Lakin hayatın çok daha farklı algılandığı, çok daha başka yaşandığı böylesi bir ortamın içinden çıkıp da, 180 derecelik bir dönüş yaparak, bunca zaman anlamlı sandığı hayatının aslında tamamen anlamsız olduğunu kabul etmek ve toplumca bir ön yargıya sahip olunan bir tarafa geçmek, en zor işlerden biridir emin olun.


Bugüne kadar inandığı şeylerin bir anda aslında tamamen yalan olduğuna inanmanın ne kadar zor olduğunu söylerim ya ben hep, işte Tuğçe Kazaz bunu başarmış. Bugüne kadar sahip olduğu hayatı, bugün eleştirebiliyor. Bugüne kadar kapitalist sistemin kendilerine öğrettiği özgürlük anlayışının aslında bir kölelik modeli olduğunu anlayan ve en önemlisi bunu itiraf eden çok ama çok ender insanlardan bir tanesi olarak gördüm kendisini.


Ve ciddi anlamda araştırdığı ve yapmayı planladığı bunca şeye hayran kaldım. Bugün yıllardır camiye giden, beş vakit namazını camide eda eden birçok insandan daha fazla bilgiye ve birikime sahip olduğunu söylemem lazım. Çünkü konuşurken söylediği şeyler ve verdiği örnekler bunun en güzel kanıtı.


Umarım kendisiyle yüz yüze de konuşma, görüşme fırsatımız olur. Zira boş insanların boş meşgalelerinden bıkmış usanmış biri olarak, içi dolu olan, bir amacı ve fikri olan insanlarla konuşmak benim için hayatta yapılacak en güzel şeylerden bir tanesi.

Bu arada sizlere iki programın tamamını vereyim. İzlersiniz.
Bu birinci program;


 Bu da ikinci;

Namaz kılmaya bile başlamış ve bununla birlikte sahip olduğu bazı bel ve boyun ağrılarından kurtulduğundan bahsetti. Lakin daha önemli olan, ''Namaz nedir?'' sorusuna verdiği cevaptı benim için. Kırk yıllık dindar geçinen Müslümanın yapamayacağı tanımı yaptı çünkü. Ki bugün hala namazı günde beş kez eğilip kalkmaktan ibaret gören, anlamını ve ruhaniyetini bilmeyen veya yıllar önce unutmuş olan, ya da telefonu çaldığı için namazı kısa kesen insanlar var.


Orada yaptığı bazı açıklamalar, tam anlamıyla bana tekrar ilham verdi bir şeyler için. Unuttuğum birçok şeyi hatırlattı. Umarım hepimiz, her birimiz; her birimize bir şeyler için ilham verebilir ve unuttuğumuz şeyleri hatırlatabiliriz. Eğer olur da kendisiyle konuşma fırsatım olursa, bunlar konuşacağım ilk konular olacaktır. Ki sizi de haberdar ederim.


Bugüne kadar neyi nasıl yaptığınız, ne kadar yanlış yaptığınız önemli değil. Önemli olan ilk adım, öncelikle bunun yanlış olduğuna karar verebilmek, bunu anlayabilmek, ya da anlama çabasına girmek. Bugüne kadar inandığımız ve uğrunda mücadele ettiğimiz her şeyin, ya da birçok şeyin aslında koca bir yalandan veya bir yanılsamadan ibaret olduğunu kabullenmek, nefislerimize, kibrimize ve egolarımıza çok ama çok gelecektir. Kimse kolay olduğunu söylemiyor. Hatta bilakis ben buradan sizi zor olanı seçeceğiniz konusunda uyarıyorum.

Ve yazımı Kur'an-ı Kerim'in şu ayeti ile bitirmek istiyorum;

''Şüphesiz her zorlukla birlikte bir kolaylık vardır.'' İnşirah,5

Selamlar, saygılar..